101. Analiz: Cennet-Cehennem ve İbn-i Arabî ile El Cilî'de Cehennem’e Övgü -22.08.2009-


“Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Hayır; ileride bileceksiniz! Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz! Hayır, kesin olarak bir bilseniz. And olsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz. Yine and olsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz “ -Tekasür 1-8-

Cennet ve Cehennem nedir? Cennet ve cehennem neden vardır? Bu iki soru insan için çok önemlidir. Önemine binâen bir çok dinî veya felsefî metin/öğreti bu iki temel gerçeği kendi değişkenlerini kullanarak anlatır. Herhangi bir dinin -kaynağın sadece Allah olduğunu idrâk ederek- köken olarak insan üretimi olma olasılığını sıfır olarak kabul edersek, cennet ve cehennem ile ilgili başlangıç tanım ve tasvir değerleri ile son bildiri Kur’an’daki tanım ve tasvir değerleri arasında herhangi bir farkın olmaması gerektiğini görürüz.


Ne var ki; insan kaynağı Allah olan bilgiyi kendi stratejilerine uymadığı için değiştirmiş, bireysel ve yönetsel kaygıları dolayısıyla yeni tanımlar ve sınıflandırmalar yaparak özelde bu iki hakikat, genelde hakikâtın kendisi hakkında saptırıcı ve yoksayıcı çerçeveler çizmiştir. Neredeyse tüm dinler de cennet ve cehennem kavramsal olarak yer alır. Ancak her din’de bu iki kavram aynı şeyleri anlatmaz. Çoğunlukla insanın ödüllendirileceği ve cezalandırılacağı gerçeği reddedilir. Bu red, ölümü bir son olarak kabul eden kaçış öğretilerini doğurur. Kimi zaman zenginlerin, cânilerin ve zâlimlerin ölümle sona erdiği varsayılan hayat serüvenleri, insanların doğal adalet beklentilerini rahatsız etmiştir ve üreticiler bu beklentileri yöneterek kendi stratejilerini örselemeyen reenkarnasyon gibi yeni mekanizmalar icat etmişlerdir. Bu ve benzeri ürünler neredeyse tüm dinler de farklı yapılanmaları anlatsalar da cennet ve cehennem gibi iki son mekanı gerçek değerleriyle işlemez ve anlaşılmasını istemezler. Cennet ve cehennem bazen dünyevî birer değer olur, bazen de ruhsal bir ödül ve ceza mekânı. Ahiret günü ve sonrasında insanların grup grup gönderileceği bu iki mekân insanları korkutur ve insan korkularını kendisini aldatarak yönetmeyi sever. Fakat ne olursa olsun, insan,hangi cennet-cehennem değerine inanırsa inansın yargılanacağı kuşkusundan kurtulmaz. Kurtulamamakta da haklıdır zira: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir” (Âl-i İmrân 185)

Merak, insan hayatında temel yönlendirici güçtür. Yaptığı herşeyin farkında olan insan yargılanacağı kuşkusundan kurtulamadığında, yargılanma sonucunda karşılaşacağı gerçeği de merak eder; düşünür. Biz de düşünmeye çalışalım, nedir cennet-cehennem gerçeği ve insan neden bu gerçeği savsaklamak veya örtmek, değerini değiştirmek ister?

Cennet ve cehennem ile ilgili fiziksel ve olgusal ayrıntılar insanın üç boyutlu tasavvur sınırlarının içine sığmaz. Fakat, Allah’ın gönderdiği tüm bildirilerde bu iki hakikat, insanın mukayese edebileceği üç boyutlu olgu ve olaylarla tasvir ve tarif edilir. Ödül’ün mekanı ve bu mekân’ın nimetleri ile cennet, ceza’nın mekânı ve bu mekân’ın külfetleri ile cehennem anlatılır. Cennet ve cehennem, her bir insanın yerküredeki serüveninde kendi anlam ve icra faaliyetlerinin Allah tarafından değerlendirildiği ve mutlak adaletle tanzim edildiği bir süreç sonunda insanlar ve cinler için hazırlanmış başlangıç zamanı hesap günü, bitiş zamanı sonsuzluk olan mekanlardır.

İnsanların suçları karşısındaki kaygılarını yönetmek üzere üretilmiş cennet-cehennem tarif ve tasvirlerine geçmeden once Allah’ın Kur’an da anlattıklarına bakmak en akıllıca davranış olacaktır. Ölüp en küçük parçacıklarına kadar ayrışan bedeninin tekrar diriltileceğinden kuşkulananlar ve bunu imkansız olarak telakki edip ölümün son olduğuyla teselli bulanlara kötü bir haber veriyor Allah:

“İnsan, “Öldüğümde gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım?” der. İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi? Rabbine and olsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşr edeceğiz. Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz. Sonra her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız. Sonra, oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz. Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız.” (Meryem 66-72)

“Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur” buyuruyor Allah. İbadetleri ve iyilikleriyle kendisini cennetlik sayanlara karşı bu dehşet verici uyarıya karşı kim tepkisiz kalabilir ki? Hiç kimse, evet hiç kimse. Herkesten biri olmak insanı rahatlatır belki, ama az sonra herkesi cehennemin etrafında dizüstü hazır edeceğini vadeden Allah müjdeyi de verir:“Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız”

Allah sonsuz merhamet sahibidir. İnanan ve iyi işler yapanlar için teselli edici ayetlerini esirgemez insandan ve der ki: “Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.” (Mü’min 7)

Cehennem azabından korunmak için günahsız meleklerin dualarına muhtaç olan, günahsız olamayacak kadar insan yaratılan o canlı, kendi iradesinin sonuçlarını görmeye tahammül edemez. Ölümden kaçmak ister ya da ölümü bir son olarak görmeyi tercih eder. “De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır.” (Vakıa 49-50). “Onlar, “Allah, ölen bir kimseyi diriltmez” diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, diriltecek! Bu, yerine getirilmesini Allah’ın üzerine aldığı bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Diriltecek ki) ayrılığa düştükleri şeyi onlara anlatsın ve kâfir olanlar da kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler! Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.“ (Nahl 38-40)

Ölümün son olamayacağını idrâk edince de cehennemi kendi istediği şekilde yeniden tanımlamak ve tarif etmek ister. Kabala’nın küreleriyle Tanrı’yla bütünleşmeyi, tasavvuf’un fena fillahı ile Allah’ta yok olmayı ve Papa’nın Tanrılaşma modeliyle de acaip bir döngüde cehennemden kurtulmayı dener. Reenkarnasyon’un git-gelleriyle de arınıp en son tekrar Tanrı ile birleşmeyi başararak günahların cezalandırılacağı cehennem gibi bir sondan kurtulmayı hayal eder. Olmadı, cennet ve cehennemi inkâr ile tekrar kendi suçlarının örtülmesini planlamaya çalışır. Yine olmazsa cehennemi tersinir tatların mekânı olarak tasvir eder ve onu överek câzip kılar. İnsanın bu dalavere kaygısı ile ürettiği tüm çözümler dikkat edilirse benzerdir. Ve bu benzerlikler hep aynı kaynaktan beslenirler. Karmaşa ve kaostan. Anlaşılmazlık kuşatması altında insanları kendi karanlık kuyularına çeken bu çözümlerin ne kadar aldatıcı ve gerçekten uzak olduğu Allah’ın ayetleriyle apaçık bir şekilde anlatılmaktadır. Cezayı ve ödülü bedensiz bir ruh’un tadacağından dem vuranların da arkalarını dönüp kaçamayacakları temel iki hakikati Allah kusursuz bir şekilde anlatmaktadır.

“Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir gündür. Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz. O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz olanlar da vardır, mutlu olanlar da.Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır.. Onlar, gökler ve yer durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır. Mutlu olanlara gelince, gökler ve yer durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.” (Hûd 103-108)

Cennet hayaliyle yaşayanlar ve bu hayalle haketmediklerini bildikleri halde Allah’ın merhametine sığınanlar için Allah müjdelerini eksik bırakmaz:“Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah katından bir konaklama yeri olarak, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah katında olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân 198)

Cennet değil, cennetler vaat eder Allah. Biz önce Allah’ın Adn, Naîm, Firdevs, Me’vâ adını verdiği cennetleri anlatan ayetlerin ışığında cennet hakikatini görelim, sonra cehenneme övgü düzenlerle de cehennemi anlatan ayetleri okuyalım:

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır. (Tevbe-72)

“Her kim de O’na salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır” (Tâ-Hâ 75-76)

“Eğer kitap ehli iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık." (Maide 65)

“İşte o gün mülk Allah’ındır. O, insanların arasında hükmünü verir. Artık iman edip salih ameller işlemiş olanlar Naîm Cennetleri’ndedirler.” (Hac 56)

“Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde ebedî kalacakları Firdevs cennetleri bir konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.” (Kehf 107-108)

“İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için, yapmakta olduklarına karşılık bir mükâfat olarak Me’vâ cennetleri vardır” (Secde 19)

Muhakkak ki her bir cennetin varediliş nedenleri farklıdır. Allah’ın vadettiği cennetler için tarif ettiği inanan ve iyi işler yapanları ayırdedecek olan da Allah’tır. Daha önceki efendilerin anlattıklarıyla kafası karışan insan, üç boyutlu evreninde algılamaya çalıştığı, umudettiği ve merak ettiği cennetleri, Allah’ın anlatımıyla daha çok somutlaştırmaya çalışır: “İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu daha önce bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara 25)

“İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.” (Nisâ 57)

Tertemiz eşler? Neden tertemiz? İnsanoğlunun en büyük derdi eş değil midir? Cennette bu vaadin gerçekleşmesi en büyük mutluluk değil midir? İşte bu yüzden tertemiz eş vaadeder Allah. Mutluluğu dünyada karşı cinste arayan insan için bu vaad yeterince büyük değil midir?“Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.“ (Mâide 119)

Daha nasıldır cennet? Hani sadece ruhun ödülü olacak olan cennet ile Allah’ın detaylarıyla anlattığı cennetler arasındaki farkı görebiliyor muyuz? Bu cennetler bedensiz bir ruha vaadedilecek şeyleri mi içeriyorlar?

“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanların sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.” (Râd 35)

“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?” (Muhammed 15)

Yoksa ruhun bağırsakları mı vardı? Ruh su mu içerdi?

“İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak… Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar… İşte bu suçluların yalanladıkları cehennemdir. Onlar, cehennem ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında gider gelirler…Rabbinin huzurunda duracağından korkan kimseye iki cennet vardır...İki cennet de çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir…İçlerinde akan iki pınar vardır… İkisinde de her meyveden çift çift vardır… Onlar astarları kalın ipekten olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri yakındır. … Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur… Onlar sanki yakut ve mercandır… Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır… O iki cennet koyu yeşil renktedir… İçlerinde kaynayan iki pınar vardır… İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır… Onlarda huyları güzel, yüzleri güzel dilberler vardır … Onlar, çadırlara kapanmış hurilerdir….Onlara, eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur… Onlar yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar… O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? … Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir." (Rahman 39-78)

Dilberler var cennette. Tıpkı bedenin ihtiyaç duyacağı diğer şeyler gibi. Dilberler, hani cennetleri ve cehennemleri yok sayanların cennetlerde verilecek ödüllerle alay ederken, “acaba kadınlara ne vaat edilecek?” demelerini hatırlamalı insan. Sonra dokunulmamış dünya dilberleri için yazılan şiirleri ve gözyaşlarını, sona erdirilen hayatları düşünmeli. Bu bedenin ve ruhun ödülü değilse neyin ödülüdür?

“Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır. (Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.) Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler. Sadece “selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler. Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir! (Onlar), dikensiz sidir ağaçlarıve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler. Biz onları yepyeni bir yaratılışta yarattık. Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık. Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.“ (Vakıa 22-40)

Her şeye dair fikri bulunanların ürettikleri sorulara ve bu sorulardaki samimiyete bakmak gerek değil mi? Küçümsediğiniz huriler için, dünya’da yaptıklarınızı unuttunuz mu? Hani her an onları düşünerek yatıp dolaştığınız yeryüzünün köşelerini ve onlara ulaşmayı en büyük mutluluk saydığınız günleri? Hurilerin vaat edilmesinden neden rahatsız oluyorsunuz? Alın işte size mutluluk; burası cennet.

“Şüphesiz Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altından bileziklerle, incilerle süsleneceklerdir. Oradaki giysileri ise ipektir."(Hac 23)

Bedenleriniz ve nefsiniz için nice nimetler var:

“Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar”. (Vakıa-17-21)

Cennetleri inkâr edenler veya cennetlerde verilecek olanlarla alay edenleri cehennemle müjdeleyen Allah, nelere kâdirdir; göreceklerdir.

Cehennemle ilgili ayetleri iki tasavvuf erbâbının cehennem hakkında söylediklerine karşılık kesin bir bilgi olarak aktaralım: Ama önce mezkur şahıslar ve cehennem ile ilgili görüşleri:

“Cehennem, uzaklık demektir ki, cehennem ehli böyle bir uzaklığın olacağını vehmediyorlardı. Halbuki Allah, onları bu mekâna sevk edince, yakınlığın ta kendisinde bulunurlar. Bu durumda uzaklık kaybolur ve cehennem denilen şey onların hakkında ortadan kalkar. Böylece onlar, kazanım yönünden yakınlık nimetini elde ederler. Çünkü onlar, günahkârlardır Allah tadılan ve haz duyulan makamı, onlara ihsanından kaynaklanarak vermiş değildir. Onlar, yaptıkları işlerden hakîkatlerinin hak edişine göre bu makamı almışlardır. Onlar, amelleri için çalışırken, Rabbin dosdoğru yolu üzerinde bulunuyorlardı. Çünkü onların perçemleri, bu niteliğe sahip kimsenin elindedir. Dolayısıyla tam yakınlık derecesine varıncaya kadar, kendi iradeleriyle yürümemişlerdir, zorla yürümüşlerdir” (İbn-i Arabî, Fusûs’l-hikem, s. 107)

“Halbuki Allah, onları bu mekâna sevk edince, yakınlığın ta kendisinde bulunurlar. Bu durumda uzaklık kaybolur ve cehennem denilen şey onların hakkında ortadan kalkar” diyor Arabî. Cehennem onların hakkında ortadan kalkar öyle mi? Kalkmaz, kalkmayacaktır da “Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 14)

“Böylece onlar, kazanım yönünden yakınlık nimetini elde ederler” Cehenneme giren kişi cehennemde hangi şeye yakınlık duyarak nimetini elde edecek? Cehennemde ‘nimet’ nasıl bir şeydir ki? Azap mı? Az sonra azabı haz alınacak mazoşist bir evrimle tatlandıracaktır Arabî; cehennemi övecektir: ”Çünkü onlar, günahkârlardır Allah tadılan ve haz duyulan makamı, onlara ihsanından kaynaklanarak vermiş değildir. Onlar, yaptıkları işlerden hakîkatlerinin hak edişine göre bu makamı almışlardır.” Onlar bu makamı kendi ihsanından kaynaklanarak vermiş değildir diyecek, çünkü; onlar alın teriyle bu makama ulaştılar.

Allah’ın sonsuz ceza verme gücünü ve merhametini bir kenara fırlatıp insanın kendi emeklerinin karşılığında azaba düçâr olmalarını bir kişisel kazanım olarak gören Arabî acaba ömrünü hasrettiği Kur’an’ı okurken bu ayeti hiç fark etmemiş midir?: “Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur” (Âl-i İmrân 192) Onları cehennem azabına sokan Allah’tır.

Ancak Arabî dosdoğru yol üzerinde bulunduğunu iddia ettiği cehennemlikler için ilginç bir sayfa açıyor ve yazıyordu: ”Onlar, amelleri için çalışırken, Rabbin dosdoğru yolu üzerinde bulunuyorlardı. Çünkü onların perçemleri, bu niteliğe sahip kimsenin elindedir. Dolayısıyla tam yakınlık derecesine varıncaya kadar, kendi iradeleriyle yürümemişlerdir, zorla yürümüşlerdir” Az önce cehennem azabını günahkârlar için hak edilmiş nimet ve makam olarak telakki ederken, şimdi ne diyor Arâbî?

Cehennemlikler kendileri için çizilen yolda zorla ilerletilmişlerdi. Onların perçemlerini elinde tutan onları zorla yürütüp getirmiş bu yakınlık makamına öyle gelmişlerdi, öyle mi? “Evet, kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış olan kimseler var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara 81) “Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.“ (Mü’min 40) “İnkâr edenlere de ki: “Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!” (Âl-i İmrân 12)

Dosdoğru yolda ilerleyenler neden günahkâr olsunlardı ki? “Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.” (Enbiyâ 101) Böyle buyuruyor Allah. Dosdoğru yolda ilerleyenler için de özel olarak yaklaştırılan yer cehennem değildir : “Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak.” (Kâf 31)

Bu yalan ve iftiranın amacı cehennemi hakikî değerinden uzaklaştırmak ve cehennemliklere verilecek şeyin bir azap değil, bir nimet ve makam olacağını söyleyerek insanları aldatmak ve hakikati anlatan ayetleri geçersiz kılmaya çalışmaktır. Allah, onları da müjdeliyor zaten:“Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir.” (Hac 51)

Nimet ve makamlar ancak cennette verilecek olan ödüller için için kullanılacak kavramlardır ve bu iki son mekânda bulunanlar aynı değerde olmayacaklardır: “Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr 20)

Arabî yine başka bir eserinde yalanlarına devam etmektedir: “Bu durumda cennet nimeti hakiki cehennem nimeti sanal ve hayalîdir. Cehennemdeki kimse ne tam azab ne de tam nimet içindedir, ayette(Tâ-Hâ 74: Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar.) geçtiği gibi ne hayattadır ne de ölü. Buna karşılık cennette insanlar halis nimet içinde yaşarlar..." (İbn-ul Arabî ,Fütuhât , Nâşir Osman Yahya, Beyrut,1985, c.4. ss 351-352)

Cennet’in nimetlerini hakikî cehennemin nimetlerini sanal ve hayalî olarak tasnif eden ve Tâ-Hâ suresi 74. Ayeti kendi keyfine göre anlamını değiştirerek yorumlayan ve böylece cehennemi tüm korkutucu özelliklerini hayalîleştirerek bir kalemde silip atan Arabî için en güzel cevap ayetler değil midir? “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.” (Mâide 10), “O gün cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan ve onu dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına dikeriz! İnkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık.“ (Kehf 100-102)

Demek her şey sanal ve hayalî? “İşte iki hasım taraf ki, Rableri hakkında tartışmaya girmişlerdir. Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden topuzlar vardır. Her ne zaman cehennemden, o ızdıraptan çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler ve onlara, “Tadın yangın azabını” denilir. “ (Hac 19-22)

Demek Allah’ın vaat ettikleri üzerinde aciz bir kul kendinden menkul zırvaları insanlara gerçek diye anlatıyor?

“Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir. Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.. İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur, A’râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar. Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma” derler. A’râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!”.“Sizin, ‘Allah bunları rahmete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz” derler. Cehennemlikler de cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar, “Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır” derler. Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz” (A’râf 44 –51)

“Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!?” (Fecr 22-23)

“Allah’a karşı gelmekten sakınanları Rahmân’ın huzurunda bir elçiler heyeti gibi toplayacağımız, suçluları da suya koşan susuz develer gibi cehenneme sevk edeceğimiz günü düşün! “(Meryem 86)

“İnkâr edenler grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar da, “Evet geldi” derler. Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir.” (Zümer 71 )

İbn-i Arabî’nin meşhur takipçilerinden Abdülkerim el-Cîlî, “Halbuki ben te'lîf ettiğim bu kitâbı, keşf-i sahîh üzerine te'sîs ettiğim gibi, mesâilini de haber-i sahîh ile te'yîd etmiştim” dediği eserinde cehennem konusunda Arabî’yi aşar gider:

“Ayrıca cehennem ehlinin muhtelif başka lezzetleri de vardır. Hatta ben cehennemde şiddetli azap içinde bulunan bir cemaatle karşılaştım. O cemaate cennet teklif edildiği halde, o halin lezzeti içerisinde, oraya girmeyi kabul etmediklerini gördüm.” (Cîlî, el-İnsânü’l-kâmil, c. II, s. 33.) Cilî’nin keşf-i sahihlerinin yalanlarının boyutlarını ancak ve yalnızca her şeyi bilen Allah açığa çıkaracaktır: ”Elleri boyunlarına bağlanmış, çatılmış olarak cehennemin daracık bir yerine atıldıkları zaman orada, yok olup gitmeyi isterler” (Furkân 13), “Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da (hiç değilse) bir gün bizden azabı hafifletsin” derler.(Cehennem bekçileri) derler ki: “Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?” Onlar, “Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler), “Öyleyse kendiniz yalvarın” derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.” (Mü’min 49)

Diyor Allah. Cilî ise kendi gözleriyle gördüğü halisünasyonları gerçek zannedip insanları aldatmakta ve cehennemi bir haz-lezzet mekânı olarak tarif etmektedir. Cehennemi yalanlıyor açık bir şekilde. Allah yine dosdoğru olanı anlatıyor bize: “Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, “İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir” denilir. “ (Tûr 13-14)

“Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar var ya; işte onlar konumları itibariyle daha kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapıktırlar”. (Furkân 34)

Cilî’nin cehennemde gördüğü nü iddia ettiği cemaat herhalde Allah’ın bildirdiği şu azab listesinden lezzet alıyordu: “O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.” (Tevbe 35)

“Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.” (İbrahim 16)

“ De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir” (Kehf 29)

“Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz cehennem, derileri kavurup çıkaran alevli ateştir.” (Me’âric 15-16)

“ Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir! Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!. Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi. Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı. Diyorlardı ki: “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz? Evvelki atalarımız da mı?” De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır.” Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz. Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir." (Vakıa 41-56)

“Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize! Fakat (ölen kişi) Allah’a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır. Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, “Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!” denir. Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Bir de cehenneme atılma vardır. Şüphesiz bu, kesin gerçektir. Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.” (Vakıa 86-96)

Tasavvuf’un sorgulanamaz diyalektiğinin insanlara sağladığı yarar geçici bir güven duygusundan başka bir şey değildir. Ve bu güven duygusundan başka kazandırdığı hiyerarşik titr, insanların gözlerini boyamakta, güyâ gaybdan verilen haberlerle itikâdî hususların tamamında Allah’ın ayetlerine tamamen zıt yeni şeyler ihdas edilmektedir.

İnsanların Allah, peygamber, cennet-cehennem, ibadet, sevap-günah algılarını yöneten ve diledikleri gibi reforme eden tasavvuf erbâbına karşı şeksiz güven duyup onlara iman edenlerin kendileri için yaptıkları bir yana, bu muharref akaidi yaymaları ve diğer masum insanların zihinlerine pompalamaları daha büyük bir vebaldir. Yukarıda zikrettiğimiz gibi, tasavvuf erbâbının ortak özellikleri bir silsile ile birbirlerini gerektirmeleri ve Kabala, Hint ve Çin öğretileri, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi muharref dinlerden devşirilen bilgiler ile antik çağdan derlenen tartışmalardan yeni bir kült oluşturmalarıdır.

Esasında Kur’an geçmiş tüm muharref bilgileri düzeltmek ve doğrulamak üzere gönderilmişken, tasavvuf tek başına İblis’in tüm muktesebâtını sırtlanmış ve Kur’an’ın karşısına dikilmiştir. İncelediğimiz iki örnek isim ve söyledikleri sözkonusu zincir de önemli halkalardır. Büyük bir acı ile ifade etmek gerekir ki; Müslümanlar bu iki ismi halen yüceltmekte ve geçmiş zamanda olmadıkları yere kadar çıkarıp onlara saygı göstermekte ve saygı gösterilmesini istemektedirler. Özellikle Türkiye’de etkili olan cemaatlerin ve tarikatlerin kaynak kitapları olarak kullanılmaları yetmiyormuş gibi, akademisyenlerin üzerinde yüzlerce analiz yapıp bu analizleri Kur’an’la mukayese etmeden insanlara takdim etmeleri Müslümanlar adına utanç vericidir. Kur’an okuru olmaktan aciz entelektüellerin, hümanizma sevdaları ve yer edinememe korkuları uğruna katlettikleri sorgulama, karşılaştırma ve sağaltma keyfiyeti tarihin önünde hepsine hesap soracaktır.

Müslüman’a düşen en büyük görev yine Allah’ın ayetinde açıkça ilan edilmektedir: “Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.” (Hûd 116)

Allah bizden merhametini esirgemesin.

Seçkin Deniz