57. Analiz: İşsizlikten Beslenmek -06.06.2008 -


Norveç'in Türkiye'den meslek sahibi yüz bin insan istemesiyle başlayan yeni bir süreç var. Buna mukabil İsveç, Iraklı mülteci Kürtlere; "Artık ülkenize dönün, ülkenizde savaş bitti", diyerek kapıyı gösteriyor. Norveç'in yetişmiş genç nüfusa olan ihtiyacı kadar İsveç'in de ihtiyacı var. Onlar yetişmemiş göçmen gençleri yük olarak gördükleri için, ülkelerinde istemiyorlar. Sendikalar Konfederasyonu başkanına göre, 'hükümet yabancı işgücüne kapıları açarak ücretleri düşürmek istiyor' . Üstelik Avrupa'da işgücünün dolaşımı serbest olmasına rağmen, getirilecek yabancı işçiler AB dışından olacak. İskandinav ülkelerinin tümünde bu durum var. İşsizlik sigortası primleri yükseliyor, sigorta aidatlarının yükselmesi ile de bir çok işçi işten ayrılıyor. Yaşlıların oranı artıyor ve yaşlıların emekliliğini finanse edecek çalışabilir oranda genç nüfus yok.  Çalışabilir nüfus da azla yetinmiyor(İnternet sitelerinde en düşük maaşla çalışacak kişiler için ihale yapılıyor).Avrupa'da yeni süreç bu; Hükümetler ve çalışabilir durumdaki işsiz işçiler işsizlikten besleniyor.

Avrupa'da savaşlar sonunda göçmenlere duyulan ihtiyaç şu anda farklı bir gerekçeyle yeniden gündemde. Bu kez savaşların yok ettiği erkek nüfus değil sorun; yaşlanan nüfusun getirdiği sıkıntı dolayısıyla göçmenler yeniden revâçta.  Avrupalılar, üremek istemiyorlar. AB'de hâne başına düşen ortalama çocuk sayısı 1.2, Türkiye'de bu oran 1.9. Yani abartıldığı kadar fazla üremiyoruz. Son zamanlarda televizyonlarda ( Haber 7'de bile) sık sık yayınlanan reklamlardan biri de aile ve nüfus planlaması ile ilgili. İlginç bir tezat var ortada. Başbakan en az üç çocuk yapılmasını öneriyor, ulusalcı kaleler, hızla üreyen (*)Kürtlerin gelecekte nüfus hâkimiyeti sağlayacağını düşünerek kâbuslar görüyorlar. Bir de bunun yanında hassas kanallar bile şerh koyma gereği duymadan aile ve nüfus planlamasına dair bilinçlendirme(!) kampanyasına katılıyorlar.

Her ay değişen işgücüne katılım oranları,"işsizler ordusu" gibi sanal bir kavram oluşturulmasına aracılık ediyor. İşsizliğin gerçekte tesbit edilen oranlarda olmadığını, kayıt dışılık dolayısıyla daha düşük oranda olduğunu herkes bildiği halde kimse bu hususta aydınlatıcı olmak istemiyor. Çalışanın haklarının gasp edilişine herkes seyirci kalarak, kayıt dışı ekonominin sağladığı temel faydalardan pay almaya çalışıyor. Gerçekte vasıflı işsiz sayımız çok az. Avrupa'da ise vasıflı işsiz neredeyse yok. İşsizlerin tamamına yakını vasıfsızlardan oluşuyor. Özellikle Almanya'da vasıfsız yabancıların ticâri sahalara hâkim olması, vasıfsız Almanları olumsuz etkiliyor, onların terörize edilmesinde ‘asıl’ sebep oluyor.

Genel olarak Avrupa, Amerika ve Türkiye'de işsizliğin arttığına dair veriler, oportünist siyâsetçilerin elinde birer demogoji unsuru haline geliyorlar/getiriliyorlar. Oysa gerçek söz edildiği gibi değil; onlar her siyasetçinin yaptığını yapıyor ve gerçekleri saptırıyorlar. Kayıt dışı çalışanların her gelişmiş/gelişmekte olan ülkede çalışan nüfusun büyük bir kısmını oluşturduğunu kimse söylemiyor. Amerika ve Avrupa vasıf gerektirmeyen işlerini, 'acımasız denetim' uygulayan sistemlerinden saklayarak kaçak işçilere gördürüyorlar. (Polonya bile 2012 futbol şampiyonası için yapılacak stadlara Hindistan ve Çin'den işçi getirmeyi tartışabiliyor). Normalde hiç bir Amerikalı ve Avrupalı vatandaş kayıt dışı olarak herhangi bir işte çalışmaz/çalıştırılamaz. Ama kayıt altına almadığınız kişileri- ki; onlar da zaten kayıt altına alınmak için çalışmaya gelmemişlerdir, amaçları para kazanmak ve ülkelerine göndermektir- sisteme izlettirmediğiniz/denetlettirmediğiniz zaman çalışan sayınızı daha az gösterebilirsiniz. Böylece şirketleri, ödenecek vergi ve sosyal güvenlik kesintileriyle/hak gasbıyle elde ettikleri paralarla finanse edersiniz.

Avrupa ve Amerika uzun süredir, vasıf gerektirmeyen işlerini kaçak işçilere yaptırıyor ve tam tersi bir tutumla ve açık bir ikiyüzlülükle, kaçak işçilerin geçişlerine engel olamayan ülkeleri siyasi arena da sınırlarının güvensizliğinden dolayı eleştiriyor. Türkiye de geçmiş hükümetler uygulamalarında bu stratejiyi aynen uyguladılar; ancak kişiler kaçak işçiler değil bu ülkenin kendi vatandaşlarıydı. Ödenmeyen SSK primleri ve ücret/maaş gelirlerinden elde edilecek vergiler işverenlerden tahsil edilemedi/edilmek istenmedi.

Girişimcilerin dolaylı olarak teşvik edildiği bu yapılanma sürecinde(bu bir süreçti; ülkede sanayii olmadığı için işçi sınıfı yoktu, tarım işçilerini de işçi sayan bir devlet yoktu) işsizlik, İş ve İşçi Bulma kurumlarına kayıtlı bakılarak oranlanıyordu. Ve bu kurumun verileri doğru bir tesbit yapılabilmesi için güvenilir olarak  (asla) değerlendirmeye alınmıyordu. Bu yüzden ülkemizde işsizlik oranları hiçbir zaman yeterince ciddiye alınmamıştır. Ama Amerika ve Avrupa'da kaçak işçilerin bolluğu, şirketlerin bilançolarında olumlu iyileştirmeler sağlıyor olmasına rağmen, İş ve İşçi bulma kurumlarında kayıtlı vasıfsız işsizlerin artması muhalefet partilerinin elinde büyük bir koz olarak kullanılıyor ve hatta iktidar partilerinin seçimleri kaybetmesine neden olabiliyor. Biz de artan işsizlik yüzünden seçim kaybeden siyasi parti yoktur; artan işsizlik yüzünden propaganda yapan muhalefet partileri de yoktur; bunu denerler o kadar, sonuç alacaklarına inanmazlar. Çünkü, herkes bilir ki; işsiz sayısı gösterildiği kadar çok değildir,i şsiz görünenler genellikle kayıt dışı çalışıyorlardır ve zımnen -hakları gasp edilen kayıtsız işçiler  dışında- herkes durumundan memnundur ve bu mevzu siyasete alet edilebilecek kadar önemli değildir. Zaten sosyal bağlar kuvvetlidir; insanlar kimseye işsiz olduklarını hissettirmezler, sağlık karneleri tüm akrabaların hizmetindedir.

Şu halde işsizlikten beslenmenin ilerleyen teknoloji ve artan insan hakları trendine göre azalması gerektiği halde neden yükselen bir değerinin olduğunu iyi düşünmek gerekir. Amerika, Avrupa ve Türkiye hangi şekil ve yöntemle olursa olsun işsizlikten beslenmeye devam ediyor.

Bu gün Türkiye, kayıt dışı ekonomiyle mücadele için yeni yol haritası belirledi. Buna göre kayıt dışı işçi çalıştıranlar 5 yıl boyunca kamu ihalelerine giremeyecek, kaçak ihbar hattı oluşturulacak, özellikle turizm ve hizmet sektöründe denetimler artırılacak. Bu işsizlik oranının aşağı çekilmesini sağlar mı belli değil; her şeyin kolaylıkla izlenebildiği bu yeni sistemde işsizlerin gerçek sayısı hala aynı kolaylıkla tespit edilebilir durumda değil çünkü. Kurumsallaşmamış işletmeler cenneti olan ve bu işletmeleriyle ihracatında rekorlar kıran Türkiye'nin, işsizlik masallarından beslenmekten vazgeçeceğini sanmak büyük saflık olacaktır. İşletmeler, maliyenin göz yummasıyla kayıt dışı işçi çalıştırarak vergilerden ve sosyal güvenlik primlerini çalarak işçilerinin sırtından kazandıkları paralarla büyümeye devam edeceklerdir.

Peki, Avrupa neden kaçak işçilerden rahatsız? Bizde işsizlik oranı hiçbir sosyal ve siyasi hareketlenmeye neden olmazken, 'âri avrupalıların' işsizliği neden tehlike sayılıyor ve sırf bu sebeple hükümetler sallanıyor, iktidarlar el değiştiriyor?

 Avrupa'da kayıtlı işsizler gerçekten işsiz; sosyal güvenlik sistemleri ödenemeyen primler yüzünden sürekli açık vermekte ve devlet tarafından desteklenmektedir. İlk etapta Avrupa'nın kayıtlı/vasıfsız işsizleri, Avrupa'da yaşayan vasıfsız göçmenlere düşmanlık beslemeye başlıyorlar. Sonra küçük, orta ve büyük ölçekte işletmeler kurarak kendi iş sahalarını daraltmaları yüzünden yasal göçmenlere yöneliyor kinleri. Gelecek kaygısı yüzünden Avrupalılar soğukkanlılıklarını kaybediyorlar. Sosyal bağlar yok olduğu için de herkes işsizliğin acılarını tek başına yaşamak zorunda kalıyor; verilen işsizlik ödenekleriyle de dilediği hayat standardını elde edemediğini düşünen Avrupalılar şovenist olmaya karar veriyorlar. Ancak; bu durum da onların işsizlikten(işsizlik maaşı alarak) beslenmelerine engel olamıyor.(İngiltere de Pakistan asıllı bir vasıflı işsiz, çalıştığı zaman asla elde edemeyeceği maaşı, çocuk yardımlarıyla alabildiği için çalışmaya gerek duymayabiliyor).

Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler işsizlikle beslenebildiklerine göre, gerçekte kimlerin sırtından geçindikleri aşikâr; Dünya'nın sömürülen ülkeleri besliyor onları. Türkiye henüz başka ülkeleri sömürebilecek kapasiteye ulaşamadığı için kendi çalışanlarını sömürmeye devam ediyor. Kim bilir belki de Başbakan gelecekte Avrupa ülkelerini sömürecek olan genç nesiller istediği için bol çocuk yapılmasını öneriyor. Eğer öyleyse, yüzlerce yıldır sömürülen insanların torunları eksiksiz olarak alacaklarını tahsil etmek üzere Başbakan'a dinlemeli, kampanyalarla aile ve nüfus planlaması yapılmasına destek vermemeli ve bol bol çocuk yapmalıdır(Bu da sadece ham hayâl olmaktan öteye gidemeyecek; çocuk yapma ve yetiştirme külfetine katlanmak artık Türkiye’de de kolay değil).

Geçmiş insanlık deneyimleri, sömürü üzerine kurulan sistemlerin hızla çöktüğünü ve parçalandığını ortaya koyuyor. İşsizlikten beslenmek söz konusu ülkeler için iyi sonuçlar doğurmayacaktır. Şu andaki İngiliz başbakanı Gordon Brown maliye bakanı olduğu dönemde Britanya'nın  'Balkanlaşması'ndan korktuğunu beyan etmişti. Bu risk Amerika dâhil tüm Batılı ülkeleri ciddi bir şekilde tehdit ediyor.  Avrupa ülkelerinin hemen hepsinin en büyük kâbusu bu şimdi. Diğer siyâsî ve ekonomik sorunlar da bu çerçevede çeşitleniyor.

Seçkin Deniz

(*)MGK'nın talimatıyla yaptırıldığı iddia edilen sonuçları kamuoyuna açıklanmayan Türkiye'deki etnik kimlik raporu 2000 yılında Erciyes, Elazığ Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi'ndeki öğretim görevlilerine MGK tarafından hazırlattırıldı. Prof. Şaban Kuzgun başkanlığında yürütülen proje kapsamında Türkiye'deki 68 il, ilçe, köy, mahalle ve sokaklar tek tek dolaşıldı. Yapılan çalışmada insanların hangi kökenden, mezhepten ya da tarikattan olduklarının profili çıkarıldı. İşte o raporun en çarpıcı başlıklarından biri ise Türkler’in nüfus artış hızında yatıyor. Buna göre Türk nüfusu son 15 yıldır az oranda artış gösteriyor. Buna karşılık Kürtler her yıl yüzde 2,5 oranında artış gösteriyor. Araştırmaya göre Boşnaklar her yıl binde 12, Türkler binde 8, Arnavutlar binde 5 oranında azalıyorlar.