125. Analiz: Yasemin Ayaklanmaları ve Mumya Diktatörler; Aslında Neler Oluyor? -11.02.2011-

“Kendini yakmak, Kuzey Afrika’daki gençliğin hissettiği derin acıyı yansıtıyor. Gençler durum üzerinde hiçbir kontrolleri olmadığını hissediyor ve isyan ediyor.”  Pierre Vermeren, Sorbonne Üniversitesi

Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda on sekiz gündür bekleyen mısırlılar, otuz yıllık başkanlarının -dünyanın neredeyse tüm kanallarının canlı yayınla verdiği, ancak banttan yayınlanan- konuşmasını gecenin bir yarısı (10.02.2011; 23: 20) ellerinde ayakkabılarını sallayarak dinlerlerken, televizyonların akşamdan kalan altyazılarında hâlâ ‘CIA Başkanı: Mübarek bu gece istifa edebilir’ cümlesi kayıp gidiyor; Mübarek ise, ‘yabancı diktasını asla kabul etmeyeceğini’ söylüyordu.(1)

Müslüman, Hıristiyan, Liberal, Solcu ve bilumum tüm farklı düşüncelerden binlerce mısırlı, Arap dilinin o gök gürültüsü gibi kısa ve bıçak gibi keskin haykırışlarıyla, Mumya Diktatör Hüsnü Mübarek’e "Erhal" (Git) diye bağırıyordu.

124. Analiz:Küresel Kur Savaşları; ABD’nin Dünya’ya Karşı Sürdürdüğü Para Savaşı ya da Geleceğin Beyaz İsviçre’si; Türkiye -16.01.2011-

-Global Currency Wars; US Monetary War Against The World or Future White Switzerland; Turkey-

Mavi gezegenimizin uzaydan çekilen fotoğrafları ve imitatif video görüntüleri, insan ve diğer canlıların fiziksel hareketleri, sözleri, davranışları ve ilişkileri ile örülmüş görünür-görünmez agresif-regresif-pasif ağların hiçbiri ile ilgili detaylar içermez. Maksimal kadrajla bakıldığında aslında her şey güzel görünür; savaş meydanlarında can alan savaşçılar bile yeterli bir yükseklikten alınan görüntülerde, tarlada çalışan işçiler ya da futbol sahasında skor yapmaya çalışan futbolcular gibi hareketli nesneleri anımsatırlar. Ancak; mavi gezegene yaklaşıldıkça detaylar kaba hatları ile belirginleşerek ilişkili oldukları sistemleri görünür hale getirirler. Görsel hız arttıkça kaba detayların görünürlükleri doğru orantılı olarak artar; kadrajı taşıyan mekanizma mavi gezegenin herhangi bir yerine konuşlandırıldığında görülebilir şeyler sınırlanır ve kadraj, daha dar alandaki detaylara odaklanır; sistemlerin diğer sistemlerle ilişkileri gözlemlenemez olur.

123. Analiz: Çelik Çekirdek ya da Çelik Örümcek -17.11.2010-

Herhangi bir örtülü gerçek ile bu örtülü gerçekten yansıyanlar arasındaki birebir eşleme, yansımaları analiz edenlerin ilgili gerçeğe dair muktesabâtına ve zihinsel işletim sisteminin analitik yapısına sıkı sıkıya bağlıdır. Bununla birlikte yansıma analizcilerinin karşılaşacakları birkaç problem daha vardır. Manipülasyonlar ve örtülü gerçekten çıkar elde edenlerin ürettiği hukukî, meslekî ve psikososyal engeller.

Merak burgularıyla dürttükleri örtülü gerçeğe yaklaşırken söz konusu problemlerin hemen hepsi, analizcilerin algılarını saptırmak, irâdî seçiciliklerini azaltmak ve böylece gerçeğe yaklaştıklarını sanmalarını sağlamak gibi sonuca doğrudan ve dolaylı olarak etki eden bir yapıya sahiptirler. Özellikle sarmal gizli yapılar, kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanan ezoterik çıkar mekanizmaları, kurdukları çok katmanlı güvenlik alanlarına yaklaşılmasına izin vermemek için ölümlü müdahaleleri sıklıkla kullanırlar. Güvenlik önlemlerine rağmen örtülü gerçeğe yaklaşan analizci öldürülür. Bu son, gizli sarmal yapıların yetkisiz olduğu alanlarına merak salan sistem içi üyeler için de değişmez.

122. Analiz: Medeniyetler Savaşı’na Giden Yolda Nasreddin Hoca’nın Çocuklarına Karşı Stratejik Bir Hamle; Füze Kalkanı Projesi -12.11.2010-

“Bu planlama beni Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi cephe ülkesi haline getirmemelidir.”  Ahmet Davutoğlu, TC Dışişleri Bakanı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, Kasım 2010

Dünya’nın topyekûn yeni bir kanlı savaşa sürüklendiğinden endişelendiğimi ve adı Medeniyetler Savaşı olacak olan bu savaşın somut olarak da başladığını söylersem kehanetle suçlanır mıyım, bilmiyorum. Fakat belirtiler, yaşlı yerkürenin tüm kılcal damarlarına kadar sinmiş bulunan bu savaşın büyük adımlarının atılmaya başlandığını düşünmeme neden oluyor.

Güney Kore'nin başkenti Seul'de düzenlenen ve iki gün(10-12 Kasım 2010) süren G-20 Liderler Zirvesi'nde, COEX Kongre Merkezi’nin koridorları, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Lavrov’un ‘Dünya’da soğuk savaşın sona erdiğini’ belirten ifadeleriyle yankılanırken, Dünya’nın Merkezi (Spesifik ilişki: Nasreddin Hoca Teoremi)’nde bir insanın zihni, kaotik yerküre konseptinin, savaşan yerküre konseptine dönüştürülmüş olduğunu fark ettiğini sanıyordu. Kuşkusuz Lavrov’un sona erdiğini söylediği süreç, soğuktan sıcağa geçişin temel tabanına atıflarda bulunmuyordu. Lavrov, daha özel bir şey söylüyordu; Rusya Federasyonu ile NATO arasında her an sıcak savaşa dönüşebilecek olan soğuk savaşın artık sona erdiğinden, Hıristiyan Dünyası’nın bütünleştiğinden bahsediyordu.

121. Analiz: Masonik Oyun Sürüyor : "The Game in Progress" -28.10.2010-

“Türkiye, Londra ile Pekin’in tam ortasındadır.” Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan, Ankara Lojistik Üssü ve Gümrük İdarî Birimleri Açılışı, 15.10.2010

Türkiye’nin Masonik Sorunları; Kürt Sorunu, Başörtüsü Sorunu, Füze Kalkanı, İsrail, ABD, AB, Rusya ve İran, Türkiye-Çin Stratejik İlişkileri, Gelişmiş Ülkelerde Dikey ve Yatay olarak Genişleyen Ekonomik, Sosyolojik ve Siyâsî Kriz, Avrupa’da Irkçılık

Türkiye, iç (Ekonomik, Sosyolojik, Politik) sorunlarını çözerken, dış sorunlarını da kendi oluşturduğu yeni bir düzlem ve kendi çizdiği yeni bir çerçevede çözmeye doğru ilerliyor. Füze kalkanı da bu düzleme taşınacak, çerçeveyi Türkiye belirleyecek; yeni yol haritası bu. Bu Harita’nın yapay iç ve dış sorunlarla masadan kalkması Türkiye’nin büyük geleceğini tehlikeye atacaktır.

120. Analiz: Haliç’te Simon Avı -06.10.2010-


"İnsan güvendiği, sevdiği, sonuna kadar inandığı insanlara bile bir örgüt içine girdiği zaman her türlü kötülüğü yapabiliyor." Hanefi Avcı, Emniyet Müdürü

Hanefi Avcı, klasik istihbaratçı alışkanlığıyla ürettiği kodu, ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ı, yazdığı kitabında ad olarak kullandı. Hiç şüphesiz bu kod, başarılı bir analiz-sentez-tez ürünü. Ünlü İngiliz casusu Ian Fleming’in James Bond serilerinde kullandığı adlardan bazıları ’İnsan İki Kere Yaşar, Ölümsüz Elmaslar, Yaşayan Gün Işıkları’. Avcı’nın analitik düşünce sistemindeki uzmanlığına hayran (!) olmamak mümkün değil.

Aslı çıktıktan bir hafta sonra (20 ve 27 Ağustos 2010) kitabın korsanının piyasaya sürüldüğünü yine yazardan ve yayınevinden duyduk. Raflar henüz kitabın aslıyla tanışmadan, kaldırımlar ve üstgeçit altları Haliç’te Yaşayan Simonlar’ı yok sattı. Kitap dağıtım ağının Türkiye’de ne kadar hızlı(!) çalıştığına şahit olanlar için bu durum asla normal değildi. Normal değildi,çünkü; Hanefi Avcı 26 Ağustos’ta NTV’de Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır’la mülakâtında bazı arkadaşlarının kitabın geciktiğinden bahisle, kitabı son hâline getirmeden gönderdiğini söylüyordu. Acelenin sebebi 12 Eylül Referandumu öncesinde bir korku anaforu oluşturabilmekti. Plan başarıya ulaştı. Kitap, 'Hayır' oylarının artmasında etkili oldu.

119. Analiz: 12 Eylül 2010 Referandumu, İktidar Partisi'nin Onurunu Korudu -16.09.2010-


17 Şubat 2010 tarihinde yazılan aşağıdaki yazı, 12 Eylül 2010 Referandumuna sunulan Anayasal değişikliklerin %58 Evet oyu ile onaylanması sonrasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın 13 Eylül 2010'da, "Yargıçlar olarak hukuk devletini ve yargıçların bağımsızlığını Anayasa değişse dahi, yasalar değişse dahi korumak azmindeyiz. Bunu engellemek mümkün değildir. Çünkü yargı organı halkın temsilcisidir. Halkı temsilen bu görevini yapmaktadır. Halkımız müsterih olsun. Biz, hukuk devletini gerçekleştireceğiz. Yargıçların bağımsız ve tarafsız olmasını da sağlayacağız." şeklindeki beyânatının taşıdığı anlam bakımından daha fazla değer kazanmaktadır.
...
Başsavcı'nın, geçmiş kurumsal/elitist kazanımların korunması adına Anayasa'yı ihlâl etmeyi bir hedef olarak seçtiği bu konuşması, İktidar Partisi'nin yüksek mahkemelerdeki yapısal değişikliği geciktirmesinin halkın iradesi üzerine ipotek koyanları ne kadar cesaretlendirdiğini göstermektedir. Doğal olarak, referandum hazırlık safhaları ve sonuçları itibarı ile İktidar Partisi'nin onurunu korumuştur. Atlatılan tehlikenin büyüklüğünü geçmiş tarihli yazıyı okuyarak yeniden değerlendirmek zamanıdır.

118. Analiz: Referandum(*) ve Cesaret - Azınlık İktidarına Son -19.08.2010-


Türkiye'de Referandum, Demokratik Refleksler, Fotoğrafik Referandumlar, İlk Demokratik Referandumlar, Turgut Özal, Cesaret ve Yenilgi, Kayıp Yıllar, Toplumsal Başkaldırı, Eskimiş Siyasi Aktörlerin Tasfiyesi, Askerin Dize Gelişi, Statüko Sahibi CHP ve Referandum

“Yargı birilerinin arka bahçesi olmayacak!” Recep Tayyip Erdoğan, TC. Başbakanı, Kocaeli Mitingi, 18.08.2010

Türkiye yeni bir halkoylamasına/ referanduma, oylamaya sunulan hukukî metinleri yeterince tartışamadan giriyor. Buna karşılık televizyonların sık sık yaptığı halk röportajlarına yansıyan durum ise daha farklı; iktidarın ürettiği hizmet yelpazesinden memnun olan kesim ile bu hizmetleri aldığı halde, salt hizip kaygısından, iktidar partisine karşı duyulan ideolojik karşıtlık hissinden güç bulan kesim arasında ciddî boyutlara ulaşan tartışmalar mevcut. Yapılacak oylama, hukukî metin üzerindeki tartışmalardan beslenmediği için neredeyse İktidar Partisi’nin güven oylamasına dönüşmüş durumda.

117. Analiz: Neo-Türkiye: Yükseklik Korkusuna Yer Yok -15.07.2010-


Türkiye’nin Benlik idrâki, Türkiye’nin Kıskaca Aldığı Üç Ağır Hasta: ABD, AB ve İsrail, Emperyalist Neo-Con Genlerinin Kuşattığı Hussein’i Adında Yük Olarak Gören Zavallı Obama, Enerji Savaşları Irak’ın Yağmalanan Petrol Rezervleri, İran ve Petrol Tröstlerinin Savaş Çığlıkları.

“Bölgemizde uçan kuştan haberimiz olacak ve gereğini yapacağız.” Ahmet Davutoğlu, TC Dışişleri Bakanı, 07.07.2010, TBMM

Sekiz yıllık koşu sonunda bugün sırtı terli bir yarış atı gibi burnundan soluyan Türkiye, oynanan büyük oyundan kaynaklanan saiklerle önüne çıkarılan Anayasa Mahkemesi engelini aşmış olmaktan dolayı daha rahat; kazandığı büyük özgüvenle 12 Eylül referandumuna doğru korkularını azaltarak ilerliyor. Terini rahvan yürüyüşle soğuturken, içeride ve dışarıda tartışılan ‘Benlik İdrâki’ni, üçüncü dünya ülkelerinden klonlanıp kendi ruhuna monte edilmiş bulunan resesif genlerini ayıklayarak, milenyum’un üç ağır hastası ABD, AB ve İsrail’e dayatmaya devam ediyor. Tüm görünüm parametrelerine göre de sonuç fena değil; üç ağır hasta paniklemiş durumda.

116. Analiz: Yaşlı Küre’de Kaotik Dönem ve Yeni Binyıl İçin Denge Arayışı’nda Spesifik Bir Soru: ”Türkiye Durdurulabilir mi?” -20.06.2010-


Vuvuzela, Mavi Marmara, BM, ABD, AB, Rusya Federasyonu’nda Yaşanan Güç Kaybı, Türkiye’nin Küresel Sorunlarla İlgili Maksimal Ölçekli Projeksiyonları, Birleşmiş Milletlerde Reform, İran, İsrail, Brezilya, Çin, Hindistan ve Derinleşen Küresel Ekonomik Kriz.

Türkiye çıktığı küresel dev olma yolunda iç ve dış organizatörlerce durdurulacak mı? Afrika vuvuzelalarının çıkardığı uğultu, yeni bir küresel dengenin kurulacağı kovandaki arıların sesini mi hatırlatıyor? İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Portekiz, İspanya gibi futbol devi olan ülkelerin 2010 Güney Afrika Dünya Kupası’nda çıkardığı zavallıca maçlar, bakılacak küresel kahve falında fincanın dibindeki telveler miydi? Türkiye, fikir babalığını yaptığı halde kurulan Milletler Cemiyeti’ne katılmayan ABD gibi, bu kupaya dışarıda kalarak farkında olmadan kendi rengini falın dışında mı tutmuştu? Vuvuzela baskını küresel ekonomik kriz gibi Türkiye’yi teğet mi geçecek? İnceleyeceğiz.

115. Analiz: Halkın Projeleri ya da Siyasette Marka Projeler: RTE Projeleri -21.04.2010-


“Anayasa Değişikliği projesi bir Recep Tayyip Erdoğan projesidir, RTE projesi.” Deniz Baykal, 20 Nisan 2010, Meclis Grup Konuşması'ndan

CHP lideri Deniz Baykal’ın alışıldık mekanik / özgeçmişsiz günlük türü söylevinin alıntıladığımız parağrafının bu giriş cümlesi, gerçeğin teslimi bakımından güçlü vurgulara sahiptir. 17. Anayasa Değişikliği Projesi(Bakınız Not, Seçkin Deniz) Baykal’ın ifade ettiği gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın halkı için gerçekleştirdiği özel projelerinden sadece bir tanesidir ve Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un 21 Nisan akşamı Bloomberg TV’de belirttiği gibi, “2007 seçimleriyle halk TBMM’ye Anayasa’yı değiştirme yetkisi vermiştir.”. Başbakan da kendisine verilen bu yetkiyi kullanarak, meclisi yeni anayasa taslağını tartışmaya davet etmiş, ancak meclisteki diğer partilerin “Bu meclis Anayasa yapamaz.” Şeklindeki özgüvensiz tepkilerine karşı, halkın kendisine verdiği %47’lik özgüvene dayanarak 1982 Anayasası’nda 17. Değişikliği halkın ihtiyaçlarına göre projelendirmiş ve yasalaşma safhalarının başlamasına karar vermiştir. Bu proje, küçümseme amacıyla üretilmiş olan ‘RTE’ kısaltmasını, üretildiği satıhtan koparmış, siyasette bir marka hâline getiren projelerin genel adı olarak siyaset tarihine kazımıştır.

114. Analiz: Liderlik ve Strateji Sorunsalı -23.01.2009


Türkiye Lider Olmak İstiyorsa...

Biz Ermeni tasarısının Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler komitesince kabulünden sonra Amerika'dan elçisini çekebilen bir ülke haline gelmiştik.
...
İsrail'i durdurmak için, elçimizi çekemedik. Bunu sorgulamamız gerekir. Şartlar elverişliyken bunu yapamadık, yapmadık! Neden? Üstelik gerçek bir lider olmak için bundan daha uygun bir zaman olamazdı.
...
Bize ne oldu? Sn. Ahmet Davutoğlu'nun vizyoner katsayılı bakış açılarında bu seçenek yok muydu? Stratejik derinlik kompartımanlarında esas hamle neydi? Bunu bilmiyoruz.

113. Analiz: Demokrasi Koşusu'nda Son Düzlük ve Nihâî Dalgalar -06.04.2010-

Türkiye’nin 2007’den beri süren arınma-hesaplaşma macerasında son ve en kuvvetli dalga 5 Nisan 2010 pazartesi sabahı neredeyse tüm kuru mevkileri ıslattı; bu mevkiler balyoz tehdidinin canlı bir şekilde sürdüğü mevkilerdi. Islattı diyorum, çünkü; gözaltına alınma operasyonu öğle saatlerinde durduruldu.
...
Operasyonu yapan savcıları kanunsuz bir şekilde görevden almakla suçlanan İstanbul Başsavcısı Engin’in 6 Nisan tarihli Millet’te yayınlanan,

”Esasen örgütlü suçlar birimimizde kamuoyunda ’Balyoz’ adı verilen bu soruşturmayı yürütmek ve koordine etmekle başsavcıvekilimiz görevlidir. Bu soruşturmanın başında oradaki başsavcıvekilimiz vardır. Başsavcıvekilimiz çalışma arkadaşlarının arasında bir görev değişimi yapmıştır. Kendi çalışacağı arkadaşları arasında yapmış olduğu bu değişiklik makul sebeplere dayanmaktadır. Tabii ki yeni görev verdiği savcı arkadaşlarımızın da dosyaları bir süre incelemesi ve tetkik etmesi gerekli olduğundan operasyonlara ara verilmiştir.”

112. Analiz: Neolitik Çağ'dan Adanus'a, Adanus'tan Zavallı Adana'ya; Medeniyetin Ağladığı Kent -23.03.2010-


Nefis peyzajı ve panoramik görselliği ile Türkiye’nin en büyük parkı olan Merkez Park’ta oturup, Seyhan Nehri’nin eteklerine kurulmuş Sabancı Merkez Camii’nin muhteşem silüetine bakıp keyif almamak mümkün değil. Seyhan Nehri’nin yerküre son halini aldığından bu yana akıp gittiğine tanık olmak, yılda birkaç kez ekilip biçilen bu verimli toprakların belki de en büyük talihi. Fakat, aynı toprakların en büyük talihsizliği de mahkum olduğu insanın elinde tahrip olmak, çirkinleşmek.

Merkez Park’ta otururken küresel ölçeklerde çalışan bir belediye tahayyül etmeniz ve bu belediyeye müteşekkir olmanız işten bile değil, yalnız bir şartla; Merkez Park’a Adana’nın hiçbir yerini görmeden ulaşmanız gerekir. Aksi halde, müteşekkir olmanızı gerektiren bir kurum aramanız gerekmeyecektir.

111. Analiz: Hesaplaşmak ya da Halk Adına Halkın Yargılama Hakkını Kullanmak -26. 02.2010-


“Son tahlilde iddia edildiği gibi bu bir hesaplaşma ise, neden olmasın? Yargılama ve cezalandırma yasal bir hesaplaşma türüdür. Kurumlar arasındaki güven bunalımını ortadan kaldırmak İktidar Partisi’nin görevi değil midir? Güven bunalımı suçluların yargılanması ve cezalandırılması ile sona ermez mi?” Seçkin Deniz

22 Şubat 2010 pazartesi günü ‘Balyoz Darbe Planı’ çerçevesinde yapılan soruşturma gereği emekli ve muvazzaf orgeneraller ve oramirallerin gözlem altına alınması ile başlayan yüksek düzeyli tartışmalar hızlarını kesmeksizin sürüyor. Gözlem altına alınmalardan iki gün sonra Çarşamba günü Genelkurmay karargâhında, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başkanlığında tüm muvazzaf orgeneraller ve amiraller toplanıp, Başbakan yardımcısını karargâha davet ettiler. Toplantıda ne konuşulduğunu bilmiyoruz; ancak çok hoş şeyler konuşulmadığı ortada. Haber bültenleri olayları dakika dakika aktarmaya devam ederken Genelkurmay Başkanı planlanmış Mısır gezisini iptal etmişti; Başbakan İspanya’da ödül alırken, Cumhurbaşkanı Sinop’ta çeşitli etkinliklerde bulunmaktaydı. Ancak bundan birkaç gün önce 17 Şubat 2010’da Erzurum Özel yetkili savcıları, Erzincan’da yürütülen bir diğer soruşturmadaki özel yetkilerini HSYK’nin yetki aşımı ile nitelendirilen kararıyla kaybetmişlerdi ve soruşturmanın sağlıklı bir şekilde ilerleme imkânı ortadan kaldırılmıştı. 3.Ordu Komutanı’nın çağrıldığı halde Erzurum Özel Yetkili savcılarına ifade vermeye gelmemesi hukukun rutin yol düzenini aksatmıştı ve olaylar Özel Yetkili Savcılarını Şemdinli Savcısı’nın yaşadığı âkibete doğru sürüklemeye başlamıştı ki; Beşiktaş Adliyesi, büyük operasyonu başlattı.

110. Analiz: Strateji Bu İşin Neresinde? -17.02.2010-


Yargı Hız Sınırlarını Aştı, Yasama ve Yürütme Kemer Bağlıyor

Sekiz yıllık tek başına iktidar, hangi engellemeler ve olaylarla karşılaşılırsa karşılaşılsın yeterince uzun bir iktidar süresidir. İktidar’a tâlip olan her partinin programında yer alan ve seçim meydanlarında vaat edilen her değişiklik için yeterince uzundur. Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 ve 2007 yıllarında halkın büyük umutlarla iktidara getirdiği bir partidir ve bugün yaptıkları ile birlikte yap(a)madıkları ile de eleştirilmektedir. Hak- Adalet ve Kalkınma adına eleştirilmeye de devam edilecektir.

Eleştirilerin insaf içeren tarafında günden güne artan bir dalgalanma var. Açığa çıkan eleştiri dalgalarının boyu gözle görülebilir düzeyde yükseliyor. Ak Parti İktidarı, meclisi yeterince etkin bir şekilde çalıştırmamak ve kendi varlığı ile birlikte demokrasinin varlığına da yönelen tehditleri yasal ve anayasal değişikliklerle bertaraf etmemekle suçlanıyor. Söz konusu eleştirilerde dikkatle incelenmesi gereken nokta şu: Yapmamak mı yapamamak mı?

109. Analiz: Kozmik Analiz: Paslaşmak ve Ultrasonik Normaller -07.02.2010-


İç ve Dış Politika, Ekonomi, IMF, Barclays Bank, EMASYA ve Merkez Ülke Türkiye

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 31 Ocak 2010’da, TRT 1’de ‘Enine Boyuna’ adlı programda rahatlamış bir ses tonuyla önemli mesajlar verdi. Yeni dönemin 'Kapatma Davası Tehditli' muktedir Başbakanı, ‘Sivil Diktatörlük’ etiketli yapay meşruiyet sorgulamasıyla alay edercesine TSK ile ilişkilerinde yaşadığı gerilimli yokuşun sonunda Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları ile ‘paslaştıklarını’ söylüyordu. Halk dilindeki bu soft mesaj, büyük bir değişim sürecinin diplomatik olmayan nihayet/netice bildirim imgesiydi. ”Oku, düşün, uygula, neticelendir” şeklindeki zincir direktiflerine kendisinin de uyduğunu göstermesi bakımından bu bildirim imgesi, zamanlama açısından da çok önemli ve çarpıcıydı.

108. Analiz: Türkiye’ de Yaşamak -23.01.2010-


"Sonra, duvarlara kazınan boşluğun gözlerinin içine bakacak ve diyeceğim ki; er-geç yenileceksin!"

Gizli-açık tüm gözlerin ve kulakların önünde, ülkemdeki karanlık ‘boşlukla’ karşılıklı sohbet etmek istiyorum. Ama biliyorum, o boşluk bu cesarete sahip değil; mert olamayacak kadar hain, laf dinlemeyecek kadar vahşi.

Korkak boşlukları duvarlara kazıyarak, duvarlarda karşıma alarak Türkiye’de yaşamaktan bahsetmek istiyorum.
...
Gözlerimi o duvarlara kazınmış her türlü ahlaksızlıktan; katliamlardan, askerî darbelerden, gizli örgütlenmelerden ve kirli-tiksindirici yüzlerden ayırmadan konuşmak istiyorum.

107. Analiz: Türkiye’nin Zaferi -05.01.2010-

Türkiye’de Yüksek Gerilim ve Karmaşık Süreç* ya da İdeolojik Savaş, Pervasız Duruşlar/Saldırılar ve Acımasız Soğukkanlılıkların Kökeni


Bu analiz, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan iktidar mücadelesinin iç yüzünü anlamak ve anlatmak üzere planlanmış; analizden sentezlenen önermelerle, özellikle saklı tutulmaya çalışılan gerçeklerin birebir yansıtılması hedeflenmiştir.

A-Giriş:

İktidarları, demokratik sistemlerle değiştirmeyi öngören yönetim sistemlerinde, yönetilenlerin tercihleri, yönetenlerin tercihlerini belirler ve sınırlar. Seçim dönemleri, halkın mevcut iktidarın yönetim süresince talep ve beklentilerinin ne kadar gerçekleştiğine dair düşüncelerinin parlamentolara yansıması anlamında çok etkin geri bildirim trafiğinin aşırı yoğunlaştığı dönemlerdir. Halk, seçilmiş iktidarı iktidar olduğu süreçte izlemiş ve değerlendirmiştir. Tercihleri, onun yönetimi belirleme gücünü kullanma arzusundan kaynaklanmaktadır.

106. Analiz: Büyük Oyun'da Kilometre Taşı; İran -26.11.2009-


İran’da Stratejik Rezonans(*), İran’ı Yalnızlaştırmak veya İsrail Üzerinden Maskelenen Hedef

“Batı Cephesi’nin ana hedefi Güney Asya’da İran, Pakistan ve Afganistan üzerinden Hindistan’a ulaşarak güvenlikli bir güney şeridi oluşturmak ve bu alanlarda Rus-Çin etkisine karşı çıkarlarını korumaktır. İsrail’in Batı’nın sırtında Fas’tan Hindistan’a uzanan topraklarda hâkim olmak gibi bir vizyona sahip olduğu düşünülürse, Batı Cephesi’nin İran’ı neden önemsediğini, Afganistan ve Pakistan ile ilgili kanlı senaryoların tüm başarısızlıklarına rağmen neden ısrarla uygulanmak istendiğini, Batı’nın neden İsrail’in omzundan İran’a ateş ettiğini anlamak kolaylaşacaktır.” Seçkin Deniz

İran’ın zenginleştirilmiş uranyum’u Rusya’da depolayacağına dair açıklaması kısa süre sonra değiştirildi. IAEA'nın önerdiği plan, İran'ın bir tondan fazla düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumu işlenmek üzere Rusya'ya göndermesini öngörüyordu. Daha sonra da Fransa devreye girecek ve zenginleştirilmiş uranyumu nükleer yakıta dönüştürecekti. Böylece İran'ın ihtiyacı olan zenginleştirilmiş uranyuma sahip olması, ama zenginleştirilmiş uranyumun nükleer silah üretiminde kullanmaması garantiye alınmış olacaktı. Fakat İran bu planı reddettiğini açıkladı.

105. Analiz: AB Dağılırken… -12.11.2009

AB Başkanlığı ve AB Dışişleri Bakanlığı gibi yüksek dereceli tartışmalar gündemdeyken AB’nin dağılmasından söz edebilmek güç gelebilir; fakat aynı tartışmaların geçmişi, derinliği ve yaşanan anlaşmazlıklar dikkatle incelendiğinde ‘Dağılma Olasılığı’nın, birliğin Başkanlık gibi üst bir temsiliyet makamı ile daha da güçlenme olasılığından daha yüksek olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Zor işlerin altından kalkma becerisi gelişmemiş olan Avrupa Birliği ülkeleri-aslında Fransa ve Almanya- Başkanlık görevini, küçük bir ülkenin etkisiz bir liderine devrederek kendi ulusal duvarlarını yükseltmeye devam edeceklerdir. Yüksek profilli bir başkan seçememek, açık bir şekilde Avrupa Birliği’nin güçlendiğine değil, zayıfladığına ve dağılmaya başladığına dair en büyük delildir. AB güçlenmek isteseydi, temsiliyetten daha öte bir AB Başkanlığı çerçevesi çizerdi. Güçlenmeyen birliklerin zayıflaması ve nihayetinde dağılması sıradan bir doğa olayıdır.

En son Çeklerin Lizbon Anlaşması’nı onaylamasının ardından son durum şu(*):

104. Analiz: Kâmil İnsan; Halisünatif Sıfat Parçacığı ya da Gerçekdışı/İrreel Retorik -06.11.2009-

Erişilebilirlik rastgele bir hedef için mutlak olumlu bir özelliktir. Fakat aynı erişilebilirlik özelliği, beşerin düşünce tarihinde farklı kreasyonlarla oluşturulan soyut hedefler için olumsuz bir niteliğe büründürülmüştür. Su, hava, ateş, toprak gibi somut algılanabilir hedeflere tutturulan algılar ve derin anlamlar, bu dört unsurun gözlenebilir ve kontrol edilebilir özellikleri üzerinden üretildikleri kadar, -gözlenebilir ve kontrol edilebilir özellikler bir hedefi insan için yeterince câzip kılmadığı için- erişilebilirlik özellikleri de üretilen kaotik paradoksların dayandığı ana unsur olmuş; belirsizlik ve belirsizliğe iliştirilen umut, hedefin erişilebilirliği üzerinde bir yanılsama oluşturmak için kullanılmıştır. Hedef, tanımlar, tavsifler ve tasvirlerle kendi anlam boyutlarından koparılmış, soyut kızaklarla ‘erişilemezlik’ ya da ‘erişilebilirlikte istisnâî’ halisünatif sıfat parçacığı ile insanların zihin haritalarına taşınmıştır. ‘Erişilemezlik’ ya da ‘erişilebilirlikte istisnâ’ halisünatif parçacıktır, çünkü; kendi başına anlam ifade etmemekte, sadece ve yalnızca irreel kurgusal bir sistem içerisinde anlam ve önem kazanmaktadır. Aşk ve Kâmil İnsan, bu sınıftan birer hedeftir.

103. Analiz: Düşünen Her İnsan ‘İstenmeyen Adam’dır -25.10.2009-


Söz güçlüdür; bu gücü anlamanız için sözün sahibini görmeniz gerekmez. Güçlü söz’den bahsetmiyorum, güçsüz sözden de. Biliyorum ki; her söz güçlüdür. Önce bu önermemin doğruluğuna dair bir ispat sürecini izlemeye davet edeceğim sizi. Fakat ana konumuz ‘güçlü söz’ değildir.

Sıradan bir fizik gerçeğidir: Güç/kuvvet etki ettiği yerlerde bir değişim oluşturur. Tepki’nin olup olmaması, değişimin olmasını engellemez; hatta güç, hedef nesne üzerinde hiçbir değişim oluşturmuş görünmese bile muhtemel değişimler için ilk çarpma etkisiyle ilk hareketi başlatmıştır. Başlayan veya oluşan değişim gücün/kuvvetin varlığına şahitlik eder. Her etki bir tepkiyle karşılaşacağına göre, her güçlü özne, kendisine karşı üretilen tepkiye bağlı olarak gücünü ilan eder. Güç’ün hedef nesne üzerinde yaşattığı bu depremi, söz’ün ulaştığı bilinç üzerinde yaşattığı değişimlerle mukayese edebiliriz.

102. Analiz: Küstâh İsrail Türkiye’ye Neden Kızgın? -19.10.2009-


Tüm Koruyucu/Semizleştirici Senaryolara ve Stratejilere Rağmen İsrail Gerçekten Çözülüyor.

İsrail neden rahatsız oluyor, bir dizi için Türkiye’ye neden kızgın? Filistin’de yaptığı bir soykırımsa ve bu soykırım Tevrat’a dayanarak yapılıyorsa, bunu bir dizide insanların izliyor olması İsrail’i neden kızdırıyor? Televizyonlarda son Gazze saldırıları canlı izlenmişti ve bütün dünya izlediklerinin farkındaydı. Belgeseller, televizyon programları ve en son Kurtlar Vadisi Irak. Ayrılık dizisi bu konuda ilk değil. İsrail, kendi yaptığı bu tür operatif koşullanmalara alışkındır; bu tür çalışmaların insanları nasıl derinden etkilediğinin farkındadır; buna rağmen İsrail’in kızgınlığının gerçekte Ayrılık dizisi ile ilgisi çok az.

İsrail, TRT’de yayınlanan diziden aşırı bir şekilde rahatsız olmuş gibi yapıyor; rahatsız olduğunu her yöntemle dile getirip kendince koz saydığı şeyleri masaya sürüyor. Hollywood, Yahudi sermayesiyle sayısız filmler ve belgeseller yaparak iddia ettiği Nâzi soykırımını, İnsanlığın görsel hafızasına her bir ayrıntıyı koordine ederek yerleştirmişti. Ama biliyordu ki; insanları eklenmiş genişletilmiş senaryolarla sonsuza kadar kendisine inandıramazdı.

101. Analiz: Cennet-Cehennem ve İbn-i Arabî ile El Cilî'de Cehennem’e Övgü -22.08.2009-


“Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Hayır; ileride bileceksiniz! Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz! Hayır, kesin olarak bir bilseniz. And olsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz. Yine and olsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz “ -Tekasür 1-8-

Cennet ve Cehennem nedir? Cennet ve cehennem neden vardır? Bu iki soru insan için çok önemlidir. Önemine binâen bir çok dinî veya felsefî metin/öğreti bu iki temel gerçeği kendi değişkenlerini kullanarak anlatır. Herhangi bir dinin -kaynağın sadece Allah olduğunu idrâk ederek- köken olarak insan üretimi olma olasılığını sıfır olarak kabul edersek, cennet ve cehennem ile ilgili başlangıç tanım ve tasvir değerleri ile son bildiri Kur’an’daki tanım ve tasvir değerleri arasında herhangi bir farkın olmaması gerektiğini görürüz.

100. Analiz: Türkiye’nin Yaşlı Kurtlarla Dansı/ Batı Çökerken Stratejik Hamlelerle Büyüyen Türkiye -29.09.2009-

Bugün, Batı’nın toptan çöküşünü izlerken tarihe tanıklık ediyoruz (Gelecek kuşaklar bu günleri daha kolay analiz edebileceklerdir). Siyâsî, ekonomik, toplumsal ve ahlâkî tüm değerleri çözülmüş olan Batı, Ortaçağ’ın karanlık günlerine geri dönüyor. Fakat Batı bu kez sadece Avrupa’dan müteşekkil değil; Amerika Kıtası ile birlikte Batı’nın tüm kurum, kuruluş ve kültürünü taşıyan/ besleyen Dünya’nın görece ileri tüm ülkeleri aynı kategoride, aynı yelkenlinin içinde. Bu ülkelerden son yedi yılda(1 Mart Tezkeresi’nın reddi sonrası) kendine özel bir form üretmeyi başaran tek ülke Türkiye ve Türkiye görece ileri diğer ülkelerden ayrık ve öze dönüş yolunda olduğundan bu tasnifin dışında kalıyor.

 Muhakkak geri bırakılmış/sömürülmüş ülkelerin tümü Vahşi Kapitalizm’in kurucusu ve sürdürücüsü Batı’nın tüm vantuzlarıyla birlikte eriyip gitmesini, yok olmasını içtenlikle arzular ve bunun için sadece dua ederlerdi. Fakat bugüne dek yaşanan sıcak ve soğuk savaşların planlanan terörist faaliyetlerin hiçbiri Batı’nın kendini korumasını sağlayamadı. Batı, sadece ve yalnızca azalan ve yaşlanan nüfus, iyi eğitilemeyen, ahlâkî çöküntüye uğramış nesiller ve zorunlu ihtiyaçların sağlanamaması (beslenme, barınma, korunma ve sağlık hizmetlerinin ve bu hizmetlerin finansmanının yetersizliği) gibi doğal nedenlerden dolayı çöküyor. Sömürülmüş, çatıştırılmış ülkelerin insanlarının duaları kabul edilmiş görünüyor.

99. Analiz: Eleştirel Bir Analiz; Bir Portre-Bir Kitap/ Prof. Seyyid Kutub-İslam'da Sosyal Adalet -29.07.2009-

"İhtiyaç kadar insanı zelil eden bir şey yoktur. Aç karın öyle ulvi mana falan tanımaz" Prof. Seyyid Kutub

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1949 yılında Mısır'da ilk Arapça orijinal baskısı, Cağaloğlu Yayınevi tarafından İstanbul'da 6 Şubat 1962'de ilk Türkçe baskısı,1964'de ikinci baskısı ve 26 Haziran 1968 'de üçüncü baskısı yapılan kitabın 'Nâşir' tarafından yazılan Önsöz'ünden;

"Halbuki memleket evlâtlarına asgarî islâmî kültür bakımından bazı bilgilerin doğru, kısa ve metotlu olarak verilmesi de bir zarurettir. Bu ölçülerle İslâmiyyetin ibadet kısmına dair eserler varsa da İslâmın ictimâî ve ahlâkî vechesine müteallik maksadı temin edecek Türkçe eser bulunmamakta idi. Bu ihtiyâcı karşılamak gayesiyle, bu sahada yazılmış eserler içinde müstesna yeri bulunan Prof. Seyyid Kutub'un "İslâm'da İctimâî Adalet" adlı eserinin 1958 yılında Kahirede münteşir 5. baskısından metne tamamiyle sadık kalınarak tercüme edilen işbu kitabın ..."

98. Analiz: Yaz Kur'an Kursları Mantığı Elitist Dayatmanın Ürünüdür -14.07.2009-

Din eğitimi ve öğretimi gibi yüzlerce yıllık büyük bir sorunu mevcut eski durum-çerçeve üzerinden düşünmek yeni Türkiye için gerçekten sıkıntı vericidir. Türkiye, tüm kurum ve kuruluşlarına yeni durumuna uygun bir mantıkla bakmalı ve bu mantığa uygun yeni kurumlar ihdas etmelidir; iç ve dış kompozisyonlarda egemenlik oranı hızla artan bir ülke olarak kendi çocuklarına gerçek bir din eğitimi verebiliyor olmanın modellerini geliştirmek zorundadır.
...
Yeni Türkiye'nın derinlikli vizyon sahibi idarecileri eski egemen elitlerin yönerge ve yönlendirmelerine dayanarak geliştirdikleri ve yerleştirdikleri sağlıksız eğitim-öğretim metodlarını ve yarı kurumsal eğitim süreçlerini tamamen ortadan kaldırmakla mükelleftirler, onları aynı dar çerçevede modernleştirmekle değil. Hemen şimdi yapmaları gereken bu değişiklikler sonraki nesillere insan olarak duyulması gereken saygının gereğidir. Yaz Kuran Kursları uygulanan yöntem ve teknikler ne kadar modernize edilirse edilsin pedagojik olarak daha etkin ve iyi sonuçlar veremeyecek kadar ilkeldirler. Pedagojik eğitim süreçlerinden geçmemiş, geleneksel dinî eğitim-öğretim yöntemlerine dair birikimi bulunmayan cami görevlilerinin -ne kadar iyi niyetli olsalar da- bu işten beklenen verim için yeterli olamayacaklardır. Yürürlükte yasa ve yönetmelikler doğrultusunda yapılan Din eğitimi ve öğretimi şu andaki yetersizliklerinden kurtulamayacaktır.

97. Analiz: İnsanların Hak Alanları Paralelinde Demokrasi ve Hilâfet Tartışmalarına Serin Bir Bakış -31.07.2009-

İnsanları yönetmek neden önemlidir? Ya da insanlar neden yönetilmek isterler ve yönetilmeyi önemserler? Yönetmeyi isteyenler ile yönetilmeyi isteyenler bu önemi aynı oranda mı hissediyorlar? Bu sorulara cevap verilmeden herhangi bir yönetim şeklini tartışmanın bir yararı olmayacaktır. Nitekim bu tür tartışmalardaki samimiyetsizlikler yüzünden ortaya çözümcü bir sonuç konulamamaktadır.
...
Yönetmeyi isteyenler ile yönetilmeyi isteyenlerin bu önemi aynı oranda hissettikleri kabul edilerek düşünülürse varılacak kanaat şu olmalıdır: Yönetme-yönetilme önemliyse ve temelde insanların hak alanında,güvenlik ve hayat alanlarının sınırlarının korunmasında adaletin sağlanması gibi bir hedef varsa bu yönetmeyi isteyenlerin sorunu değil yönetilmeyi isteyenlerin sorunudur ve yönetilmeyi isteyenler tercih ettikleri bir kişi/kurum ve sistem tarafından yönetilme hakkına sahip olmalıdırlar; yönetmeyi isteyenlerin tercih edecekleri kişi/kurum ve sistem tarafından değil. Aslolan budur: "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz". Aksi halde yönetmeyi isteyenlerin daha baskın bir oranda yönetmeyi önemsedikleri durumlar hâsıl olacak "Nasıl istersek öyle yönetilirsiniz" hükmü geçerli olacaktır. Bunun adı da 'Dayatma'dır ve dayatma ile hükümdârlığını sürdürmek isteyen kişi ve kurumlarla ilgili sade ve insan kulaklarının alışkın olduğu rejim türlerinin temeli olan 'Dikta' dan başka bir şekil ortaya çıkmaz. Demokrasi ve Hilâfet tartışmalarına bu serin düzlemde bakmak yarar/fayda umanlar için yararlı/faydalı olacaktır.

96. Analiz: Medya Baronları'nın Milletle Savaşı -14.09.2009-

Standart İnsan Zekâsına Hakaret Edenler, Aydın Doğan ve Medya Baronları Meselesi

“Erdoğan’ın yerinde olsam derim ki, “Benim ülkemde sivil toplum örgütleri hürdür, istediğini söylerler, basın hürdür, istediğini yazar. Ben İran, Irak, Pakistan’ın başbakanı değilim. Ben batı Avrupa ülkeleri gibi bir ülkenin Başbakanı’yım. Türkiye ile övünürüm. Basın özgürlüğü de son derece fazladır.”” Aydın Doğan, 05.03.2009, Amberin Zaman, Röportaj, Taraf gazetesi

Eylül 1996’da Başbakan Erbakan ve Yardımcısı Tansu Çiller Medya’nın devlete olan borçlarının ertelenmeyeceğini deklare etmişlerdi. Bu bir savaş ilanıydı. Bizler, bu ülkenin en karışık dönemlerinin yeni yetişkinleri endişelenmiştik. Güçbela kurulan Refah-Yol hükümeti 1991’den beri süren siyasi istikrarsızlığı sona erdirmişti. Görülen o ki; Hükümet Medya’nın yıllardır süren soygun düzenine artık dur diyecek, sürekli ertelenen kredi borçlarını bir kez daha erteletmeyecekti. Faiz yüksekti, basın ödenmeyen kredilerle tatlı para kazanıyordu. Ve Refah-Yol hükümeti denk bütçe gibi yüksek bir hedef koymayı planlıyordu. Bu alışılagelmiş ekonomik sefahâtın sonu anlamına da gelmekteydi. 1994’de büyük bir devalüasyon yapan dönemin başbakanı Çiller ekonominin nasıl ve kimler tarafından kilitlendiğini fark etmişti ve Erbakan’la birlikte büyük bir savaşa hazırlanmıştı.

95. Analiz: Tarikat-Cemaat Cenderesinde Kul Psikolojisi -01.09.2009-


“O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir...” -En’am 61-


"Diğer kitapları tahrif edip temel dinî hükümleri değiştiren ve temel mesajı bulanıklaştırıp anlaşılmaz kılan güçlerin insan ve iradesi üzerinde diledikleri baskıyı kurup arzu ettikleri bireysel ve toplumsal değişimi sağlamayı amaç edindikleri aşikârdır. Bireyi değiştirmek, toplumu değiştirmeye başlamanın ilk adımıdır."
...
İnsan iradesi üzerinde tahakküm kuran belli başlı güçler vardır. Biz bunları içten dışa doğru incelersek nefsi, aklı, iblisi, aileyi, dâhil olunan küçük grupları- cemaatler, tarikatler, dernekler- toplumu, idarî ve kanunî zorunlulukları ve hepsinin temel çerçevesini oluşturan dinî emirleri ve din dışı postulatları sıralayabiliriz. Saydığımız her bir güç özel bir güçtür. Her bir gücün bireyin özgür iradesi üzerinde kuşatıcı ve baskı kurucu özelliği vardır. İnsana şah damarından daha yakın olan en büyük gücü, Allah’ı, bu baskı gruplarından ayrı tutarak incelememizi sıraladığımız gruplarda sürdüreceğiz.

94. Analiz: Dünya İçin Türkiye -19.06.2009-


Sismik dalgalarla derinden sarsılan güzel ülkemiz, onu dışarıdan deney farelerinin bulunduğu bir kutu olarak görenlerin düşüncelerinden yola çıkılarak veya içerden, sudaki balıkların gözlerinden bakılarak değerlendirilemez; ancak ve ancak bu ülkenin ve Dünya insanlarının menfaatlerini ve huzurunu hedefleyen aklı-ı selim insanlarca değerlendirilebilir.

Bizler, Dünya’nın geldiği zamanın kesif bu aralığında bir dönüşüm sürecinin evrelerini Türkiye’de basamak basamak yaşayan insanlarız. Bulunduğumuz basamaklar da her birimizi yetkin ve haklı çıkaracak perspektifler edinebildiğimiz basamaklardır. Görünürde bir kaosa hizmet eder gibi duran basamaklarımızda ürettiğimiz düşüncelerin her biri içinde bulunduğumuz dönüşüm sürecinin kalitesine olumlu katkılar sağlayacak, dönüşümü zengin içeriklerle besleyecektir.

92. Analiz: Evlilik -06.06.2009

“…Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz…” -Bakara 187-

Stratejistler ne der bilmem; ama insan hayatının en stratejik kararları ‘evlilik’ konusunda alınan kararlardır. Evlilik kavramını şirket ortaklıklarında bile kullanan insanlar, ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde de bu kavramı kullanmakta bir beis görmüyorlar. Hatta evlilik kavramını kullanarak ilişkilerin ciddiyet düzeyini belirleyebiliyor, birçok devletin biraraya geldiği birliklerde ayrılmaz bütünleşmeyi vurgulayan katolik nikâhı’ndan bile bahsedebiliyorlar. Evlilik, ciddi bir kurum olduğu için ciddi koşullar barındırır. İnsanların böyle hayatî bir konuda karar verirken titizlenmelerini de bu sebeple doğru anlamak gerekir.

Mevcut evliliklerden her hangi birinde doğmuş ve büyümüş bulunan insanın gözlemlediği ve analiz ettiği ilk evlilik örneği, ebeveyninin evliliğidir. Genellikle ferdin, evlilikle ilgili hayal standartları bu ilk örnek incelenerek elde edilmiştir. Sonraki örnekler, masallardan, kitaplardan,dizilerden ve fimlerden devşirilmiş; elde edilen görsel ve zihinsel deneyimler ilk örnek dışında, yakın akraba/komşu evliliklerinde denetlenmiştir.

Müstakbel bir eş olarak çocuk, masalların gerçeküstü söylevlerine farkında olmadan kapılıp giderken, gerçek, ebeveynin evlilik içi ilişkilerinde kendini, kendi çıplak doygunluğunda umarsızca tanıtmaktadır. Fert, evlilikle ilgili kanaatlerini bu dual algılamanın bulanık sularında oluşturmaya devam eder. İlk gençlik dönemlerinde evliliğe dair tepkilerin bir kısmı evliliği tümden dışlayıcı, diğer bir kısmı da ideal evliliği önceleyici/sağlayıcı doğrultularda sürüklenir.

93. Analiz: Neden Ahmedinejad? -15.06.2009-


Dünya yeniden şekilleniyor. Ve bu şekillenme I.ve II. Dünya Savaşları öncesinde yaşanan şekillenme sancılarından çok daha farklı bir bunalımın sancılarını yaşıyor/yaşatıyor. İnsanlık tarihinin ilk ve tek vizyonsuz şekillenmesi gibi görünse de bu şekillenme, bilgi, güç ve ideoloji çatışmalarıyla yaşanan bir şekillenme değil. Demografik unsurların egemen stratejistleri baskı altına almasıyla başlayan ve alışılagelmiş kapitalist argümanların tıkanmasıyla da zirveye çıkan bu büyük insanlık bunalımı, insanları ve ülkeleri yeni şekillenmenin merkez motor ülkelerinin hızla değiştiği ve çeşitlendiği bir çalkalanmaya doğru çok yüksek bir hızla itiyor. İnsanlık çok ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya.

Amerika Birleşik Devletleri’ni dış politika parametrelerini tamamen değiştirmeye ve diğer ülkelerle eşite yakın ilişkiler geliştirmeye zorlayan, İngiltere’yi milletvekili maaşlarını tartışmaya mecbur bırakan, Rusya’yı diktatörlük özellikleri hızla artan bir toplumsal teslimiyete sürükleyen, Avrupa Birliğini Almanya ve Fransa’nın ulusalcı çıkarlarını koruma politikalarına mahkûm eden ve sayılan ülkelerin peyki konumundaki ülkeleri kimi zaman demokratik, kimi zamanda totaliter nitelikleri artan ülkeler olmak gibi iki seçenekle baş başa bırakan bu büyük insanlık bunalımında İki önemli ülke Türkiye ve İran insanlık için çok önemli bir yerde, önemli sonuçlar doğuracak merkezler olarak büyük bir sorumluluk taşımaktadırlar. Bu sorumluluk onlara Dünya’nın yeni merkezinin denge ayakları olmak dışında bir ikinci yol sunmuyor. Türkiye ve İran’ın odak olarak alındığı yeni eliptik yörünge Dünya’nın her türlü akış hikâyelerini etkileyecek bir güce ulaşmış durumda ve bu iki ülkenin siyâsî tercihleri tıpkı I. Ve II. Dünya savaşlarında yaşanan kutuplaşmalar benzeri kutuplaşmaları eskiye oranla çok daha fazla etkileyecek niteliktedirler.

91. Analiz: İran’da 10.Cumhurbaşkanı Seçimleri Üzerine Bir Analiz -23.05.2009-


Yerküre’de kapitalist ülkeler ve bu ülkelerle derin ilişkileri bulunan diğer bağımlı ülkeler büyük bir ekonomik depremle sarsılır, hatta yerle bir olurken (Standard & Poor's derecelendirme kuruluşu, İngiltere'nin borcunun GSYİH'sinin yüzde 100'üne yaklaşması nedeniyle bu ülkeyi negatif izlemeye almış ve AAA notunu kaybedebileceğini açıklamıştı) Dünya’nın merkez bölgelerinden birinde, Güneybatı Asya’da, İran’da 12 Haziran 2009’da 10.Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesinin beklendiği bu seçimler Türkiye ve Dünya için çok boyutlu sonuçlar doğuracak niteliktedir.

ABD’nin Pakistan ve Afganistan üzerindeki ahlaksız senaryoları ve bu senaryoların uygulanışı aralıksız bir arsızlıkla sürüyor. Usame Bin Ladin’in ardından Afganistan’a girdiğini iddia eden ve hedefine Taliban’ı koyan ABD, Pakistan siyasi haritası ve siyasi zevâtı üzerinde oynadığı ölümcül oyunlarla müdâhale alanını genişletmiş ve Afganistan ile Pakistan’da sivil halkın büyük kayıplar verdiği operasyonlara girişmiştir(Operasyon bölgesi Swat Vadisinden iki milyon insan göçmek zorunda kalmıştır). Oysa Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, Pakistan güvenlik güçlerinin 2001 yılında Usame Bin Ladin'i Afganistan'da yakaladığını, ancak ABD askerlerinin onu kaybettiğini öne sürüyor ve serbest bırakıldığını ima diyordu (Mahir Kaynak, Star Gazetesi, 23.05.2009) Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilimi tırmandıracak terör olayları yaşanmış ve Dünya’nın tarihinin gömülü bulunduğu bu bölge kan gölüne dönüştürülmüştür. Irak’ta hayatını kaybeden yaklaşık iki milyon insana ek olarak Pakistan’da ve Afganistan’da ABD’nin insansız savaş uçaklarının saldırılarına bağlı olarak hayatlarını kaybeden insanların sayısı her geçen gün artıyor.

90. Analiz: Bebeği Rahimden Kazımak(*) -18/05/2009


Erzurumlu İbrahim Hakkı ile Charles Darwin’in insanın atası olarak allayıp pulladığı bir maymunun, modern insana dönüşmemiş hallerinin herhangi birinde, kendi rahmindeki bir yavru maymunu özel aletlerle parçalayıp öldürerek rahminden kazıyıp tahliye etmesini, maymundan evrilerek insana dönüşmüş olduğuna inanan modern insan bile tasavvur edemez. Hiç bir felsefî diyalektik bu tasavvuru imkânlı hale getiremez. Çünkü; Australopithecus - Homo habilis-Homo erectus-Homo sapiens neandertalensis tür zincirindeki herhangi bir maymun bu vahşeti sergileyecek niteliklere, bilgiye ve irâdî özgürlüğe sahip değildir. Ancak tür zincirindeki son halka olan Homo sapiens sapiens (modern insan) bu vahşeti sıradan bir işlem olarak algılamakta ve kolaylıkla yapmakta; modern nüfus planlaması adı altında kendi çocuklarını doğmadan öldürmektedir.
...
Kürtaj sonrası, rahimden tahliye edilen insan yavrusunun- bebeğin- parçalanmış organlarının sergilendiği video sunumları insanın insana yaşattığı ve onun yaşama hakkını elinden aldığı vahşeti sergilemesi açısından önemli kanıtlardır(1). Bu sunumlarda bir metal paranın boyutları kadar olmayan öldürülmüş insan yavrusunun organlarını izleyebilirsiniz; vücutlardan koparılmış, gözleri kapalı minik başlar, parçalanmış kollar, kimi zaman atmaya devam eden bir kalp, minik bağırsaklar ve diğer organların tümü.

89. Analiz: Ordu, Siyaset ve Din -06.05.2009-

Türkiye Cumhuriyeti’nin ordu, siyaset ve din eksenli çatışmalarla meşgul edilerek tarih sahnesinden geriye çekilmesinin kökenindeki sebepler Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki alışkanlıklardan beslenir. Güçlü bir devlet olmanın yolunun siyaset ve ordu işbirliğinden, emir-komuta zincirinin sivil otoriteye bağlı olmasından geçtiğini; Din’in bu işbirliği için en gerekli vizyonu sağlayacak olan bir tutkal olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Aksini iddia edenler Cumhuriyetçi son ABD Başkanı G.W.Bush’un süper güçlere sahip ordusunun Irak’a saldırı motivasyonunu sağlamak için güçlü tarihî kökenlere sahip ‘Haçlı Seferi’ söylemini zemin olarak kullandığını unutmuş olmalıdırlar. Yine Irak Savaşı’nı bir hezimete dönüştüren, ardından bir an önce İran’a saldırmayı öneren siyasetçilere ABD Genel Kurmay Başkanı’nın ve Irak İşgal Ordusu Komutanı Amerikalı General’in verdiği tepkinin siyasetçi asker işbirliğini sona erdirmiş olduğunu da hatırlatmak gerekir. Siyaset ve asker arasında bozulan işbirliği ABD’nin Ortadoğu da gerilemesine neden olmuştur. Tıpkı Osmanlı’nın Kırım’da Fokşan ve Boze Savaşlarında 120 bin askerle 8 bin kişilik Rus Ordusu’na yenilmesi sonrasında başlayan yıkım gibi. Değişimi isteyen bir siyaset, değişime karşı koyan asker ya da tam tersi bir durum; değişim isteyen asker ve değişime karşı koyan siyaset; sonrasında yıkım.

88. Analiz: İslâm, Felsefe ve Tasavvuf -06.04.2009


Öncelikle tertemiz üç soru soralım? İslam'ın derdi ne? Felsefe'nin derdi ne? Tasavvuf'un derdi ne? Sonra temiz cevaplar bulalım. Çok zor değil bu iş.

Felsefe'nin derdine bakalım kısaca. Felsefe, Bilgi'nin peşine düşer. Evren’e, varlığa ve varlığın oluşumuna dair sorular sorar. Burada İslam'la çelişen bir tarafı yoktur. Zira Kur'an sorular soran insanlara cevaplar verdiğine göre aslında İslam Felsefe'nin kafasını karıştıran soruları ve cevapları kesin bilgiyle temize çıkarır. Bütünleşiktir bu anlamda felsefe ve İslam. Ancak felsefe'nin filozoflar tarafından saptırılan hedefleri, işleri karıştırır. Kir ve pislik burada başlar. Yani insanın ve iblis'in megaloman standartları felsefenin temiz yapısını bozar.

Filozof subjektif nedenlerle sorularını çirkinleştirir. Yerküredeki ve evrendeki bilginin asıl kaynağının ne olduğuna dair fikri bulunmayan filozofun bilginin kaynağı olarak insanı ve insan aklını öncelemesi çarpıklığa ilk sapma açısını kazandırır. İşin gerisi filozofu aynı açının daha da genişlemesine ve evrensel bilgiyle zıt yönlü olmasına doğru sürükler. Bu açıktır; günümüz kanıtlanmış göreli kuramlarının tamamına yakını filozofların yanıldığını ve sapma açılarının gerçeğe zıt olduğunu göstermektedir. Antik çağ filozofunun evren ve zaman bilgisi, mikro ve makrokosmos varlık bilgisi tamamen yanlıştır. Ancak dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. O filozofların sapmış açılarla gördükleri şeyler, öncelikle sapmanın tesbiti, önermelerin yanlışlığında ve gerçeğe ulaşılmasında olumlu sonuçlar elde edilmesinde kullanılmıştır. Farklı açılarla elde edilen yanlış bilgi, doğru bilgiye ulaşılmasında sınırların daralmasına hizmet etmiştir.

87. Analiz: Türkiye'de "Sol" Bir İslâm Tasavvuru Gerekli mi? -28.04.2009-


İslâm'ın sağ veya sol tasavvuru'nu gereksiz bulan bir anlayışın daha doğru olduğunu düşünüyorum. İslâm kendisini tarif ve realize etmek için birbirinin tezi-antitezi olan ince komplo ürünü izmleri gerekli bulmaz. Evet, şu anda Dünya'da yaşanan bir realite var; Kapitalizm ve Komünizm(Sosyalizm) dualistiğine bağlı düşünceler alternatif alt kanallar oluşturmuş durumdalar. Ve bu alt kanallardan beslenen tâli düşünce yollarının olması da normaldir. Ancak geldiğimiz yüzyıl her iki temel izm'in yetersizliğini kanıtlayan sosyolojik, psikolojik, siyasi ve iktisadi gerçekleşmelerle doludur. Yani Kapitalizm ve Komünizm kuramsal anlamda önemli temellere sahip olsalar bile, artık çok fazla gerekli değiller.

Vatikan'ın ve Fransız ekonomistlerin İslam'i bankacılığın artık incelenmesi ve kabullenilmesi şart olan bir ekonomik gereklilik olduğundan bahsetmeleri, tek başına faizsiz bir bankacılıktan bahsediyor oldukları anlamına gelmez. İslâm'ı bir bütün olarak algıladıkları anlamına da gelebilir. Zaten izmlerden edindiğimiz tecrübe izmlerin bir bütün oldukları sonucuna götürmüştü insanlığı. Parça-bütün ilişkisi İslâm için de geçerlidir. Ticaret ahlâkı olmadan kâr payı zemininde bir bankacılıktan bahsedemezsiniz. Ticaret Ahlâkı'nı, bağlı olduğu ahlâk sisteminden bağımsız düşünmeniz de mümkün değildir. Bu zincirleme, gereklilikler ilişkisine bağlı olarak bütünü gerekli kılar. Batı zaten çâresiz kaldığı için bu alternatifi gündeme taşımıştır. Psikoloji, sosyoloji, siyaset ve iktisat yeni dönemde kullanacağı parametreleri önerdiği yeni sistemden almak zorundadır. Eski'yi olduğu gibi dışlamadan da yeni bir bütünü hayatın tüm alanlarına teşmil ettiremez.

86. Analiz: Barack Hüssein Obama Neden Türkiye’de? -02.04.2009-


“Bu analiz, 21.Yüzyıl Dünyası'nın kalın ayrıntılarının fotoğrafını çekmek için yapılmıştır”

Dünya, 2008 Krizinden doğacak polifather (çokbabalı) çocuğa ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ adını takacak mı? Dünya’da neler oluyor? Bugün yerkürede yaşayan her insan, yer kürede yaşananlar hakkında, yetmiş yıl önce yaşayan herhangi bir insanın kendi döneminde bildiğinden daha fazla şey biliyor. Ancak bildikleri, bilmediklerini içeren gelecek için onu daha çok endişelendiriyor. Hepimiz, Dünya’nın bütün insanları, büyük bir tedirginlik içinde sıkışan, alışageldikleri güç gösterilerini sergileyemeyen büyük Devletlerin- bu devletler kendi devletlerimiz olsalar bile- başımıza açacakları belalardan kaygı duyuyoruz. Türkiye’de yaşayan bizler, Dünya’nın ekonomik krizle tetiklenen büyük kaos’unu derinden hissetmesek de büyük çatışmaların bizleri etkilememesinin mümkün olmadığını biliyoruz. Ve bundan sonra neler olacağını bilmek istiyoruz. Çünkü; yüzlerce yıldır ilk kez egemenliğinin farkına varan bir devletin vatandaşları olarak bunun tadını çıkarmak istiyoruz. Ülkemizin çok hâzin bir hikâyesi var. Ama şimdi o yeniden tarih yazmanın eşiğinde. Gün geçtikçe de büyüyor. Bu olumlu havayı teneffüs eden Türkiye, doğal olarak tedirgin. Kaygılara rağmen cesur adımlar atılmaya devam ederken, Türkiye’nin insanları geleceği -yeni alışkanlıklarla- daha fazla öğrenme ihtiyacı duyuyorlar.

85. Analiz: Özgürleşme; Kabala, Ruhbanlık ve Tasavvuf Prangalarından Kur'an'a Sığınarak Kurtulmak -15.09.2008-


"Gerçekte özgürlük, sözlükteki anlamıyla asla var olamayacak bir hayaldir. Sözlük anlamında mümkün olabilecek olan tek ve gerçek şey "insanın karar verme gücü olma hali" dir. Ve Allah, insana ancak bu gücü vererek özgürlüğünü mümkün kılmıştır. Mümkün kıldığı bu özgürlüğü ayetleriyle de sınırlayarak, insanın karar verme gücünü kendisine ibadete hasretmesini emretmiştir." Seçkin Deniz

Üçüncü binyıl Müslümanı’nın bilimin evrenin bilinmezlerine getirdiği açıklamaları -tüm sınırlılıklarına rağmen- artık düşünce sistematiğinde kullanabilmesi gerekiyor. Bilhassa itikât algılarının Vahy'in aslî unsurlarına yaklaşması adına bu aynı zamanda geciktirilmeden yapılması gereken büyük bir operasyon olmalıdır. Hilâfet'in ilgâsından sonra, strateji geliştirme özelliği ortadan kalkan İslâm Dünyası'nın, Amerika Birleşik Devletleri'nde sıkça tartışılan fikir babalığını 1802 yılında İngiliz Anglikan din adamı William Paley'in yaptığı 'Akıllı Tasarım Kuramı(*)'ndan medet umması, üç yüz yıllık aşağılık kompleksi'nin klasik sonuçlarından biridir. Vatikan, İngiliz Anglikan ve Alman Protestan Kiliselerinin popülarize ettiği, finansmanını sağladığı bu proje, Ateizmin köklerini kurutacak gibi görünüyor olsa bile, ortaya çıkacak olan sonuçlar Vahy'in aslına uygun düşüncelerin üretilmesine doğrudan aracılık etmeyecektir. Çünkü; izlenen yol varılmak istenen hedefi muharref dinler karmaşasına sürükleyecek ve bu yolda elde edilen bilimsel veriler, gerçek din algısının yükselmesinde insanlığa hizmet etmekte zorlanacaktır.

84 Analiz: Kutsal Metin Uzmanları/Mühendisleri ya da Kifayetsiz Muhterisler -22.03.2009-


Türkiye ve Dünya değişiyor, ama insanlığın alışkanlıkları değişmiyor. Kişilerin Kutsal Metinler üzerinde yaptıkları yorumlarda kendilerini haklı çıkarmak gayesiyle planladıkları tahrifatla Tevrat'ı, Zebur'u ve İncil'i hükümsüz kıldığını bilen Müslümanların, neden aynı yolda ilerlediğini anlamak artık güç değil.

Şükür ki; Kur'an'ın mahfuz kimliğinde tahrifat yapamıyorlar. Yaptıkları sadece meâller üzerinden savaşmak. O mealler üzerinde diledikleri gibi tahrifat yapabilen insanların, insanlar üzerinde egemen olmak gibi bir amaçları olduğu açık değil midir?

Allah rızâsını hedefleyen samimi bir niyet, nifâk'a giden yollardan uzak kalmaz mı? Bu uzaklığı/mesafeyi anlayamayacak olanın da kalkıp bu tür işlerle meşgul olması ayan beyan kötü niyet değil midir? Her kişi Kutsal Metinlere hürmeti aşan yaklaşımlarda bulunduğu vakit sıradan günahkârlardan daha büyük sorumluluklar yüklenir. Bunu bilmiyorlar mı?

83. Analiz: Siyaset'in Alacakaranlığında Suflî Kesişmeler ve Çekişmelerle Açığa Çıkan Entelektüel Rezâlet -28.02.2009-


"Artık sırlar, sahipleriyle mezara gidemeyecek kadar kısa yaşıyorlar." Seçkin Deniz

Kişideki bilgisel birikim zekâ, akıl, ahlâk, cesâret ve yüksek bir hedef gibi vazgeçilmez şartlar olmadan entelektüel birikime dönüşmez. Entelektüel birikime sahip olmanın getirdiği en önemli özelliklerden biri de her türlü iç/dış sarsıntıya ve kişinin suflî istek ve beklentilerine karşı edindiği standartların dayanıklılık düzeyidir.
...
Entelektüel sıfatına hâiz olabilmek, her türlü baskı ve çıkar gruplarına karşı tepki verebilmek demektir. Ancak, bu önermenin tersi doğru değildir; tepki verebilmek her zaman entelektüel olmak demek değildir. Tepkilerin çeşitliliği nedensel farklılıklara bağlıdır. Bu sebeple kişisel ve kurumsal tepkiler meydanı olarak siyâset tepkisel çeşitliliklerle ortaya çıkan kesişmeler ve çekişmelerle doludur. Bu da siyâsetin doğası için olağan ve sağlıklı bir formdur. Siyâsetin varoluş gerekçeleri de bu istekler ve beklentilerin olası gerçekleşmelerini sağlamak amacına matuf eylemlere dayanır.

82. Analiz: Düşüncelerin Dinamikleri ve Fikirlerin Değişkenleri-27.12.2008-


Zihinsel İşletim Sisteminin Kavranmasına Dair İlk Sistem Simülasyonu

Düşüncelerin olgunlaşarak fikirlere dönüşmesi sürecinde, düşüncelerin canlılığını sağlayan ve onları kişilikli birer yapı olan fikirlere dönüştüren dinamiklerin ve değişkenlerin fikirler için taşıdığı anlam, madde'nin bilinen en küçük yapıtaşı olan kuarkların, leptonların, elektronların, protonların ve atomların madde için taşıdığı anlamla aynıdır ve bilgi bu anlam bütünlüğünü sağlayan temel araçtır. Düşüncelerin dinamiklerinin her biri kendi varlık bilgileriyle- genetik/yapısal bilgi- donanmıştır; bununla birlikte düşüncelerin dinamiklerinin birbiriyle ilişkilerinde gerekli olan bilgi, sadece varlıktan gelen bilgi değil, varlık bilgisiyle birlikte kişiye özel edinilmiş/öğrenilmiş olan bilgidir.  Düşüncelerin dinamikleri ve fikirlerin değişkenleri, bilgiyle işleyen süreç sonunda oluşan fikirlerin kişiliği ve karakterleri üzerinde kurgu düzeyinde etkili oldukları kadar, fikirlerin iskeletleri, organları, dokuları ve sistem işleyişleri üzerinde de hüküm sürerler. Bu sistemin işleyişinin kavranması için eski kurgulardan tamamen bağımsız olarak bir zihinsel sistem simülasyonu oluşturmak gerekecektir; bu simülasyonu oluşturalım ve işleyişe bakalım.

81. Analiz: Kaynak-Keşif Algoritmalarında İlerleyen Çığ: Bilgi -19.02.2009


"Bilgi herhangi bir insana topyekun olarak verilmiş değildir. İlk insan'ı ve son elçi'yi analizin kapsamında değerlendirmezsek, bilginin yerkürenin ömrü ve insanın varoluşu süresince yaşadığı keşif seyri, bize ardışık buluşlar dizini olarak görünecektir..."
...
Herhangi bir bilgi avcısı kendisinden önceki "doğru" tesbit edilmiş ve kanıtlanmış kanunları/yasaları bilmeye mahkumdur; aksi halde yapacağı herhangi bir keşfin kanıtlanabilirliği mümkün olmayacak ve yeni "doğru" sonuçlara ulaşmak imkansız olacaktır. Buna bağlı olarak,bilgi'nin herhangi bir insanın hakimiyet alanında olamayacağını görmüş olmamız gerekir. Zaten bunun böyle olduğu bilinmektedir...

80. Analiz: İlk Çığlık: ” Bir Soykırımın Göbeğindeyim(*)" ve Gezegenin Tercümanı Olmak -03.02.2009-

“Cesaret de büyür mü?” Rachel Corrie (*)

“Bugün yerküre başarılı olup olmayacağı kuşkulu ,ama umut dolu, yeni bir ‘barış için savaş’ deniyor; insanlar bireysel olarak tavır alıyorlar ve tüketim tercihlerini değiştirerek eli kanlı savaşçıları besleyen damarları kurutmayı seçiyorlar. Eski tür stratejiler tarihin derinliklerine gömülüyor. Bilgiye ulaşmada sınırların kalktığı yeni yüzyıl yeni mücadele araçlarını gerektiriyor. Yeni savaşlar insanlığın gelişimine paralel olarak, fiziksel güçlerden değil, sözlerin ve tercihlerin gücünden beslenecekler.” Seçkin Deniz

İsrail’in Gazze’de çocukları, kadınları ve diğer sivilleri öldürdüğü 27 Aralık 2008 saldırısının devam ettiği günlerde, sözümona ateşkesi görüşmek için İsrail’e gelen BM Genel Sekreteri Ban Ki- Mon’un İsrailli yöneticilerle yediği yemekte attığı kahkahalar Dünya’nın kulaklarını tırmalarken aynı zamanda Gazze’deki BM binaları ve okulları da bombalanıyordu. Ki; BM Sekreteri, BM Güvenlik Konseyi’nin güç bela(ABD’nin İsrail’in baskısıyla ancak çekimser kalarak zımnen desteklemesiyle) aldığı saldırıları durdurma kararını hiçe sayan İsrailli yetkililerle görüşmek üzere ayaklarına gittiğini de unutmuştu. Ban Ki-Mon Tipik bir Siyonist çembere alınmışlık duyarsızlığıyla olayları izliyor ve büyük bir zavallı olarak ‘Aşağılık Sessizliğin Resmi’ne karikatür karakteri olarak giriyordu. Karikatürlerde O artık ABD, AB ile birlikte Gazze’deki kan gölünü izleyen Dünya kafalı bir karikatür karakteriydi. Gezegen için BM Genel Sekreteri en iyimser bakışla da olsa artık bir tercüman değildi, bir hak savunucusu değildi.

79. Analiz: Beyaz Yakalı Gangsterler’in Kar Maskesi: IMF -28.11.2008-


"İçeride sorunlarınız olabilir. Ama dışarıdan bakıldığında itibarınız çok yükseldi." İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fischer (I)

Sizlere bu yazıda, çoğunlukla anlamadığımız bir konunun ‘gerçekliği kesine yakın’ muhtemel öyküsünü anlatmayı düşünüyorum. Öykümüzün başkahramanı yukarıdaki sözün sahibi Stanley Fischer olacak. Bu ismi gelecek kuşaklar, yüzündeki titr maskesi ortadan kalktığında büyük bir öfkeyle anacaklar. Bu isimle ilgili gerçekleri Dünya’da ve Türkiye’de ekonomi ile bir şekilde ilgilenmiş olan siyâsetçiler, bürokratlar, bilim adamları, bankacılar, finans uzmanları ve gazeteciler çok iyi bilmekteler. Ancak hepsi, korkularından veya çıkarlarından dolayı bunu bizlerle paylaşmazlar.

Stanley Fischer ismi, Lehman Brothers’in batması ile ortaya çıkan bir söylentiye karşılık İsrail Haaretz gazetesinde çıkan bir yorum/haber ile dikkatimi çekti ve düşüncelerimi yeniden meşgul etti. ABD’de mâli denetim mekanizmalarının çalıştırılmasına neden olan bir söylenti, Lehman Brothers’in batmadan önce İsrail’e 400 milyar dolar transfer etmesi ile ilgili iddialar içeriyordu. Haaretz, denetim sonucunda bu tür bulgulara rastlanmadığına dair bir haber/yorum girmişti. 13 Ekim tarihli Haaretz: “Lehman Brother’s-ı batıranların Yahudiler olduğu komplosu çöktü”. 27 Ekim 2008 tarihli Haaretz,”İsrailli üst düzey ekonomiden sorumlu yetkili dünya finansal krizinin İsrail’i etkilemeyeceğini söylüyor” haberini yapıyordu. Ardından 3 Kasım 2008 tarihli Haaretz,” İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fischer İsrail ekonomisinin krize karşı dayanıklı olduğunu söyledi” diyordu. 4 Kasım 2008 Haaretz: S&P İsrail’in derecesini düşürdü, diye başlık attı.

78. Analiz: İktidarlar Neden Yıpranırlar? -18/12/2008-

İktidarlar yıpranırlar. Bu, siyâsî, psikolojik ve sosyolojik değişmez bir kaidedir. Kaide olması sebebiyle de "Hangi iktidarlar yıpranmaz?" sorusu sorulamaz. Fakat, "Hangi iktidarlar daha çok, hangileri daha az yıpranırlar?", gibi sorular sorulabilir. İktidarları yıpratan unsurlar, iç ve dış etkenler olarak sınıflandırılsa da, genel olarak dış etkenler 'iktidar yıpranması' nda en önemli etkendirler. Dış etkenleri, iktidarlar üzerinde alışılageldik ülke içi ve ülke dışı baskı grupları olarak tasnif ettiğimiz takdirde, iç etkenleri de iktidar gücünü elinde bulunduran kişi, kurul ve kurumlar olarak tasnif edeceğiz. Bu minvâlde iç etki gruplarına dâhil ettiğimiz hiç bir iç etkenin dış etkenlerden bağımsız kalamayacağı, iktidarlar üzerinde en büyük baskı araçlarının psikolojik özellikleri olması hasebiyle göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çalışmada "İktidarlar neden yıpranırlar?", sorusu demokratik yöntemlerle seçilen iktidarların çalışkanlık/tembellik ve güvenilirlik/güvenilmezlik özellikleri üzerinden değerlendirilecek ve bu sorunun muhtemel cevapları aranacak; özellikle çalışkan ve güvenilir olan iktidarların yıpranmalarındaki nedenler tahlil edilecektir.
...
Tembel-güvenilir olmayan iktidarlar ile çalışkan-güvenilir iktidarların yıpranmaları arasında 'sonuç olarak' çok fazla bir fark olmamasına rağmen,'neden olarak' çok ayrık/ilişkisiz farklar vardır. Tembel-güvenilir olmayan iktidarlar iktidarlarının sürmesi için çıkar çevrelerini genişletir ve dayanak türlerini arttırırlar. Çalışkan ve güvenilir iktidarlarda ise durum tam tersidir.Bu iktidarlar menfaat çarklarının işleyişini seçmenler lehine bozar, çıkar gruplarının sayısını azaltarak iktidarlarının dayanak noktalarını halkın onayına odaklarlar. (Tembel-güvenilir, çalışkan-güvenilmez tipli iktidarlardan söz edilemeyeceği için konu edilmemişlerdir). Önce, tembel-güvenilir olmayan iktidarların yıpranmalarını, yıpranmaları önleyici legal ve illegal tedbirleri , iç dış baskı gruplarının yıpranma üzerindeki etkilerini inceleyelim.

77. Analiz: The Messenger of Peace(*), Osman Sınav ve Sinema -02.11.2008-


"Benim başarı kriterim, halka ulaşmaktır."(**) Osman Sınav, Yapımcı, Senarist, Yönetmen

'İyi bir Film' izlediğimde, film bittiği andan itibaren bir kaç gün filmin bendeki yansımasının ve etkilerinin tadını çıkarırım. Bu tad, filme yüklediğim anlamların çeşitliliğiyle kendisini süreklileştirir. Filmin çekim öncesi hazırlıklarını, film hakkında yapılan eleştirileri okumuş; filmin fragmanlarını izlemiş olsam da, filmi bizzat izlemeden karar vermek gibi bir alışkanlığımın olmayışı, izlediğim filmin tadını özümsememi kolaylaştırır. Aslında film vizyona girmeden eleştiri yapılmasını da etik bulduğumu söyleyemem. Eleştiriler olumlu ya da olumsuz olsun,farketmez,nihâyetinde  bu eleştiriler izleyicileri başkalarının etkisiyle filmi izlemeye mahkum etmektedir. Senaryosu Ramsey Thomas tarafından hazırlanan ve Oscar Zoghbi yönetiminde çekilecek olan 'The Messenger of Peace' adlı Hollywood filmiyle ilgili haberi okuduğumda, bir burukluk hissettim.
...
1977'de Anthony Quinn'in oynadığı, Suriyeli merhum yönetmen Mustafa Akkad'ın yönettiği "Çağrı"nın yeniden yapımı olacağı söylenen bu film için her ne kadar Filmin yönetmeni Oscar Zoghbi, Mustafa Akkad'ın çektiği orijinal filme büyük saygı duyduklarını, buna karşılık 1970'lerden bu yana sinemada kullanılan tekniklerin çok ilerlediğini, filmin ana mesajlarının yansıtılmasında en ileri teknikleri kullanacaklarını belirtse; Senarist Ramsey Thomas ise "21. yüzyılda İslamın doğuşunun hikayesini anlatırken, izleyicileri duygusal olarak da yakalayacak bir filme büyük ihtiyaç var"(***) diye konuşsa da Türk Sineması'nın geldiği noktada İslam Peygamberi'nin mücadele hayatının Müslüman olmayanlarca yansıtılmak istenmesi, duygularımı depreştirdi.

76. Analiz: Sistem, Kırılmalar, Ayrışma, Yeniden Yapılanma(*) ve Demokrasi-10.11.2008-


Kuşlar, Kanatlar ve Özgürlük

"Sistemlerin insan nüvesi geliştirilmedikçe, iyileşmeden söz edilemez. Ve hiçbir iyileşme kendi evriminin merdivenlerini basamak basamak tırmanmadan gerçekleşmez."

Gelişme dikey yukarı ilerlerken yatay tüm doğrusal çizgileri beslemek zorundadır. İnsan unsuru, bu besleme mekanizmasının en önemli değişkenidir. Yatay çizgiler sistemin kılcal damarlarını temsil ederler ve sistemin işleyişi ve geliştirilmesi bu çizgilerdeki verimlilikle doğru orantılı olarak artar.
...
Sistem yapılanmalarının tümünde piramit yapılanması olduğu varsayılır. Bu yapılanma görsel olarak doğru kabul ediliyor olmasına rağmen, gerçekleşmelere bakıldığında tek tip piramit yapılanmasının insanların ve toplumların doğal yapılarına uygun bir yapılanma olmadığını görmek mümkündür. Aslolan dikey yukarı yöndeki ana çizgi ve yatay çizgilerle ulaşılan insanların bulunduğu bir sistemdir. Yatay çizgilerdeki yerel hiyerarşik yapıların her biri bir hücre olarak faaliyet gösterir. Bu hücrelerde minik birer piramit(Resmî Yerel Kurumlar) vardır ve her bir piramidin tepe noktasında bulunan sorumlu insan unsuru(Tâli, Aslî unsurlar), yine yatay kalın çizgilerle dikey çizgiye bağlanır. Kalın çizgilerin dikey yukarı ana çıtayla birleştiği yerde her bir yatay kalın çizginin temel sorumlusu olan insan unsurları(Sistemin Aslî unsurları) vardır. Ve bu aslî unsurlar(Valiler, Genel müdürler, Daire Başkanları, Müsteşarlar, Yüksek Mahkeme Yargıçları, YÖK Başkanı ve  Üyeleri ve Rektörler, Albay ve daha yüksek rütbeli Generaller)  daha yüksek konumlu diğer eşdeğer asli unsurlarla birlikte sistemin işleyişini sağlarlar.

75. Analiz: “Ateistler Daha mı Zeki(!)?" -22.10.2008-

"Belki de Tanrı yoktur. Şimdi endişelenmeyi bırakın ve hayatın tadını çıkarın!", "Korkusuz yaşa ve hayatın tadını çıkart!" Britanya Hümanistler Derneği'nin taslak sloganı, Fikir: İngiliz komedi yazarı Ariane Sherine

Gârip bir soru. Bu gârip soruya cevap aramak ya da bu gârip sorunun dayandığı önermeyi yaygınlaştırmak niyetinde değiliz. Zaten ateistler, o derin(!) fikrî altyapılarının oluşum aşamalarında bu soruya cevap vermişlerdir. İşin bizi ilgilendiren kısmı, sorunun garipliğinde de değil; ateist düşüncelerin "ateistler daha zekidir" gibi bir yâve ile inananlara hakaret etmeleri, onları aşağılamaya çalışmalarında yatıyor. Bu dargörülülerin küçümseme alışkanlıklarını birazcık törpülemek yararlı olacak, diye düşünüyoruz. Fazladan, biraz bizler biraz da onlar yararına çalışacağız; ateist olanların, kendi tercihlerine neden böyle bir gerekçe aradıklarını analiz edeceğiz.

Tamam, anladık; ateistsiniz, ama şu daha zeki olma işi de nerden çıktı? Biz inananlara sorarsanız, kendiliğinden oluşum gibi bir saçmalığı bilimsel buldukları için ateistleri çok acâip kuşkularla karşılarız; onların ruhsal dengelerinden şüpheleniriz, akıl sağlıklarından endişelenir ve onlara acıyarak yardım etmeye çalışırız. Fakat onları aşağılamayız. İnananın soğukkanlı yaklaşımı görüldüğü üzere uysallık olarak algılanır; tersyüz edilir. Haddini aşmaya alışkın olan ateist, saldırganlaşır ve kendi buhranlı gecelerine inananı da ortak kılmaya uğraşır. Olmadı; ona hakaret eder, onu aşağılar ve dışlar. Bu durum her ne kadar inanan çoğunluk tarafından umursanmasa bile, bazı 'zayıf inananların' kendi zekâlarından kuşkulanma olasılığını hareketlendirecektir. Bu istendik ve gereksiz hareketliliği bertaraf etmek adına biraz çalışmak gerekecektir.

74. Analiz: İnsanlığın Çıkış Yolu, İKÖ'nün Yeni Vizyonu Ve Yeni Dünya Düzeni -02.10.2008-

"Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği, Mart 2008 İKÖ Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, El Maşrik Forumu, Ankara Bakanlar Bildirisi, Ahmedinecad'ın Sunnî Türk İmam arkasında kıldığı Cuma namazı, Kapitalist Batı'nın Çöküşü ve İslam Ülkeleri"

29 Eylül 2008'de ABD`nin 700 milyar dolarlık kurtarma paketi, Temsilciler Meclisi`nde reddedildiğinde Amerikan Ekonomisi bir trilyon dolarlık yeni bir darbe daha yemişti. Batan Avrupa ve Amerika'daki büyük bankaların yanı sıra, devletleştirilen büyük bankaların ortaya çıkan görüntüleri, büyük sömürü mekanizmasının artık çöktüğünü ortaya koyuyordu. Klavyeler ve telefonlarla yürütülen büyük sanal tiyatro sona ermiş, Kapitalist Batı Yahudi(Siyonist) bankerlerin deforme ettiği, sömürdüğü ve nihayetinde çökerttiği ekonomileriyle baş başa kalmışlardı. Bu nereden bakılırsa bakılsın kan-gözyaşı üzerine bina edilmiş yüz elli yıllık vahşi bir imparatorluğun ebediyyen çöküşü, bir devrin tarihe gömüldüğü an olarak kayda geçirilebilir. 29 Eylül Büyük Batı'nın bittiğinin resmen ilan edilmesi anlamına gelebilir(*).

73. Analiz: Yeni ve Daimi Paradoks: "Ben" -05.11.2007-


Batı medeniyeti ve kültürü ile yetiştirilmiş olan insan, kendi temel değerlerini "dışlanma riski" dolayısıyla açıkça sorgulamaktan kaçınır; sorgulamanın doğrudan fark edilmemesi için de kendi kültürü ve medeniyeti dışındaki öğreti ve düşünce sistemlerine ilgi duyarak yeni "dinginlik araçları" arar... Ortadoğu ve doğu kültürü Hıristiyan batı için daima cazip ve gizemli bir form taşıdığı içindir ki; Batı insanı, eski dünyanın ruha hitabeden eski değerlerini kendi kültürel değerlerine entegre ederek yeni bir üst değerler mozayiği oluşturmaya kalkar. Çok satan "doğu ivmeli" düşünce kitaplarının açtığı çığır, bunu kanıtlamaktadır...
...
Hıristiyanlığın Yahudiliğe tepki olarak doğduğu, geliştiği gözününde tutulur ve zamanla katı bir maddeciğin savurduğu dini yapılanmaların deforme olduğu tesbit edilirse, Hıristiyan Batı Kültürü'nün neden Yahudilikte temel bulmaya çalıştığı, dini kaynakların "eski-yeni ahit" adı altında birleştirilerek batı medeniyet ve kültürüne ırsiyet ve asalet kazandırma telaşına düştüğü daha kolay anlaşılabilir...

72. Analiz: Richard Dawkins'e Sorulacak Soru: "Neden Aptalca Davranıyorsunuz?" -16.05.2006-


İngiliz bilim adamı ve yazar Richard Dawkins’in “ateizmin başyapıtı” olarak kabul edildiği söylenen “The God Delusion-Tanrı Yanılgısı” adlı kitap ortalığı kasıp kavuruyormuş. Birleşik Devletlerde ve Avrupa da “best seller” olmuş. Birileri de bu kitap ile Türkiye’nin düşünce özgürlüğü ve laiklik özelliğinin test edileceğini savunuyor. Ayrıca kitabın dinî hassasiyetleri yüksek olan kesimlerce geçiştirildiği ve gündeme getirilmediği şikayeti de var. Kitabı henüz okumadım,ama kısmetse okuyacağım. Aşağıda aynı yazarın “The Selfish Gene-Gen Bencildir-“(Tübitak Yayınları, 1976) adlı kitabını okuduğumda kaleme aldığım bazı düşüncelerim var. Belki de fikir özgürlüğü ve laikliğin bu ülkede “mevcut” olduğunu, test edilmesine gerek kalmayacağını “düşündürtürüm” o birilerine.
...
"Rastlantılarla öğrenmemiz mümkünken neden o bize öğretmeye çalışıyordu ki?"
...
Bilimsel bir analiz-sentezin halk diline dönüşüne tanık oldunuz mu?. Olmadıysanız olun. Bilim adamlarının uğurlarına tüm enerjileriyle tüm zamanlarını harcadıkları işlerini ne kadar çok sevdiklerini görün ve onların o sizce muğlak ve anlamsız görünen bilimsel kavram ve terimlerini nasıl büyük uğraşlar vererek anlayabileceğiniz hale dönüştürdüklerini saygıyla izleyin. Kendi karmaşık çalışmalarını sizin anlayabileceğiniz seviyeye dönüştürürken en çok kullandıkları yöntem felsefenin başlangıçtaki sorularının oluşum aşamalarına tersine dönüş gibidir. Çevrenizde bulunabilme olasılığı yüksek olayları örneklerle ve beş yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi açıklarlar. Bu yönleriyle yaşlı bir bilge olmak onlara çok yakışır, ama evet ama diğer yönleriyle bu yaşlı bilgelerin aptal olmadıkları halde ne kadar aptalca davrandıklarını onlar analiz-sentezlerini size açıklarken izleyebilirsiniz. Kuşkusuz hepsi öyle değiller. Öyle olmayanlar, bilhassa ellerinden öpülecek olanlar bir aptal gibi davranmayanlardır.

71. Analiz: Tanrı’nın Doğum Günü; Bu Kitap Operatif Bir Fitnedir -12.02.2008-

Fitne’nin Farkında mısınız?

Hepinizin birer tanrısal veya tanrı olduğunuzu söyleyen birileri var ve kanıtları (!) da Kur’an ayetleri. Zeus’u, Afrodit’i de tanrısal olarak kabulleniyorlar. İslam’la akılları sıra dalga geçiyorlar ve kirletilmiş(!) İslam’ı aklayacaklar. Şeytan’ı seviyor ve sevdiriyorlar. Onun görevini yerine getirdiği söylüyorlar. Dikkat edin çevrenizde veya çevrenizin dışında birileri şeytana melek demeye başladılar bile. İslam’ın doğru anlaşılması adına hizmet vermiş tüm Alimleri çöpe(!) atıyorlar, yeni bir peygamber buldular; ateist ve çapkın bir genç.

Ne mi yapıyorlar?

Hem tüm günahlarınızı cezasız kılarak ağzınıza birer parmak bal sürüyorlar hem de sizi bilinçli, modern ve çağdaş bir Müslüman yapıyorlar. Hem zihninizi baldırından yakalayıp sizi tasavvufun karanlık odalarında dolaştırıyorlar hem de nefsinize büyüklük verecek tüm tanrılık zevklerine ortak ediyorlar. Hasan Sabbah’ın fedailerine afyonla yaptığını size“ felsefe” ile yapıyorlar. Kur’anı’ı kriptolar bileşimi haline getirerek her şeyi 19’la örtüştürüyorlar. Sıfırdan dokuza oyunu oynayıp, sizi sıfırda İsa dokuzda tanrı yapıyorlar. Rakamlara bir sürü öykü yükleyip çocukça oyunlarla size matematikçi tanrıyı anlatıyorlar. Sonra büyük sevinçler ve haykırışlarla mucizeleri küçümsüyorlar, dalga geçiyorlar.

70. Analiz: İslamcılık: Kara Büyü -06.09.2008-


Müslümanlar İçin Üretilen Sosyopsişik Kaos Ya da Antimorfolojik Yafta

Kulağın seslerle girdiği anlık ilişkilerin tümünde kavramların önceki zamanlarda hafızada edindikleri yerin/şeklin/içeriğin çok büyük önemi vardır. Bu ilişkinin anlamlı  dolgulara dönüşebilecek sonuçlar üretmesi, sorgulanmış kavramlarla yeterlilik ayıraçlarını sağlamlaştırmış, yolları işlek bir hafızaya, bizzat diri kalmış bir iradeye ve zekaya bağlıdır. Ölü örgülerden oluşmuş yolları tıkalı bir hafıza, diri bir iradeye hizmet edemeyeceği gibi, herhangi yüksek katsayılı bir zeka da bu pasif organizasyonda proaktif bir görev üstlenemez. Ki; İslamcılık etiketini oluşturup, kullanıma sunanların da amaçladığı yegâne kurgu bu portrenin varlaştırıp yaygınlaşmasını sağlamaktan başka bir şey de içermez. Bu itibarla, bazı Müslümanların, kendilerini 'İslamcı' olarak tavsif etmeleri, oluşturulmuş sosyopsişik kaosun içine girmiş olduklarının göstergesidir. İşin en vahim tarafı da bu 'aydın' etiketli bu Müslümanların içinde bulundukları kurguyu fark etmedikleri gibi- söz konusu kurgunun sunduğu yaftaya ısrarla sahip çıkmalarıdır.
...
Hıristiyanlıkcı(lık),Yahudilikci(lik), Budizmci(lik), Ateizmci(lik) gibi morfolojik ve akademik hiçbir özelliği olmayan 'İslamcı(lık)' garabetinin, Müslüman olup  entelektüel görünüm adına Müslümanlığı yetersiz bulanlar tarafından benimsenip yaygınlaştırılması da kurgusal yapının tahakkuk ettiğinin göstergesidir. Ya değilse; Müslüman, Allah'ın kendisine uygun gördüğü sıfattan başka bir sıfata neden gerek duyar? 19.yüzyılda  neyi hedeflediği belli olmayan, ancak Beyrut'ta, İslam, Yahudilik ve Hristiyanlığı uzlaştırma amaçlı bir dernek kuran Muhammed Abduh gibi Müslüman aydın(!)ların aradığı kurtuluş reçetelerinden biri olarak ortaya çıkan İslamcılık nedir, ne içerir? Müslümanların gelişmiş batı karşısında geri kalmasını İslam'a yükleyen bu anlayışın, Müslüman olmakla ilişkisini sorgulamak, inandığını ifade eden her Müslüman için ertelenemez bir görevdir. Hâlde, neredeyse her düşünen Müslüman'ın kolaylıkla "İslamcıyım",demesi ve 'İslamcılık' yaftasının -sorgusuz- benimsenmesi Müslüman düşünürlerin kafasında binbir hile ile konumlandırılan bu âdi projenin tamamen gerçekleştiğini, davranışa dönüştüğünü kanıtlamıyor mu? Yeni nesil Müslümanların da birikim silsilesi içinde bu yaftayı kullanıp geliştirdiğini görmüyor muyuz?

69. Analiz: Euro ve Chopin'in Cenaze Marşı; 2010'dan Sonra Euro Yok -26.08.2008-

"Euro Çatırdıyor; Avrupa'nın Ruhu Bileşenlerine Ayrılıyor"

Bir rüya bitiyor.1970 yılında Werner raporunda ele alınan, 26-27 Haziran 1989 tarihinde Avrupa Konseyi tarafından onaylanan Delors raporu çerçevesinde Ekonomik ve Parasal Birliği(EPB) geçiş planına göre; 01 Temmuz 1990 tarihinde, sermaye hareketlerinin Avrupa Birliği bünyesinde serbest bırakılması ve üye devletlerin ekonomi politikaları arasındaki eşgüdümün güçlendirilmesi; 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile üye devletlerin, ekonomi ve para politikaları, dış politikaları, ortak güvenlik, adalet ve içişleri alanlarında koordinasyon sağlamaları; üye devletlerin kamu açıklarını para basmak sureti ile karşılamaları yasaklanması, buna paralel olarak Merkez Bankaları'nın statülerinde gerekli değişiklikler yapılarak, bu kurumların siyasi gücün etki alanı dışına çıkartılmaları gibi uygulamalar sonrasında 1 Ocak 1999'da AB'ne üye 11 devlette (Almanya, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg ve Portekiz) tek para birimi olarak tedavüle konan (daha sonra yeni üye ülkelerde kabul edilen) Euro, kendi varlık gerekçelerinin tek tek ortadan kalkmasıyla tarihe gömülmek üzere.
...
Ulusal para birimlerinin korunması tartışmalarıyla dolu üç yıllık zorlu bir geçiş döneminden sonra, 1 Ocak 2002 den itibaren tüm ulusal para birimlerinin tedavülden kalkması ile bu rüya, uzun süreli bir istikrar aracı ve Avrupa Birleşik Devletleri'ne doğru giden büyük bir adım olarak görülmekteydi. Henüz görülebilir, izlenebilir ekonomik analizlerin gündemine düşmemiş olan bu çöküş öyküsünü, Avrupa Ülkelerinde ve Dünya'da ortaya çıkan ekonomik ve siyasî değişkenler üzerinde inceleyeceğiz.

68. Analiz: Sağlık Bazlı Reformlar ve Ürken Fincancı Katırları -19.08.2008-


Taraflı Bir Sohbet; Ak Parti ile Değişen Türkiye -2-

Sağlığınız nasıl? Sağlık sorunlarınız olunca tedavi ile ilgili -eskiden olduğu gibi- sistemden kaynaklanan sıkıntılara giriyor musunuz şimdi? Doğru teşhis-doğru tedavi, hasta hakları gibi yeni kavramlar girdi mi hayatınıza? Elbette, az ve orta gelirli olan çoğunluğu-sizleri kastediyoruz, zengin azınlığı- bencil müptezelleri değil. Sözümüze konu olanlar sizler için yapılan reformlardır. Zaten zenginin reforma ihtiyacı olmaz.
...
AK Parti İktidarı'ndan öncesini konuşacağız biraz sonra, ama önce 3 Mayıs 2008'de Ankara Tabip Odasının genel kurul toplantısı için Ankara'da bulunan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy'un sabah erken saatlerde kaldığı otele gelen emniyet güçleri tarafından gözaltına alınma meselesine bakalım mı?

67. Analiz: Hukuk Bazlı Reformlar ve Ürken Fincancı Katırları -27.07.2008-


"Taraflı Bir Sohbet; Ak Parti ile Değişen Türkiye -1-"

Biraz sohbet edelim, tüm kurumlarıyla değişen ve gelişen Türkiye'de hakkında. AK Parti İktidarı'na saldıranların bol olduğu bir zamanda bu sohbet kesinlikle gerekli. Hayatınız boyunca bir şeylerin tarafı olmuşsanız,sohbetimizi anlamanız güç gelebilir, ama eğer; siz de siyâset'in ve kamplaşmaların berbat havasından bunalan bir neslin bunalan çocukları iseniz, gelişmiş ülkelerdeki hayat standartlarını hak ettiğinizi düşünüyorsanız ve bu düşüncelerinizin gerçekleşmesinin siyasetçiler ve partilerle mümkün olduğunun farkındaysanız sohbetimizden tad alacağınıza eminim.
...
Sohbetimizin ana konuları olacak. Bu ana konular üzerinde birer vatandaş olarak gezineceğiz; eksikleri, fazlalıkları, değişiklikleri ,yenilikleri inceleyeceğiz;(Ben meslek birliklerine taktım kafayı. Her şeye karşı çıkıyorlar; dertleri ne görelim beraberce).taraf tutmayacağız, tutsak bile bu kendi tarafımız olacak, bizim için yapılan düzenlemelerin hakkını vereceğiz. Sonra geriye çekilip bakacağız sohbetimize ve teşekkür edilecekse edecek; kızılacaksa kızacağız. Varsanız buyrun başlayalım, yoksanız lütfen yazıyı sakince ve şimdi terk ediniz. Sohbetimiz sizi ilgilendirmiyor ve sizin için söylenebilecek tek şey nankörlük olacaktır;siz, size değil bize lâyık olan bir yönetim tarafından yönetilmeyi hak etmiyorsunuz demektir. Diktatörlükleriniz de, diktatörlerinizde- tanrılarınız da- siz de çekilin köşenize ve bizi, bu halkı daha fazla rahatsız etmeyin.Biz, bizim için çalışanın tarafındayız ;kimsenin şartsız sesi,ulağı, kulağı ve uşağı değiliz.

66. Analiz: Call Of Duty 2 ve Algoritmik Tehditler veya Tehlikeli Oyunlar -28.06.2008-


"Siz ve çocuklarınız İngilizcenin kutsallaştırılmış terimlerini merak etmediğiniz gibi, kurgunun ve amacın ne olduğunu da fark etmiyorsunuz." Seçkin Deniz

Çocuklarımız egemen güçler(Vatikan, Siyonizm) tarafından hazırlanmış korkunç bir saldırı sağanağı altındalar(bu bir komplo teorisi değildir; yapılan araştırmalar bazı vakıfların ve Vatikan'ın fon temininde aktif olduklarını kanıtlıyor). Buna karşılık biz, onları ruhsal ve bedensel tehditlerden korumak ve kendi geleceğimizi kendi özgün kültürümüzle inşâ etmek için neler yapmak zorunda olduğumuzu biliyor muyuz? Hepimiz masûmiyet simgesi olan çocukların dünyanın her yerinde birbirinden farklı ve büyük travmalar yaşayarak büyüdüklerini öğrenmek, kendi çocuklarımızın yaşamak zorunda bırakıldığı travmaları anlamak ve tedbir almakla mükellefiz. Pedagojik yönlendirmelerin tamamı, anne-babaların 20.yy'da olduğu gibi sorumluluklarını devlet kurumlarının sırtına yıkarak gelecek adına sorumlu olmaktan kurtulamayacaklarını söylüyorlar. Ebeveynlerin, kendilerine gösterdikleri özenden daha fazlasını çocuklarına göstermekten başka çâreleri yoktur.

65. Analiz: Türkiye'de İslâmî Ruhbanlık Sınıfı İdeali'inin İflâsı; Müslümanlar 'Kişi'leşiyor(*) -23.06.2008-


İncil, tahrif edilen Tevrat'ın aslını, Kur'an aynı gerekçeyle, hem muharref ve eklemeli Tevrat'ın(ve Zebur'un) ve hem de muharref ve birden fazla nüshası bulunan İncil'in aslını doğrulayıcı ve dini tamamlayıcı olarak gönderildi. Bu gerçek, Allah'ın son ilahî bildirisi olan Kuran'da ayetlerle sabit olduğu için tartışılmaz bir kesinlikle ortadadır ve kuşku götürmemektedir. Allah'ın önceki peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajların tahrif edildiği apaçıkken, bu tahrifi yapanların mevcut olacağı da açıktır(Kendilerini bağımsız araştırmacı olarak tanıtan Yahudi ve Hıristiyan araştırmacılar bu tahrifleri bilimsel çalışmalarla da kesinleştirmiş durumdadırlar). Peki, Allah'ın mesajlarını tahrif ederek, tahrif edilmiş bu mesajlarla insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenler kimlerdi? Allah'ın mesajlarını kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp değiştirmek, hukukî değerlendirmelere göre ne anlama geliyordu?
...
İncil'in gönderilmesi, muharref ve eklemeli(Talmud) Tevrat'ın Yahudi din adamları, hahamlar ve havraların kurumsal hâkimiyetlerini sağlamak adına insanlara zulmetmek için kullanılmasının sona erdirilmesi gibi 'insanların özgürleşmesi/kişileşmesi hedefine yönelikti. Yahudi ruhban sınıfı diyebileceğimiz bu sınıfın(Her Yahudi o sınıfa dahil olamaz) Allah'ı ve dini kullanarak kendi çıkar mekanizmalarını sürdürmek adına insanları sömürdüğünü, bu sömürü düzenini mantıksız ve akıldışı bulanlarında 'kâfir' ilân edilerek toplumdan dışlandığını, haklarının ellerinden alındığını, cezalandırıldığını ve hatta öldürüldüğünü biliyoruz. Bu sınıfın baskılarına peygamberlerin de maruz kaldığını yine ayetlerden öğreniyoruz. İnsanı Allah'tan uzaklaştıran ve ruhban sınıfının kölesi haline getiren uygulamaların sonucunda İncil, Hz.İsa vasıtasıyla insanlara gönderildi. Tevrat insanları özgürleştirici olarak gönderilmişti; ancak tahrif edilerek insanları köleleştirici bir niteliğe büründürüldüğü için İncil gönderildi.

64. Analiz: Muhafazakârlık(*) mı Artıyor, Uzak Batı'nın Rantı mı Azalıyor? -28.05.2008-


Uluslararası bilinirlilik düzeyi yüksek bazı batılı yayın unsurları(dergiler ve gazeteler),Türkiye'de muhafazkârlığın arttığına dair art arda anketler yayınlıyor ve bu anketlere bağlı olarak yorumlar yapıyor, Türkiye'nin geleceğine dair kehânet varyasyonları üretiyorlar. Aynı koşu yolunun yerli müdavimleri veya uzantıları da benzer sonuçlara ulaşmak için özel olarak üretilmiş sorularla dolu anketler yapılmasını sağlıyor ve bu anketlerin yönlendirilerek elde edilmiş sonuçlarına herkesten saklı bir yerde bakıyor, değerlendiriyor; bu verilere dayanarak diledikleri formatlarda yazılar ve yorumlar tezgâhlıyorlar. Bu tür çalışmalarla zihinlere 'Türkiye hızla muhafazakârlaşmaktadır' önermesi hızla enjekte ediliyor. Kuşkusuz bu önermenin inanılırlık katsayısı yükseltildikçe sonraki adımlar hesaplandığı üzere uygulamaya konmaktadır. Sonraki adım da,'Türkiye'nin muhafazakârlaşma hızının kontrol edilmesi ve muhtemel olumsuz gelişmelerin yönetilmesi adına bu hızın sıfırın altına düşürülmesi gerekliliği' şeklinde yönlendirmeler yapılacağı öngörüldüğü için de asparagas haber üretmek ve yayınlamakla 'görevli gazete ve televizyonlar' gündem oluşturma ve yönetme telaşıyla -üstelik bu telaşı saklamaya bile çalışmadan- profesyonel "habercilik" maskesi altında bu büyük manipülasyonu adım adım realize ediyorlar.
...
Saklanan gerçeklere dair ipuçlarına ulaşanların 'Komplo Teorisyeni' olarak etiketlendiği ve bu yöntemle etkilerinin sınırlandırıldığı bu "komplocu manipülasyon" sürecinde, gerçeği ayırdetmek ve anlaşılır, bilinir hâle getirmek daha da önem kazanmaktadır. Bu manipülasyon etkileri bazen, manipülasyonu fark edenleri de etkisine almakta, onların algısal kompozisyonlarının koşullanmalarla oluşmasına neden olmaktadır. Anketler ve haberlerle belirginleştirilerek daha çok fark edilir hale getirilen kurgusal vak'alara dair bu tür manipülasyonlar, varsayılan/varkabulettirilen olayın gerçekleşmesine taraftar olanları sevindirerek pasifize etmektedir. Manipülasyon iki yönlü çalışmaktadır; kendi işlerlik yolunda ilerlerken kurgusal gerçeğin karşıtlarını agresifleştirmekte, taraftarlarını ise gelişmelerden kuşkulanmayacak düzeyde rahatlatarak hata yapmaya sürüklemektedir.

63. Analiz: Teatral ve Suflorik Slogan: Vatanı Satmak -05.05.2008-


Hukukî ve siyâsî terminoloji'nin herhangi bir yerinde kırıntı düzeyinde de olsa "vatanı satmak" gibi bir tanım, terim yoktur. Vatana ihanet vardır; ancak vatana ihanetin içinde vatanı satmak gibi mâlâyani unsurlar sayılmamıştır. Zira böyle bir eylemin maddî boyutunun olamayacağı, böyle bir suçlama için gerekli olan hukuki sınırların belirlenemeyeceği ve terimleşme sürecinin hiçbir şekilde başlayamayacağı ve tamamlanamayacağı aşikâr olan "şey", hukukî ve siyâsî anlamda suç oluşturamaz ve kişi ya da kişiler bu neviden suçlamalarla zan altında bırakılamaz ve suçlanamazlar. Yani; vatanın satılması mümkün değildir, mümkün olmayanın suç fiili olması da mümkün değildir. Bu sebeple 'vatanı satmak' siyâsî bir dedikodu aracı/terimi olmaktan öteye gidemez. O ancak ve yalnızca teatral ve suflorik bir slogandır.
...
Teatraldir; kişisel yahut örgütsel husûmetlerin öyküleştirilmesi ve senaryolaştırılması, bu türden kavramlarla realize edilebilmekte ve iki sözcük bir arada kullanılarak 'kolay kullanılabilir' bir oyun repliği hâlinde duygulara ve dolayısıyla hamâsete hizmet edebilmektedir. Provakatif yükseltilebilirliği belirgindir. Sufloriktir; kulaklara fısıldanır ve kulaktan kulağa hızla yayılır; türdeş diğer kavramlar ve deyimler gibi, söyleyenin anlamını bilmediği, içeriğine dair bir fikrinin bulunmadığı,ancak büyüsüne kolayca kapılıp sürüklenebildiği bir söz dizinidir. 'Vatanı kurtarmak'ikilisiyle aynı kan grubundandır. Kolayca alınıp satılabilmekte ve uzun vadeli beklentiler gözetilerek pazarlanabilmektedir.

62. Analiz: Yeni Bush, Papa'mı? -27.04.2008-


"Haçlı Seferleri, gerekçeleri ve gerçekleşmeleriyle psikolojik ve sosyolojik açıdan 'patolojik vak'âlar'dır. Kronikleşen özellikleri dolayısıyla bu vak'âlar tedavi edilebilir olmaktan uzaktır. Bu açıdan; herhangi bir diyalog kombinasyonu veya türevi söz konusu olumsuzluğu bertaraf etmeye yönelemez."

"USA'da demokratlardan Haçlı zihniyetine bayraktarlık yapacak Başkan üremiyor" diyenlerin baktığı yerden bakıp soralım. Cumhuriyetçi'lerden iki Bush Başkanlık dönemlerinde Haçlı zihniyetinin bayraktarlığını yaptılar, seçilecek yeni ABD Devlet Başkanı'nın Cumhuriyetçi olmayacağı neredeyse kesinleşmiş durumda ve bu durumda seçilecek Demokrat Başkan Haçlı seferilerine bayraktarlık yapmayacak. O Halde Haçlı Seferleri sona erdi, eriyor, erecek,demek mümkün olacak mıdır? Ya da isimler önemli değil, Haçlı seferleri sonsuza dek sürecektir, diyerek yeni Bush'un Son Engizisyoner-Son Papa olmasını muhtemel mi bulmamız gerekecek? Gerçi bu,tarihsel gerçeklere göre yeni bir durum olmayacak,sadece 1789 Fransız İhtilâli'nden sonra Haçlı Seferleri'nin bayraktarlığını (ilişiğinde gücünü) yitirmiş olan Papa'ların yeniden işbaşına gelmeleri demek olacak. En azından bazı siyâsî argümanların arkasına sığınmaktan kurtulacak Papa; doğrudan doğruya gücün efendisi olduğunu ilan edecek. Amerikalı seçmenler dünya siyâset tarihinde yeni bir dönemi başlattıklarının farkında değiller.

61. Analiz: Küresel Panorama -23.04.2008-


"Devler Panikte, Uluslararası Siyâset'in DNA'sı Sömürülenler Lehine Değişiyor"

Dünya ekonomisinde yakın altmış yıllık, uzak iki yüz yıllık geçmişe uzanan haksız ve tek yönlü zenginlik akışı bir süredir değişiyor. Küreselleşmenin getirdiği fırsatlar, orta büyüklükteki ekonomilerin daha çabuk gelişmesinde ve dünyaya açılmasında çok etkili oldu(Tam tersi öngörülmüştü). Küresel çapta iş gören büyük işletmelerin ihtiyaç duyduğu alt sanayi ve yine aynı şirketlerin ilgi duymadığı diğer sanayi dalları(elektronik, beyaz eşya, otomotiv, inşaat)ulaşım ve ticaret gibi temel ekonomi argümanlarını orta büyüklükteki ülkeler lehine değiştiriyor. Buna bağlı olarak da önceki ekonomik ilişkiler zinciri daha yatay bir yapıya bürünmüş durumda.(Eskiden zengin ülkeler üretiyor fakir ülkeler satın alıyordu, şimdi orta büyüklükteki ekonomiler üretiyor hem zengin hem de yoksul ülkeler satın alıyorlar). Orta büyüklükteki ekonomilerin irileşmesi süreci, diğer küçük ekonomilerin daha rahat işlemesine yardımcı oluyor ve refah, dünya tabanına daha hızla yayılıyor(Refahın azaldığı, yoksul ülkelerin aç kalacağı iddiası büyük bir yalandır; açlığın, yoksulluğun dibinde yaşayanlar için daha aşağısı yoktur; olası bir değişiklik ancak iyileşmeyi getirecektir. Açlıktan milyonlarca kişi ölürken açlığı dillendirmeyenlerin, açlığın yayılacağını iddia etmeleri, kendi olası zenginlik kayıplarının verdiği telaştan kaynaklanmaktadır ve çıkarılan yaygaralar manipülasyondan başka bir şey değildir) Bu değişikliklerle, ABD-Rusya Kutuplaşması altında görüntülenmek istenen, fakat ABD-Fransa-Rusya, AB-İran-Çin şeklinde derinlerde işleyen ilişkiler zincirinin yeni yapısı ve 'Merkez Ülke' Türkiye'nin büyümesi, refah dağılımının Dünya tabanına doğru önceki düzeyinden daha iyi bir ritme sahip olmasını sağlayacak.
...
ABD, AB ve Rusya'nın sömürü fenomenleriyle kontrol edilen tüm ekonomik parametreler, -içerikleri aynı kalsa da- bu vahşi üçlünün erk alanlarından yavaş yavaş uzaklaşıyorlar. Ulusları birbiriyle ilişkilendiren parametrelerin siyâsî ve diplomatik çerçevede meşhur üçlünün kontrolünde duruyor olmaları çok fazla önem taşımıyor artık; ekonomik parametrelere bağlı olarak siyasi parametreler de çok fazla yakın ve çok fazla uzak olmayan bir zamanda, onların kontrolünden çıkacak bir ivmeye sahipler. Zira 'klasik pragmatist gerçek ' işlerliğini sürdürmeye devam ediyor;"para kimdeyse güç ondadır".

60. Analiz: Tepelere Sızanlar ve Tepelerden Kayanlar -30.03.2008-


Volkanlar patladıktan çok kısa süre sonra sönmeye başlarlar. Patlamadan önce saldıkları o 'derin korku' ise, patlamadan sonra gereğinden fazla abartıldığı düşüncesiyle hemen unutma gölüne bırakılır; insanlar, lavlarla verimi artan toprakları işlemeye girişirler ve volkanların çevrelerinden uzaklara gitmeyi düşünmezler. O yerlerin insanları volkanların çok zaman sonra yeniden patlayacaklarını bilseler bile bu onlardaki heyecanı izâle etmez; ancak çıkarılacak dersleri herkes kendi meşrebince 'not eder',sonraki nesillere aktarır.

Seslerini sürekli duyduğumuz fokurtuların bir süredir öncü patlamalarla 'fûtursuzca' cisme büründüğünün farkındaydık. Bu hacmi küçük cisimlerin müdahil oldukları alanları da sessizce izliyorduk, önceki patlamalarda olduğu gibi herkes sessizdi; ama bu kez korku yoktu kimsede. Kapatma davası, büyük volkanik bir patlamaydı; bekleniyordu ve gerçekleşti. İlk andaki şok dalgası, gelişmeleri izleyen -Başbakan dahil- tüm insanları sarstı, geçti. Hükümette bir panik havası hissedilse de, hükümet üyeleri çarçabuk toparladılar kendilerini ve ani hamlelerle gardlarını aldılar; önceki fokurtulardan aldıkları notları toplumla paylaşmaya başladılar;'Tepelere sızanlar' ın varlığını bir bakan resmî sıfatı üstündeyken ifade etti. Sonra ansızın hızlandı, manevralar. Kılıçlar çekildi ve savaş başladı. Saldırganlar, tüm silahlarını kuşanmışlardı ve ölümüne saldırıyorlardı.

59. Analiz: Adalet ve Kalkınma Partisi'ne Kapatma Davasını Kim Açtırdı? -20.03.2008-


Dünya'daki yeni dengeler için yapılan hamleleri, örülen ilişkileri ve global-lokal uygulamaları doğru okumak gerekiyor; ancak izlemesi zorlaşan bir olgu/olay akışı var. Olayların kurgusal tonlamalarında alışılagelmiş olağan hesaplanabilirlik, çağın getirdiği çok aktörlü oyunlarla daha da belirsizleşiyor.

Gittikçe daha çok farklı ve artan sayıda parametreyle, çok boyutlu ve farklı düzlemlerde birş eyler planlanıyor, uygulanıyor. Bu karmaşık görüntünün altında saklanan büyük kasırgalar var. Ne yazık ki; bu kasırgaların planlayıcıları, koordine edicileri biz değiliz; başkaları.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılması için açtığı davaya gelen uluslararası tepkileri dikkatle incelediğinizde, alışılagelmiş tutum ve davranışların değiştiğini gözlemleyebiliyorsunuz. Geleneksel tutumunu değiştirmeyen ve olaylarda "etkisi olduğunu" hissettiren sadece Amerika var. Buna karşılık Rusya'nın, iç siyaset ve iç hukuk düzleminden uzaklaşmış, global bir yapıya kavuşmuş bulunan bu dava hakkında henüz resmi bir açıklaması bulunmuyor. İngiltere ve Almanya, AB Dönem Başkanı Slovenya çok sert açıklamalarla davayı yadırgadıklarını deklare ettiler.

58. Analiz: Anayasal Yargı Kurumları ve Kaos Tetikçiliği -15.3.2008-

Yargı ne iş yapar, bir ülke için (ya da dünya için) fonksiyonel görevi nedir? 

En kaba anlamıyla kaos oluşturacak durumları ortadan kaldırıcı bir araçtır, yargı. Haklar çatışmasını önler; haksızlıklara insanlar adına kurumsal savaşçılık yapar; anayasayla kendisine verilmiş denetim gücünü kaos oluşmasına karşı kullanır. Yargı mensuplarının bu fonksiyonel yapıdaki görevi de, yargı kurumlarını amaçlarına uygun bir saygınlıkta ve sorumlulukta işler halde tutmak; kendilerinden adalet bekleyen insanların ve kurumların "güven" duygularının maksimal düzeyde sürmesine gayret etmektir.

İyi niyetli, fakat sarsıcı bir soru soralım; "Yargının ülkemizdeki üç yüz yıllık mazisi bir rapor haline getirilse, bu raporun değerlendirme ve sonuç bölümünde acaba yargı kurumlarının ve yargı mensuplarının bu görevlerini layıkıyla yerine getirdiğini belirten kayıtların çokluğuna rastlamak mümkün olacak mıdır?"

57. Analiz: İşsizlikten Beslenmek -06.06.2008 -


Norveç'in Türkiye'den meslek sahibi yüz bin insan istemesiyle başlayan yeni bir süreç var. Buna mukabil İsveç, Iraklı mülteci Kürtlere; "Artık ülkenize dönün, ülkenizde savaş bitti", diyerek kapıyı gösteriyor. Norveç'in yetişmiş genç nüfusa olan ihtiyacı kadar İsveç'in de ihtiyacı var. Onlar yetişmemiş göçmen gençleri yük olarak gördükleri için, ülkelerinde istemiyorlar. Sendikalar Konfederasyonu başkanına göre, 'hükümet yabancı işgücüne kapıları açarak ücretleri düşürmek istiyor' . Üstelik Avrupa'da işgücünün dolaşımı serbest olmasına rağmen, getirilecek yabancı işçiler AB dışından olacak. İskandinav ülkelerinin tümünde bu durum var. İşsizlik sigortası primleri yükseliyor, sigorta aidatlarının yükselmesi ile de bir çok işçi işten ayrılıyor. Yaşlıların oranı artıyor ve yaşlıların emekliliğini finanse edecek çalışabilir oranda genç nüfus yok.  Çalışabilir nüfus da azla yetinmiyor(İnternet sitelerinde en düşük maaşla çalışacak kişiler için ihale yapılıyor).Avrupa'da yeni süreç bu; Hükümetler ve çalışabilir durumdaki işsiz işçiler işsizlikten besleniyor.

Avrupa'da savaşlar sonunda göçmenlere duyulan ihtiyaç şu anda farklı bir gerekçeyle yeniden gündemde. Bu kez savaşların yok ettiği erkek nüfus değil sorun; yaşlanan nüfusun getirdiği sıkıntı dolayısıyla göçmenler yeniden revâçta.  Avrupalılar, üremek istemiyorlar. AB'de hâne başına düşen ortalama çocuk sayısı 1.2, Türkiye'de bu oran 1.9. Yani abartıldığı kadar fazla üremiyoruz. Son zamanlarda televizyonlarda ( Haber 7'de bile) sık sık yayınlanan reklamlardan biri de aile ve nüfus planlaması ile ilgili. İlginç bir tezat var ortada. Başbakan en az üç çocuk yapılmasını öneriyor, ulusalcı kaleler, hızla üreyen (*)Kürtlerin gelecekte nüfus hâkimiyeti sağlayacağını düşünerek kâbuslar görüyorlar. Bir de bunun yanında hassas kanallar bile şerh koyma gereği duymadan aile ve nüfus planlamasına dair bilinçlendirme(!) kampanyasına katılıyorlar.

56. Analiz: Yeni Nesil, Cehâlet Ve Sorumlu Suçlular -15.3.2008-


"Yeni nesil, farklı hastalıklarla birlikte büyüyor. Ebeveynler çocuklarının cehaletle mücehhez bir şekilde yetiştirildiğinden habersizler." Seçkin Deniz

Hangi olay, hangi sonuçlara sebepler üretir, bilebilir misiniz? Bildiğinizi düşünsek bile, bildikleriniz elinizdeki verilerin sınırlı olması dolayısıyla, sınırlı olacaktır. Başörtüsü meselesinin televizyon ekranlarında üniversite öğrencilerince tartışılması, üniversite öğrencilerinin genel durumu hakkında insanlara bir fikir verdi.Bu fikir maalesef iç açıcı değil, iç karartıcıydı. Dar alanlı/sınırlı sohbetlerde sık sık tartışılan bir gerçek, tüm kanıtlarıyla birlikte ekranda duruyordu. Üniversiteli öğrencilerin cehâlet düzeyinin açık bir şekilde (okumuş/okumamış insanlarca) fark edilmesi, durumdan bihâber olan herkesin şoka girmesine neden oldu. Özellikle bir vakitler üniversitede öğrencilik yapanlar, cehâlet düzeyindeki artışın hızına çok şaşırdılar. Başörtü, ilgisiz gibi görünen bir yerden Türkiye'deki üniversiteli öğrencilerin ebeveynlerden saklanan kalitesini açığa çıkarmıştı. Sosyal ve bireysel gelişim süreçleri arasındaki ayrıştırılamaz ilişkiyi görebilenler büyük bir kaygıyla sarsıldılar. "İrtica" diye diye ürettikleri sahte kaygılarla pişkin pişkin koltuklarında oturanlar bile gelecekleri adına kuşkuya düştüler.

55. Analiz: Prangalar Sökülürken -04.03.2008-


Türkiye'nin genel ve esas iki probleminden birincisi; kalitesiz meşhurlarının bolluğu ve bu meşhurların hak etmedikleri, ancak -bazen fevrî, bazen insiyâkî, bazen de farkında olarak- kullanmaktan çekinmedikleri gücüdür. İkincisi; meşhur olmayan, fakat verdikleri kararlar ve yaptıkları "öznel/subjektif tercihlerle" sebep oldukları olayların geometrik etkisine göre, meşhurlardan daha fazla derin etki bırakan kalitesiz kişilikler ve onların gizli gücüdür. Bu problemler almaşığı şu şekilde de görünür bir târif aralığına tesbit edilerek, iki büyük problem tek probleme indirgenebilir; "Türkiye'de herhangi bir kaydadeğer -nesnel/objektif ölçekli- emeğe isnâd edilmemiş kişilikler, asla olmamaları gereken yerlerdedirler."

Türkiye'deki bu esas problem dolayısıyla, olguları ve olayları algılama, yorumlama ve bu yorumları paylaşma sistematiği nitelikli bir yapıya bürünebilmiş değildir. Gelişmiş batılı ülkelerle aramızdaki en önemli fark da budur.(Son on yılda batılılar da bu hususta görülen büyük erozyon, gündemimiz dışındadır.) Türkiye'ye dışarıdan bakma fırsatı bulabilenlerin, gündem konularının hızla akıp gitmesini yadırgamaları da bu yüzdendir. Ne yazık ki; ülkemizde, önemli-önemsiz ayrımı yapılmadan her bir ayrıntı bile temel problem olarak ortaya konmakta; temel problemler birer ayrıntı gibi ölçülerek ayrıntılarla aynı süre ve kalitede işlenerek çözümsüz bırakılmaktadır.

54. Analiz: Cumhuriyet'in Kazanımları Üzerine Simülasyon Denemeleri - 25.02.2008-

"Cumhuriyet'in kazanımlarını korumak" tandanslı yorumların içeriğinde neler var? İlkel bir teknikle ve lineer(doğrusal) bir yaklaşımla Cumhuriyet'in kazanım elde etmesinin ne anlama geldiğini düşünelim.

"Cumhuriyet'in Kazanımları" konulu simülasyonlar oluşturarak, soracağımız sorularla yorumları ve demeçleri anlayabilecek miyiz? Deneyelim;

İlk simülasyon denemesi; "Cumhuriyet, kazanım elde edebilen bilinçli-canlı bir varlık mıdır"

Bir yönetim şekli olan cumhuriyet'in "kazanım" ilkelerine göre "kazanım" elde etmesi mümkün müdür? Ya da bir kurallar manzumesi olarak adlandırılan bir yönetim şekli, iradesi olan canlı bir varlık gibi "kazanım " elde eder mi? Eğer Cumhuriyet'i bir kazanım savaşçısı olarak algılayacaksak, ona önce bir kimlik vermemiz gerekir; her şeyden önce, onu bilinçli canlı bir varlığa dönüştürmemiz gerek şarttır. Bunu yapıp yapamayacağımız açıktır. Yapabildiğimizi düşünelim.

53. Analiz: Siyasî Liberalizm ve Türkiye -16.02.2008-


Türkiye'de siyasî liberalizm'in öyküsü, çok uzun bir öyküdür. Bu öykünün kahramanları da sanıldığı gibi çok fazla değildir. Üstelik böyle bir öykü gerçekte çok fazla kimsenin dikkatini çekmemiş, böyle bir hedefin gerekliliği üzerine de analitik anlamda kafa yorulmamıştır. Cumhuriyet öncesinde basit anlamda "çağrışım" değerli bazı çabalarda -mesela Tanzimat Fermanıyla gayr-i müslim unsurlara ayrıcalık tanınmasında- dahi siyasî liberalizmin esâmesi bile okunmaz. Cumhuriyet sonrasında yaşananlardan göze batanlar ise; Menderes döneminden az önce vatandaşlara tanınan bazı haklar, Menderes döneminde olabildiği kadar homojenize edilmiş, ekonomik liberalizm ve siyasi liberalizmi çağrıştıran bazı fırsatlardır.

52. Analiz: Tüsiad'ın Demokrasisi: Plütokrasi -01.02.2008-


"Küçük balıklar büyük balıklar içindir."  İnsan Balığının Hâzin Öyküsü

Türkiye'de ve Dünya'da zenginlerin ekonomik, siyasî ve ahlakî davranış kalıplarının analizini yapmak, bunu bilimsel alanlarda işlemek, sentezlemek ve sonuçları yüksek/duyulabilir bir sesle paylaşmak; yani kısaca onları eleştirmek Yüce Yaratıcı'yı eleştirmekten daha zordur. Zenginler, Yaratıcı'nın aksine, kendilerini eleştiren münasebetsizlerin(!) hayat damarlarını acımasızca ve geciktirmeden hemen keserler. Bu yüksek risk dolayısıyla, eli kalem tutanların çoğu, konu zenginler olunca "karınlarından" konuşmayı tercih ederler. Duyulamayan sesler de, ancak zenginlerin diledikleri zaman diliminde ve köhnemiş bir haldeyken duyulabilir olurlar. Karl Marx'ın Das Kapital'i, yazıldığı 19.yüzyıldan 1989 yılına kadar yasak yayın olmaktan sırf bu sebeple kurtulamadı. Sosyalizm tarihsel bir "iflâs" yaşamasaydı; söz konusu bu kitap, kapitalist ülkelerin üniversitelerinde kullanılabilecek bir iktisat belgesi olma özelliğine ulaşamayacaktı.

Zenginlerin tarih öncesi devirlerden gelen "genetik özellikleri" eleştirilmeye açık değildir. İsa'dan sonra 7.yüzyılın başlarında zenginlere yönelik olarak ortaya çıkan yazılı/yazısız tarihteki tek "toleranssız eleştiri" varlığını İslam Peygamberi'ne borçludur. Zenginlerin büyük kıskacı olan "zekât" kurumu, aslında bir nevi onların eleştiri dozlarının sağaltılmasını/azaltılmasını sağlamayı da hedefiyordu-daha önce elçilerin namazla beraber getirdikleri ikinci önemli emir de yine zekattı, ama maalesef hiçbirinin bu emri halkına uzun süreli olarak uygulatması mümkün olmamıştı-;ancak inandıklarını söyleyen zenginlerden bir kısmı bu kurumun işlerliğini sürekli baltalamışlar ve eleştirilme katsayılarının artmasına neden olmuşlardır. Yani; zengin, gerçekte çatışma nedenlerini kendisi oluşturmuş, insanlığın sağlıklı ilişkiler örgüsüyle yaşayan toplumlarla süregitmesini engellemiştir.

51. Analiz: Beyazlar Ölürken... -29.01.2008-


Dünya'nın eskimiş, tehlike arzeden,gecekondu yapılanmaları yerle bir edilirken, Türkiye'nin aynı sıfatlı yapılanmalarının yerli yerinde durmasını ummak ancak "dinozorlar"ın direnci kırık harcı ve tedavülden kalkmış hüsn-ü kuruntusudur. Bittâbi onlar da eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışarak, bas bas bağırıyorlar. O dinozorların hangi sınıfsal yahut grupsal çıkarların kaygısını güttüğü önemli değildir; hangi dine mensup oldukları, hangi siyasî "yol" a baş koydukları da önemli değildir. Önemli olan onların "benzer, anlamdaş ve sesteş" yaygaralarıdır. Onların tanrıları, onların çıkarlarıdır ve o çıkarlar öldükçe bağırtılar yerini böğürmelere bırakacak ve nihayetinde onlar bağırtılarıyla beraber insanların gözlerinden, kulaklarından ve hafızalarından silinip gideceklerdir. Tarih, bu yüzden benzer vak'aların toplamıdır.

Hâlde olan biten nedir? Olanların her biri neresinden diğerine bağlıdır? Olan biten herşey neden herşeyi sarsıyor?

Siyasetçiler, yargıçlar/hukukçular, bürokratlar, rektörler, profösörler neden bu kadar yüksek sesle bağırıyorlar? Askerler neden suskun? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne neden cemaatlarden bir kısmı karşı duruyorlar? Ne istiyorlar?  Eski köhnemiş politik zihinlerin küfürlerinin sebebi nedir? Laiklik nerede? Pozitif Laiklik de nerden çıktı? Papa'nın oyunları, kimin başına çorap örüyor? Amerikan ekonomisi neden herkesin dilinde? Amerika'daki başkanlık seçimleri dünya kamuoyunca neden "keçilerin yıllık süt veriminin arttırılması" kadar önem bulmuyor?