En kaba anlamıyla kaos oluşturacak durumları ortadan kaldırıcı bir araçtır, yargı. Haklar çatışmasını önler; haksızlıklara insanlar adına kurumsal savaşçılık yapar; anayasayla kendisine verilmiş denetim gücünü kaos oluşmasına karşı kullanır. Yargı mensuplarının bu fonksiyonel yapıdaki görevi de, yargı kurumlarını amaçlarına uygun bir saygınlıkta ve sorumlulukta işler halde tutmak; kendilerinden adalet bekleyen insanların ve kurumların "güven" duygularının maksimal düzeyde sürmesine gayret etmektir.
İyi niyetli, fakat sarsıcı bir soru soralım; "Yargının ülkemizdeki üç yüz yıllık mazisi bir rapor haline getirilse, bu raporun değerlendirme ve sonuç bölümünde acaba yargı kurumlarının ve yargı mensuplarının bu görevlerini layıkıyla yerine getirdiğini belirten kayıtların çokluğuna rastlamak mümkün olacak mıdır?"
Bir Yargıtay Başkanı'nın fiilî görevi sürerken "cüzdanla vicdan arasına sıkışmış olmak" tan şikayet etmesi, en azından yakın geçmişte yargı kurumlarının ve yargı mensuplarının ne kadar aciz kaldıklarının itirafı değil midir? Bu durumu bir serzenişle kamuoyuyla paylaşan yargı mensuplarının güvenilirliğinden, hassasiyetinden kuşkulanmamak mümkün müdür? Bu beyan, verilmiş olan ve verilecek olan kararların tümüne gölge düşürmüş değil midir? Yargı kurumlarının güvenilirliğinin sona erdiğini ilan etmek demek değil midir? Eğer bu böyleyse kaos engelleyici olan kurumlar, kaosu engellemek bir yana, kendileri kaos kaynağı olmaz mı? Bu beyana istinaden üretilecek olan "vicdanları satın alınmış yargı mensuplarının" olmasına dair düşüncelerin oluşması muhtemel değil midir? Eğer muhtemelse satın alınmanın sınırı nedir? Kendi menfaatleri için kaosu kolaylaştıran, başlatan ve hızlandıran bir yargı mensubu, vicdanıyla beraber daha başka neleri satabilir? Bu satışa vatanın kendisi de dahil midir?
Bu beyanın merkezindeki nedenler, yargı mensuplarının özlük haklarına dair beklentilerden kaynaklanıyorsa, özlük haklarının iyileştirilmesi için verilecek mesajda yargının güvenilirliğinin sarsılmasına sebep olacak içerikte cümleler kurulması, hangi hukuki gerekçeyle açıklanacaktır? Gerçekte bu, yasadışı kararların bir mazereti olarak mı ortaya konmuştur? Oluşturulmuş bir çarkın işleyişinin fark edilmesiyle ortaya çıkabilecek riskleri kontrol edebilmek ve aklanmak kaygısıyla atılmış bir adım mıdır? Nedir? Bir Yargıtay Başkanı yargı mensuplarını her açıdan töhmet altında tutacak bu beyanı neden ilan eder?
Bu soruları neden soruyoruz? Saygıdeğer olmaları yasal zorunluluk olan yargı mensuplarının iş ve işlemlerinin sorgulanmasının "ne zaman mümkün olabileceğini" merak ettiğimiz için soruyoruz. En son mercii-yüksek mahkemesi Yargıtay olan davaların, en son mercii-yüksek mahkemesi Danıştay olan davaların başlamasından tamamlanmasına kadar giden süreçlerde, verilen kararların ne kadar adil ve ne kadar hukukî olduğunu nasıl denetleyeceğiz? Yüksek Mahkemelerin kendi içlerinde kurdukları denetim mekanizmalarının işletilip işletilmediğini nasıl ölçeceğiz? Geçmişte görülen örneklerde Yargıtay Daire Başkanlarının ve üyelerinin karıştıkları gayr-î meşru olayların kendi denetim mekanizmalarınca nasıl örtüldüğünü görmüştük. Bunun halk adına denetlemesini kim yapacak? Halk bunu denetleyemeyecekse, denetleyemediği yargı mensuplarına ve onların baktıkları davaların sonuçlarına nasıl güvenecek? Dünya'nın her yerinde bu tür soruşturmalar şeffaf yapılırken bizde neden sessizce yapılmakta ve geçiştirilmektedir? Sessizce geçiştirilen başka ne tür olaylar vardır ve bu tür olaylar içinde halkın ve devletin menfaatlerinin yok sayıldığı, vicdanları şüphe içinde bırakan, vatana ihanetle eşdeğer vakalar var mıdır?
Mesela; Yargıtay Başsavcısı'nın denetleyicisi kimdir? Başsavcı denetlenemiyorsa iş ve işlemlerinde tarafsız olduğu nasıl tesbit edilecektir? Onun yeminine sadık olup olmadığı nasıl görülebilecektir. Ya da herhangi bir yargı mensubunun yeminine bağlı kalmadığını kim tesbit edip hukuki bir süreç başlatacaktır? Yargıtay mensuplarının nasıl denetlediğini merak ettiğimizde karşımıza ilginç bir karar çıkmaktadır. Yargıtay Kanunu'nun 10.maddesi gereğince toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nun 6.2.1992 gün ve 6 sayılı Kararı(**)nda Yargıtay mensuplarının ve bir tek eylemiyle Türkiye Cumhuriyeti'ni baştan ayağa sarsan ve dünya'nın gündemine olumsuz özelliklerle oturtan Yargıtay Başsavcısı ve diğer Yargıtay mensuplarının nasıl dış denetimden muâf tutulduğunu, birbirlerini denetlemeyi tercih ettiklerini göreceksiniz. Alınan kararla Adalet bakanlığı sicil takip işlerinde devre dışında tutuluyor; Yargıtay üyelerinin sicil dosyalarını isteyen milletin temsilcisine, sen bize karışamazsın, deniyor. Yani Yargıtay tamamen bir ada haline getiriliyor. Cumhurbaşkanı başkanlığında bir sorumsuzlar, denetlenemeyenler adası. Ve bu aslında bir nevi Hukukî Vatikan. Diğer taraftan vicdanla cüzdan arasına sıkışmak, bu taraftan denetlenmemek, hesap vermemek...Ve bu çelişkilerle yaşarken yemine sadık kalmak. Yargı mensuplarının gerçekten bir bebeğinki kadar masum bir zihne, vicdana ve sağlam bir ruh haline sahip olmaları(?) bu zorlu koşullara göre vazgeçilmez olmak zorunda değil midir? Ve bu mümkün müdür?
Yine Yüksek bir Mahkeme; Anayasa mahkemesi. Anayasa mahkemesi üyeleri de birbirini denetliyor. Yargıtay mensuplarının aksine Anayasa Mahkemesi tüm üyelerinin hukuk mesleği erbabı olmaları gerekmiyor; işin garip tarafı bu.(**) Biraz daha dikkatlice bakalım; üyeler Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Yani; Cumhurbaşkanı, sistemin tüm kurumları üzerinde son söze sahip. Peki, mevcut seçim sistemiyle iktidara gelen partileri kapatabilecek güce sahip olan bir mahkemeye üye seçen tek kurum olan Cumhurbaşkanı'nın, adil seçim yapıp yapmadığını kim denetleyecek? Anayasa'ya göre; Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun seçimle gelen beş üyesini, Yargıtay Başsavcısı ile Başsavcı vekilini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Askeri Yargıtay üyelerinin üçte birini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin (AYİM) hâkim sınıfından olmayan üyelerinin üçte birini (Genelkurmay'ın önereceği adaylar arasından),Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerini seçmektedir. Bir diğer bakışla, hukuk sistemi tamamen Cumhurbaşkanı'nın ellerine teslim edilmiştir. Hiçbir siyâsî ve hukukî sorumluluğu olmayan ve bu tür tercihleri yüzünden yargılanamayan bir kurumun yapacağı eylemleri kim denetleyecek? Seçilen üyeler 65 yaşını doldurana kadar da görevlerinden ayrılmadıklarına göre, halk, hangi kriterleri işleterek, kime hesap soracak? Halkın, seçtiği vekilleri, iktidara taşıdığı bir partiyi bir kağıt parçası gibi yırtıp atma gücüne sahip olan bir Yüksek Mahkeme'ye karşı ne gibi korunma araçları vardır? Eğer; halk böyle araçlara sahip değilse uygulanan sistemin demokratik olma özelliği kalacak mıdır?
Ek bir bakış;
Anayasa Mahkemesi üyelerinin yemin metni de özeldir; "Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını koruyacağıma; görevimi doğruluk, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine andiçerim!"
Bu metne göre yemin etmiş üyelerden oluşan Anayasa Mahkemesi üyelerinin verdiği meşhur "367" kararı ile hemen akabinde Cumhurbaşkanlığı seçimine dair değişikliğin referanduma götürülmesinin iptalinin reddi, aynı üyelerin birbirine zıt eylemleri anlamına gelmiyor mu? Yemindeki "doğruluk, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, sadece vicdanın emrine uyarak görev yapmanın" bu olaylarla ilgisi nedir? Ana Muhalefet Partisi'nin ve basının yasalara aykırı olarak Anayasa Mahkemesi'ni "kaosla tehdit ederek" baskı altına almasına ne demeli? Ve yasaları çiğneyen baskıcıların neden herhangi bir hukuki takibe uğramadığını sormamız gerekmez mi? Kaosu önleyici olması gereken en üst mahkeme kaos üretici ve tarafsız olmayan kararlar aldığı zaman bunun bedelini ödeyen halk, kimden hesap soracak?
Ama en son akla gelecek şey, yargı mensuplarının herhangi bir sosyal, siyâsal ve hukukî kaosu tetikleyecekleri hususudur. Yeminlerine gölge düşürmelerinin akla gelmesi de akla zarardır. Bir hukuk devletinde bu varsa zaten başka kaos aramaya gerek kalmaz. Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda teröre karşı mücadele eden ve edebilecek olan bir siyasi partiyi sudan ve aşina sebeplerle kapatmak üzere Anayasa Mahkemesi'nde dava açan bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın o bölgelerimizde terör altyapısının kurutulması sürecinde, bu aşamadan sonra devletin ne yapacağını, şu anda hükümet olan partinin kapatılmasından sonra bu işin yarım kalmasının bedelinin ne olacağını düşünmüş olmalıdır. Ülkenin uluslararası onuru ile ilgili olumsuz değerlendirmelerin nasıl karşılanacağını ve Türk Ekonomisi'nin izleyeceği seyrin nasıl olması gerektiğini de hesaba katmış olmalıdır. Sayın Başsavcı, masum bir bebeğin sütünün temin edilmesine engel olduğunu; onun geleceğini yok ettiğini anlayabilecek kadar masumiyetten haberdâr mıdır? Biz O'nun kendisinden önceki diğer iki Başsavcı kadar sorumsuz olmadığını;bilhassa Sayın Başsavcı'nın bu ülkeyi sevdiğini düşünmek istiyoruz? Bunu bize kanıtlaması gerekiyor.
Seçkin Deniz
(* )Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nun 6.2.1992 gün ve 6 sayılı Kararı; Yargıtay Kanunu'nun 10.maddesi gereğince toplanan Kurulumuzca:Adalet Bakanlığından alınan, Yargıtay üyelerinin sicil dosyalarının (55 Adet) Bakanlığa gönderilmesine ilişkin 5 Şubat 1992 gün ve 8817 sayılı yazı okunup incelenerek gereği görüşüldü:
1- Yargıtay üyeliğine seçilenlerin özlük hakları konusunda karar vermeye münhasıran Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu görevli ve yetkili bulunmaktadır. İşlemlerin daha süratli sonuçlandırılması açısından bundan böyle Yargıtay üyelerinin sicil dosyalarının Yargıtay'da tutulup korunmasına ve tüm işlemlerin Yargıtay bünyesinde yürütülmesine;
2- Yukarıda açıklanan nedenlerle son olarak seçilen elli beş Yargıtay üyesinin sicil cüzdanlarının Adalet Bakanlığına intikal ettirilmemesine;
3- Bundan böyle sicille ilgili işlemlerin Yargıtay'da yerine getirilmesine;
4- Yargıtay üyeleri ile ilgili tüm sicil dosyalarının Yargıtay'a intikal ettirilmesi amacıyla durumun Adalet Bakanlığına duyurulmasına; Oybirliğiyle karar verildi.
(* *)Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun(2949 sayılı kanun)Madde3: Anayasa Mahkemesi asıl ve yedek üyeliğine seçilebilmek için aşağıdaki şartları haiz bulunmak gerekir :
1.Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay'da başkan ve üye olmak; veya
2. Kırk yaşını bitirmiş, altmış beş yaşını doldurmamış, yükseköğrenim görmüş ve kamu hizmetlerinde en az on beş yıl fiilen çalışmış veya yükseköğretim kurumlarında en az on beş yıl öğretim üyeliği yapmış olmak şartıyla :
a) Yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında öğretim üyesi; veya
b) Yükseköğretim Kurulu başkan veya üyesi veya Yükseköğretim Kurumu rektör veya dekanı veya müsteşar, müsteşar yardımcısı, general, amiral, büyükelçi, bölge valisi veya vali,Olarak görev yapmak; veya
c) Mesleğinde avukat olarak fiilen on beş yıl çalışmış olmak; ve,
3. Hâkimlik mesleğine alınmamayı gerektiren bir suçtan hüküm giymemek veya bu gibi suçlardan dolayı ceza kovuşturması altında bulunmamak ve hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmamak.
Madde 4: Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asıl üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri; bir asıl üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarındaki öğretim üyeleri içinden; üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; üç asıl ve bir yedek üyeyi ise 3 üncü maddenin (2/b) ve (2/c) bentlerinde sayılanlar arasından doğrudan seçer.