107. Analiz: Türkiye’nin Zaferi -05.01.2010-

Türkiye’de Yüksek Gerilim ve Karmaşık Süreç* ya da İdeolojik Savaş, Pervasız Duruşlar/Saldırılar ve Acımasız Soğukkanlılıkların Kökeni


Bu analiz, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan iktidar mücadelesinin iç yüzünü anlamak ve anlatmak üzere planlanmış; analizden sentezlenen önermelerle, özellikle saklı tutulmaya çalışılan gerçeklerin birebir yansıtılması hedeflenmiştir.

A-Giriş:

İktidarları, demokratik sistemlerle değiştirmeyi öngören yönetim sistemlerinde, yönetilenlerin tercihleri, yönetenlerin tercihlerini belirler ve sınırlar. Seçim dönemleri, halkın mevcut iktidarın yönetim süresince talep ve beklentilerinin ne kadar gerçekleştiğine dair düşüncelerinin parlamentolara yansıması anlamında çok etkin geri bildirim trafiğinin aşırı yoğunlaştığı dönemlerdir. Halk, seçilmiş iktidarı iktidar olduğu süreçte izlemiş ve değerlendirmiştir. Tercihleri, onun yönetimi belirleme gücünü kullanma arzusundan kaynaklanmaktadır.


Demokratik sistemlerde halk, seçme gücünü devretmek gibi bir seçeneği kendi haklarının korunması kaygısıyla tercih etmez. Aynı zamanda demokrasi, halkın iktidarı seçme ve belirleme gücünü elinden almanın seçim stratejileri ile mümkün olduğu bir sistemdir; halkı, seçim süresince psikolojik, sosyolojik tabanlı söylev ve imaj bombardımanlarına tabi tutarak bilinç kaymaları ile aldatmak ve kendisine takdim edilen partiler ve liderler arasından dilediğini seçtiğine inandırmak, demokrasinin zayıf karnıdır.

Türkiye’de şu anda(2009 sonu-2010 başı) yaşanan yüksek gerilimi anlamak ve çatışan tarafları daha net görebilmek için demokrasinin zayıf karnı dediğimiz ‘seçileceklerin seçmenlerce değil, başkaları tarafından belirlenmesi’ hususunda kısa/kronolojik bir değerlendirme yapacağız.

Çok Partili dönemin Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve halkın tercihi ile değil de 1946 yılında egemen/galip ülkelerin baskısı ile ciddi politik perspektiflerle başlamış olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet hüviyetine işlenmiş utanç notudur. II. Dünya Savaşı sonrasında, diktatöryal nitelikleri yüksek yönetim sistemlerinin tasfiye edilmesi, yeni küresel dengeler gereği vazgeçilmezdi. Çok partili sistem’e geçişten hemen sonra, Demokrasi’nin yumuşak karnı, halkın aslında birbirinden çok da farklı olmayan iki parti arasında tercih yapmak zorunda kalmasıyla daha da görünür oldu. Siyaset parametrelerinin daha kolay oluşturulup yönetilebildiği iki partili sistem, Türkiye Cumhuriyeti’ni ABD benzeri bir polarizasyona mahkûm etti. Planlanan buydu; iki partili sistemde hangi parti siyasî iktidar gücünü elde ederse etsin, güç odaklarınca gerçekleşmesi istenen her değişiklik sağlanmış olacaktı.

1923’ten 1946’ya kadar totaliter yönetim şekli ve anlayışıyla mutlak iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi ile yine Cumhuriyet Halk Partisi mensubu olup da küresel konjonktür gereği ayrılanların kurdukları Demokrat Parti, 1946’da Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetilebilir bir demokratik sisteme taşıdılar. Yönetilebilir Demokratik sistemler özleri itibarı ile yönetilebilir partiler ve parti liderleri sacayaklarında geliştirilmiş geçişsiz yönetim şekilleridir. Dünya’nın hemen her yerine kadar yaygınlaştırılmış bu sistemler, halkın tercihleri ile yönetebilir niteliklere sahip olamadıklarını altmış yıllık Türkiye deneyimi ile kanıtladıkları gibi, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi Avrupalı örneklerde de kanıtlamışlardır.

Türkiye, yönetilen demokrasisi ile 1960 yılına kadar, ABD ve Avrupa’da etkili hegemonya kumpasları ile kontrol edildi. Demokrat Parti’nin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi, multiperspektif dış politik mülahazalarla NATO konseptine aykırı, ancak Türkiye’nin yararına olacağını düşündüğü stratejik hamleleri tasarladığı ve uygulamaya koyduğu dönemde askerî darbe gerçekleşti. Başbakan, kendisini darağacında bulduğunda ‘kaleminin kırıldığını’ ve geri dönüşün mümkün olmadığını, Demokrat Parti hükümeti tarafından Yargıtay İkinci Başkanlığına ve daha sonra Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı iken 27 Mayıs Darbesi'nden sonra Milli Birlik Komitesince Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı Başkanlığına atanan Salim Başol’un tutukluluk şartlarına itiraz etmesi üzerine cevap olarak söylediği "Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor" sözü ile anlamıştı.

Menderes’i darağacında öldüren güç tarafından dikte ettirilen 1961 anayasası, Demokrat Parti’nin halk için elde ettiği kazanımları tarihin derinliklerine gömerken, bundan sonrası için çatışmacı bir toplumsal yapı dizayn ediyordu. Darwinist söylem, derin kültürel ve sosyolojik dehlizlerden çıkarılarak, üniversitelerin, siyasetin ve bürokrasinin tüm kontrol noktalarına daha açık ve pervasız bir söylemle, hızla yayılıyordu. Kuşkusuz Demokrat Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında ideolojik konumlanma olarak çok fark yoktu. Ancak Demokrat Parti yöneticilerinin dayandığı taban halk adına elde edilen kazanımlarla beslendiğinden ve bu kazanımlar, küresel hegemonya’nın arzu etmediği bir bilinci onarmaya ve yeniden inşa etmeye endekslendiklerinden dolayı zararlıydılar. Kazanımların dili, Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras olarak kalan egemenlik diliydi. Dolayısıyla bu kazanımların tasfiye edilmesi gerekiyordu. Yönetenini seçmeyi öğrenmiş bulunan bir halkın, elindeki bu gücü kaybetmeyeceğinin farkında olan sosyoloji mühendisleri, yeni kahramanlarla, halkın seçilecekler listesini dolduruyor ve demokrasinin yumuşak karnı, halkın aldatılarak yönetilmesini sağlıyordu. Halk oy verdiklerini kendilerinin seçtiğini zannediyordu.

1960-1971 arası dönem yönetilen demokrasinin, küresel güçlerce daha sık kontrol edildiği dönemdi. Bu dönem aynı zamanda 1971-1980 arası silahlı çatışma döneminin hazırlayıcısıydı. Hiçbir şey tesadüfe bırakılmıyor, siyaset sağ-sol polarizasyonu ile yönetilmeye devam ediyordu. Yönetenler aynı idi, yönetilenler de; ancak yönetilenler bunun farkında değillerdi. 1971 darbe senaryoları ve mukabil askerî muhtıralarla yeniden dizayn edilen 1971-1980 arası dönemde Parti Liderleri’nin tamamı, demokrasinin yumuşak karnından beslenerek seçildiler. Bu dönemde altyapısı hazırlanan yeni polarizasyon projeleri tedavüle sokulmaktaydı. İslâm Dini’ni ve Türk Irkı’nı referans aldıklarını iddia eden partilerin ortaya çıkışı, iki asıl önermenin geometrik yapay bir artışla dörtlü önermeye dönüşmesinden başka bir şey değildi. Aynı güç merkezleri yaşlı küreyi Nato ve Varşova gibi iki zıt kutba ayırdıktan sonra, ikiz kardeşler Kapitalizm ve Sosyalizm, Milliyetçilik ve Din bazlı yeni rakiplerle insanlığın hayat alanlarını kontrol etmeye devam etti. Milliyetçilik, daha önce Turancılık ve Türkçülük formlarında akademik/kültürel popülarite kazanında kaynatılmış olmasına rağmen 1935’ten sonra uykuya yatırılmıştı; uykudan uyandırılana kadar da başı eziliyor olarak lanse edilecekti. Bu oyun süregiden zamanda hep tekrarlandı. Bir önceki dönemde sonraki dönemin siyasî figürleri, mağdur edilerek halkın bilincine yediriliyor, onay kutucuğunda depolanıyorlardı. Ancak ne olursa olsun yönetenler ve yönetilenler değişmiyordu.

1980 askerî darbesi, 1938’den sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetenlerin son eylemli darbesi olma özelliği taşıyordu. Her bir dönem sonraki dönemin alt yapısını hazırlamakta olduğundan, 1971-1980 döneminde oluşturulan etnik ayrımcılık tabanlı çatışmalar, 1980-1997 arasındaki yılları halk için kayıp yıllar olarak belirlediler. Türk-Kürt Düşmanlığı’nın temel değişkenleri oluşturuldu ve savaş hâli’nin psikolojik altyapısı sürekli beslendi. Ancak 1983-1993 arası dönemde, Turgut Özal tarafından, 1950-1960 arası dönemde halk için elde edilen kazanımlardan daha da gelişmiş yeni kazanımlar ağı örüldü. Yönetilebilir demokrasi, yönetebilir demokrasi olmayı çeyrek yüzyıldan sonra yeniden başarmıştı, fakat bu demokrasi özgür iradesiyle seçmiş bulunduğu Cumhurbaşkanı’nı koruyamadı.

Özal’ın ölümü, 1980-1987 arasında olgunlaştırılan yeni kaos planlarının uygulanması için gerekli ve vazgeçilmezdi. 1993 yılında sahnelenen suikast ölümleri, sonrasında kullanıldı. 28 Şubat 1997’den sonra Erbakan Hükümeti istifa ettirildi; halk dini duygularından dolayı büyük bir sürek avı ile sindirildi; laik-dindar çatışması ülkenin tüm köy ve kasabalarına kadar sirayet ettirildi. 1997-2007 arası dinlerinin farkında olan insanlar yeni bir kurtuluş savaşı verecek kadar tahrik edildiler. Planlanan elbette laik-antilaik dualitiği ile karşıtlar çatışmasıydı. 2002 Kasım ayı, ayıplı Türk Demokrasisi için redd-i miras davasıydı. Halk, hukuken ‘muhtar bile olamayacak’ hale getirilen Recep Tayyip Erdoğan’ı ve partisini iktidara taşıdı. 2003, 2004 yılları egemenlik sarsıntılarının tetiklediği darbe teşebbüsleri ile darbe organizasyonlarının ayyuka çıktığı, Başbakan’dan hesap soran kuvvet komutanları ve siyasi iktidara bağlı olduğunu TSK’nın web sayfasındaki bir yazıya iliştiren Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün demokrasiye saygısının hissedildiği ve darbe teşebbüslerinin def edildiği yıllardı.

Defedilen darbe teşebbüslerini yargılamak ancak dört yıl sonra mümkün olabildi. 2007, büyük bir kaos devrinin sona erdiği, Osmanlı’dan miras kalan topraklar üzerinde, Osmanlı’dan siyasi miras olarak devralınan, Osmanlı İmparatorluğu’nu da tarihe gömmüş bulunan yönetsel bozuklukların ortadan kaldırılma işaretlerinin verildiği ve küresel güçlerin yerel uzantılarının tasfiye edilmeye başlandığı bir yıl oldu. Yönetenler aynıydı, ama bu kez yönetilenler değişmişlerdi. Özgür iradeleri ile seçmeyi, başkaldırının türevlerini demokratik sistemde deniyorlar ve başarılı oluyorlardı.

12 Haziran 2007 Ümraniye'de bir evde bulunan mühimmat ile başlayan soruşturma daha sonra genişleyerek Ergenekon adı verilen bir yapının ortaya çıkması ile cesamet buldu. Ordu komutanı emekli orgeneraller, çeşitli emekli ve muvazzaf subay ile onların sivil işbirlikçileri olduğu iddia edilen, birçok gazeteci, akademisyen, yeraltı dünyası ismi ve sivil toplum örgütü liderinin; seçimle işbaşına gelen meclis ve hükûmeti devirecek bir askerî darbe planlamak ve Ergenekon adında bir silahlı terör örgütü kurmak suçlamasıyla yargılanmaya başladılar. Başbakan R.Tayyip Erdoğan, ilk operasyonda göz altılarla ilgili bir soruya, "Devlet çalışıyor, arkadaşlar!" cevabını veriyordu.

Tarih, kendisini yapanlarla birlikte kendisini yazmaya henüz başlıyordu. Halk, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaptırmayan 27 Nisan bildirisi, Anayasa Mahkemesi’nin hukuk dışı 367 kararı ve benzeri örgütlenmeleri, Temmuz 2007 seçimleri ile terbiye etti. Yeni oluşturulan meclis, gecikmeli olarak Abdullah Gül’ü 11. Cumhurbaşkanı olarak seçecekti. Bu, statüko karşısında halkın elde ettiği ilk zaferdi. Fakat zafere giden yol, 27 Nisan Bildirisi’ne karşı dik duran Erdoğan Hükümeti’nin başlattığı Ergenekon Operasyonu ile açılmıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma neticesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilmesi Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından kararlaştırılan 2007/1536 Soruşturma 2008/968 Esas ve 2008/623 İddianame numaralı dosya 25 Temmuz 2008'de kabul edilen ve ilk duruşması 20 Ekim 2008 tarihinde Silivri Cezaevi içindeki adliyede yapılan Ergenekon Davası’nda iddia şuydu: Silahlı terör örgütü kurmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven kod adlı darbeleri planlamak, Cumhuriyet Gazetesi'ne patlayıcı madde atma suçuna azmettirmek, Danıştay 2. dairesine düzenlenen saldırıyı azmettirmek.

Ergenekon operasyonlarının kapsamı daha da genişleyecek, Aralık 2009’da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast planlama iddiasıyla Sivil Yargı’nın Seferberlik Tetkik Kurulu’nun Kozmik odalarına kadar uzanmasını sağlayarak tarihte bir ilkler dönemini demokrasinin onur sayfasına altın harflerle yazdıracaktı. 1946 yılındaki vizyonsuz siyasetçilerin sırtına yüklediği demokratik utancı silen halk, kendi özgür seçimleriyle 63 yıllık bir şeref mücadelesini kazandığını ilan edecek; Genelkurmay Başkanı’nın her şeyin hukuka uygun bir şekilde ilerlediğini beyan etmesiyle de, halkın zaferi, vatansever askerin de zaferi olma unvanına kavuşacaktı.

Türkiye’nin cefâkâr ve fedâkar insanları kime karşı zafer elde etmişlerdi? İşte esas soru buydu.

Diğer soru ve daha sonraki sorular, ilk sorunun cevabına bağlı olarak gelişen zincir sorulardı. 2010 yılının ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Başbakan Erdoğan’ın, kendilerine suikast ve darbe girişimlerinde bulunduklarını bildikleri muvazzaf ve emekli askerlerin bağlı bulundukları kurumu, TSK’yı, yıpratmamak gerektiğini söylemelerinin altında yatan sebep neydi?

2003-2004 yıllarında yapılan Askeri Şûrâ’larda Başbakan’ı icraatları nedeniyle sorguya çekenler kuvvet komutanlarıydı. Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na saygısızca davranmak, halkın tercihlerine saygı duymamak gibi, amirlerine, Başkomutan’a karşı küçük düşürücü tutum sergileyen kuvvet komutanı orgeneraller ile TSK ayrı mıydı? TSK içinde, halkın tercihlerine ve daha doğrusu demokrasiye karşı, emir-komuta zincirine uymayan büyük bir örgütlenme mi vardı? Ergenekon operasyonları ve son Seferberlik Tetkik Kurumu operasyonu ile bu örgütlenmenin beynine müdahale edilmiş, TSK büyük bir örümceğin ağlarından kurtulmuş muydu? TSK artık Türk Milleti’nin emrinde olan bir kurum olmaya başladığı için mi Başbakan ve Cumhurbaşkanı TSK’nin kurumsal yapısının korunabilmesi için açık bir destekle TSK’ya sahip çıkıyorlardı? Bütün bu soruların cevabı tekti; Evet.

Peki, Ordu, kendi halkına ve halkının temsilcilerine acımasızca karşı duran, seçilmiş bir Bakan’ı, İçişleri Bakanı’nı kazığa oturtmakla tehdit eden, Genelkurmay Başkanı’nın yakasına yapışan, dilediği siyasetçiye iktidarı altın tepsi içinde sunan, Amiri Başbakan’a ‘pe….k’ diyen, basını, yargıyı, üniversiteleri, YÖK’ü brifinglerle, emirlerle yöneten, çalışma grupları oluşturarak halkı demokratik tercihleri ve yaşantısı dolayısıyla fişleyen, illegal örgütlerle işbirliği yapan, terör örgütleri ile çeşitli alışverişlerde bulunan ve dışmerkezli olduğu bilinen dernekler ve localara üye olan, ABD’li bürokrat ve siyasetçilerle darbe görüşmeleri yapabilmek için Avrupa’ya turlar düzenleyen, ABD’de think-tank kuruluşlarında Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Başkanı’na suikast düzenlenmesi durumunda olabilecekleri tartışan mensuplarını, kendi içinde nasıl barındırabiliyordu?

Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’na, dolayısıyla halkına karşı kimi ve neyi savunuyordu?

Analizimizde Cumhuriyet Türkiye’sinde demokratik sistem algısının boyutlarını ve bu boyutları belirleyenlerin polarize edilmiş politikalarını özenle seçilmiş parçacıklar üzerinden inceleyeceğiz. Yukarıda sorduğumuz ‘Türkiye’nin cefâkâr ve fedâkâr insanları kime karşı zafer elde etmişlerdi?’ ve ‘Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’na, dolayısıyla halkına karşı kimi ve neyi savunuyordu?’ sorularına kuşku kaldırmayan cevaplar bulmaya çalışacağız. Yıllarca farklı araştırmacılar tarafından sorulan sorular ve ortaya konan tezlerin neredeyse tamamı birer komplo teorisi olarak algılanıyor ve küçümseniyordu. Çünkü; elde somut kanıt yoktu. Somut kanıt elde edebilenler birer birer tasfiye ediliyor, öldürülüyor veya sindiriliyorlardı. Fakat bugün, halk, Devletiyle birlikte büyük bir savaş veriyor ve somut kanıtlar mahkemelerde halkın gözleri önünde geçit resmi yapıyorlar. Tezler ve kanıtlar arasındaki muhkem ilişkiyi kullanarak, analitik bir düzende geçmişte komplo teorisi olarak adlandırılabilecek tezlerden birini yeniden irdeleyecek ve bu tezin gerçekliğini kuşkusuz bir formatta takdim etmeye çalışacağız.

B-Kapsam ve Sınırlar:

Bu analizde, küresel bir organizasyonun yerel eylemleri sorgulandığı için, tez’in taşıdığı iddia’nın temel büyüklüğü dikkate alınarak Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlandırılmış, kapsamı da siyaset mekanizması-askerî ve sivil bürokrasi, kısmen akademik yapılanma ve basın ilişkileri ile daraltılmıştır. Türkiye’deki yapılanmanın Gladio/Masonik Örgütlenme ile ilişkileri vurgulanacak, ancak detaylara inilmeyecektir. Dinî örgütlenmelerin, yani; tarikâtler, cemaatler ve dergâhların tezimizde belirtilen örgütlenme ile ilişkileri başka bir analiz’in konusu olacağından söz konusu örgütlenmeler analiz dışında tutulmuştur.

C-Yöntem ve Teknikler:

Kanıtlar dizisinde, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği işbirliğinde oluşturulan çarpıtmalar, bu çarpıtmalarla perdelenen gizli amaçlar ve organizasyonlar, paravan yapılanmalar, legal, illegal dernekler ve terör örgütleri ile işbirliği, provokasyonlar, rastgele seçilmiş ya da kronolojik sırayla belirlenmiş örnek vak’alarla kanıt-soru-cevap-kanıt tekniği ve tümdengelim yöntemiyle incelenecek, analizler yapılacak ve tümevarım yöntemiyle elde edilen sentez, tez ile karşılaştırılarak tezimiz kanıtlanacaktır.

D-Tez:

Türkiye’nin cefâkâr ve fedâkâr insanları, Türkiye Cumhuriyeti’nin bürokratik tüm kurumlarına sızdıkları gibi Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun kurmay subayları arasına sızan küresel hegemonik tek güç olan Masonik/Siyonist/Kabalistik örgütlenmeye karşı zafer elde etmişlerdir.

E-Kanıtlar Dizisi ve Analiz:

2007 yılında, Anayasa'nın, 'Kanun önünde eşitlik' başlıklı 10'uncu ve 'Eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi' başlıklı 42'nci maddelerinde yapılması öngörülen değişikliklerin, yükseköğretim hizmetlerinden, 'Kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesine' uygun olarak, herhangi bir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlayan Anayasa değişikliği çalışmalarının yoğunlaştığı dönemde cılız, ancak etkisi yüksek bir ses duyuldu. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Türkan Saylan, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması yönündeki anayasa değişikliği çalışmalarına karşı çıkarak, "Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil", dedi.

Türkan Saylan, mümkün olanın ne olduğu konusunda haklı mıydı? Evet, başlangıç için haklıydı, ancak sonrası için bu haklılık, sonun başlangıcındaki göreli haklılık olmaktan başka bir anlam taşımaktan aciz kalacaktı. Ocak 2008’de Ak Parti ve MHP’nin 411 oyuyla yapılan anayasa değişikliği süreci, Şubat’ta Cumhurbaşkanı Gül’ün onayıyla tamamlandı. 27 Şubat 2008 tarihinde kamuda başörtüsü serbestliği sağlayan anayasa değişikliği hakkında, CHP ve DSP ile birlikte 112 millet vekili imzası içeren şikayet dilekçesiyle anayasa mahkemesinde dava açılma talebiyle resmi başvuru yaptı. Mart 2008’de ise Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya, AK Parti’nin laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiğini iddia ederek, kapatma davası açtı. 5 Haziran 2008'de, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi 9 Şubat 2008 günlü 5735 sayılı anayasa değişikliğini iptal ve yürürlüğünün durdurulması kararını açıkladı. Bundan daha önce Mart 2008’de Danıştay 8. Dairesi devreye girmiş, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın, 'başörtüsünün yükseköğretimde serbest bırakılmasını' öngören değişikliklerin yapıldığı Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerine göre uygulama yapılabilmesi için ayrıca bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç bulunmadığına' ilişkin rektörlüklere gönderdiği yazıyı 'genelge' olarak kabul ederek, yürütmesini durdurmuştu.

Türkan Saylan’ın ‘Biz’ dediklerinin istemediği Anayasa değişikliği yapılamamıştı. İptal davasını yeterli görmeyen o ‘Biz’ler, Anayasa değişikliğini yapma cüretini gösteren İktidar Partisi’ni kapatmaya da karar vermişlerdi. Hürriyet Gazetesi’de ‘411 El Kaos’a Kalktı’ manşetini atan Ertuğrul Özkök 3 Ocak 2010’dan itibaren Hürriyet’ten kovulmak zorunda kalacağını henüz düşünmüyordu. TÜSİAD 2009 yılından 2010 yılına geçerken başkanlığa hiçbir üyesini ikna edemeyecek düzeye ineceğinin de farkında değildi. “Üniversitelerimizde türban sorununu çözme düşüncesiyle Anayasa ve yasa değişikliği başlatanlar içinde yer alan bir siyasi parti, eşitliği ve öğrenim hakkını savunma görüntüsü altında, gerçek amacının, Türkiye'nin, Atatürk'ün çağdaş medeniyet seviyesine erişme hedefinin gereği olan, batı normlarını esas alan demokratikleşme süreci ile ilişkisini kesmek olduğunu açıkça ortaya koymuştur”,diyerek, temel hakların geliştirilmesi hususunda Ak Parti’ye destek veren MHP’yi ve lideri Devlet Bahçeli’yi, derin ve trajikomik bir çelişkiyle demokratikleşmenin önünü kesmekle itham ediyordu. (1).
Türkan Saylan’ın kendisini de dahil ederek ‘Biz’ diye sınıflandırdığı ‘Onlar’ kimlerdi? 411 milletvekilinin, millet temsilcisinin yaptığı bir anayasal değişikliği iptal ettirecek kadar güçlü olan onlar, kimlerdi? Eski sosyal demokrat yeni Ak Partili Bakan Ertuğrul Günay kapatma davası ile ilgili "Türkiye’nin iyiye ve ileri gitmesini istemeyen kişiler çok önemli yerlere sızmış" şeklinde bir yorumda bulunmuştu.(2) Günay’ın Yüksek Yargı organlarını kastettiği bu yorumuna eklenecek çok şey vardı. Yüksek Yargı, Basın Baronları, İş Dünyası’nın yüksek kuleleri, Akademik Dünya, Barolar ve askerî bürokrasî, Siyasî partiler, hatta İktidar Partisi’nin kendisi(Turhan Çömez, Abdullatif Şener- Abdullatif Şener, Maliye bakanı olduğu hükümette Başbakanı ve genel Başkanı Erbakan’a ‘pe….nk’şeklinde küfür eden, daha sonra Başbakan yardımcısı olduğu Ak Parti hükümeti’ne karşı ‘defterlerini düreceğiz’ diyen emekli general Osman Özbek’le gelecekte yoldaş olacaktı) Türkan Saylan’ın ‘Biz’ sınırlarının içinde bulunan birçok canlı unsura sahipti. Bu bir örümcek ağıydı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kontrol noktalarını ele geçirmişlerdi. Diledikleri zaman ülkeyi felç ediyor ve sistemi kilitliyorlardı. Halkın kimi hangi oyla seçtiği, yine Türkan Saylan’ın buyurduğu gibi önemli değildi.

Türkan Saylan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde de, ‘Biz’ dediklerinin düşüncelerini seslendirmiş, ancak seçimi engelleyememişti. Buna karşılık geri adım atmamış, kapatma davası açtırarak seçilen Cumhurbaşkanı’nı ve seçen Parti’yi cezalandırmayı planlamışlardı. Türkan Saylan’ı geçkin yaşında onurlu bir halka ve o halkın tercihlerine saygısızlık yapmaya iten esas neden neydi? Türkan Saylan, 16.8.2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde sorumuza şöyle cevap veriyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı, ülkemizi yurtiçinde ve yurtdışında temsil eden en büyük ve üst makamdır ve her şeyden önce ulusumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ve çağdaş Türkiye'yi simgelemektedir. Sayın Abdullah Gül, değerli bir siyasetçi olarak, Milli Görüşçü geçmişi, eşinin, kızlarının tesettürlü oluşu ve bu konuda devleti dava edişi asla dikkate alınmaksızın Dışişleri Bakanlığı'na kadar gelmiştir. AKP'nin seçimlerde yüzde 47 oy alması, iktidara, Milli Görüşü cumhurbaşkanlığına getirme hakkını sayısal olarak verse bile, ulusal uzlaşı açısından yüzde 53'ü yok saymak anlamına gelecektir. Özgürlükler, yurttaşlar için belki sonsuzdur; ancak belli temsili yerlere geldikçe kısıtlanması zorunludur. Çağdaşlaşmayı hedefleyen genç Cumhuriyetimizin, hem geçmişi hem kişisel ve ailesel iç ve dış görünüşüyle, çağdaş niteliklere sahip bir cumhurbaşkanı ailesiyle temsil edilmesi gerekir. Kişisel özgürlüklerin sonuna kadar yanındayız; ancak bu kavrama sığınılarak siyasal dinsel simge haline getirilmiş olan türbanın cumhurbaşkanlığı makamında ülkemizi temsiline karşıyız ve asla içimize sindiremeyeceğiz. Gül ve ailesi, cumhurbaşkanlığında, ne kadar ister görünseler de, çağdaş, laik bir hukuk devletini değil, İslam dünyasının fanatik ve radikal dini rejimlerini simgeleyerek bu yolda geçmişte verdikleri Cumhuriyet'i yıkma sözünün somut eylemini başlattıkları izlenimini vereceklerdir. AKP'nin desteğiyle Gül ailesinin gerçekte özümseyemedikleri bir rejimin en üst makamına aday olmamaları gerekir.”(3)

Anayasa’nın veya yasaların herhangi birinde olmayan ideolojik sınırlamaları sıralayan, aşırı derecede farkında olarak Anayasa’nın yurttaşların eşitliğine vurgu yapan maddesini açık bir şekilde çiğneyen yetkisiz ve niteliksiz bir dernek başkanı olarak Saylan’ın pervasızlığı, devlet kurumlarına karşı terbiyesizliği, acımasızlığı ve buyurganlığı, siyaset, bürokrasi, basın, asker ve halk adına utanç verici olduğu gibi, İktidar Partisi için de utanç vericiydi. Ancak İktidar Partisi Türkan Saylan’ın bu şekilde küstahça tutumuyla değil, O’nu konuşturan örümcek ağının gücüyle ilgileniyordu; yapacağı çok şey vardı ve yüzyıllardır yapılamayan o şeyleri yapmaya kararlıydı.

Cumhuriyeti yıkmak sözünü verdiği iddia edilen Cumhurbaşkanı, Cumhuriyetin temel ilkelerine en uygun koşullar altında seçilen tek Cumhurbaşkanı idi. Ve O Cumhurbaşkanı kendisinden sonraki Cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesini mümkün kılan anayasa değişikliklerini halkın onayına sunmuş, halkın tercihine saygı duyarak, Cumhuriyet Tarihi’nde, Cumhuriyet postulatlarına uygun bir seçim yapılmasına hizmet etmişti. Türkan Saylan, halkı aldatıyordu. Ancak saldırganlığının temel nedeni belliydi; İslâm. Türkan Saylan ve diğer ağ oyuncuları fanatiklik ve radikallik perdesi altında İslâm Düşmanlığı yapıyordu. Saylan ve ‘Biz’ dedikleri İslâm düşmanlığını, Çağdaş, Laik, Hukuk Devleti’ni korumak görevini üstlenmiş olarak Atatürkçü Düşünce Derneği ile birlikte organize olarak yapmış, Atatürkçülük adı altında ülkenin asker ve sivil tüm bürokratlarını hipnotize etmiş, dilediği hassas noktalara kendi ağlarının en acımasız cellatlarını yerleştirmişlerdi. Karargâh evleri adı altında evler temin edilmiş askerî öğrencilere birlikte özgürce seks, içki, uyuşturucu alemleri yapabilecekleri kızlar görevlendirilerek, halkın masum çocukları kirli ağın, kirli çarklarının hizmetine verilmişti.

Peki, Atatürkçülükleri konusunda kendilerinden asla kuşku duyulmaması gereken TSK mensuplarının böyle bir organizasyonla ne gibi bir ilişkileri olabilirdi? Eski Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, Atatürkçülük konusunda askerlerin ne kadar saf olduklarını şöyle anlatıyor: “İnsanlar bize şirin gözükmek açısından kendilerini öyle gösterebilirler. Biz askerler bu konularda safız. Bu konularda birileri gelip size “Ülkenin çağdaşlaşması için Atatürkçü düşünce sisteminin ülkenin kapılarını açtığını” söylüyorsa, “Benim gibi düşünüyor” diyorsunuz. Onu bir dost gibi kabul ediyorsunuz. Kişiyi nasıl bilirsiniz; kendiniz gibi. Biz askerler maalesef kişiyi hep kendimiz gibi kabul ettik. Dışarıda kimin ne beklentiyle size nüfuz etmek istediğini, kimin demokrasiyi, kimin Atatürk'ü kullanmak suretiyle bize yaranmak istediğini çok fazla irdelemedik. Ben şahsen kendi kişiliğim için söylüyorum bunu. Kapıma gelen herkese kapımı açtım; o kişi bana çağdaşlıktan bahsettiyse hoşuma gitti. Bunun altında bir düzenbazlık mı yatıyor, bunları hiç irdelemek istemedim. Biz kapalı bir sistem içinde yetişip, mesleğimizi sürdürürken karşı tarafı hep kendimiz gibi bilme eğiliminde olabiliyoruz demek ki.“(4)

Asker’in Atatürkçülük ve çağdaşlık maskesi altında aldatılmasını aşağıda detaylı bir şekilde inceleyecek, Atatürk’ü kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni sayısız darbe ve cinayetlerle karıştıran, etnik bölücülüğü ve din düşmanlığını besleyen, insanları planladıkları her dönemde birbiri ile çatışır hale getirenlerin aynı misyoner ruhun katil militanları olduklarını görmeye devam edeceğiz. Aynı insanların Atatürk’ü katlettiklerine dair iddialar var. Türkan Saylan’ın ‘Biz’ dedikleri Masonlar’ın Atatürk’ün ölümünde parmakları olduğuna dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır.

1935’te Mason localarından duyulan rahatsızlığın Atatürk’ün yönlendirmesiyle Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a duyurulması; Bozkurt’un CHP Grubu’nda Masonluğu eleştirmesi; mesajı alan yüksek dereceli Masonlardan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın harekete geçerek 33. dereceden Masonları toplantıya çağırması ve kendileri kapatmazsa locaları devletin kapatacağını bildirmesi; nihayet 8 Mason üstadın tüm locaları kapatması ve bütün mallarını Halkevleri’ne bağışlaması ile başlayan Atatürk düşmanlığını İçişleri eski Bakanı Saadettin Tantan’dan dinleyelim: “Atatürk’ü de masonların öldürttüğü kesin… Bunlar hep konuşuluyor, zaman zaman medyaya da yansıyor. Çünkü, Atatürk’te bir siroz hastalığı çıkıyor ve bir gecede ölüyor... Atatürk’ün Mason Localarını kapatmasından sonra masonlarla savaş yeniden başlıyor. Atatürk öldükten sonra Mason Locaları yeniden açılıyor. Bu aşamadan sonra dikkat ederseniz, Atatürk’ü kendi halkından soğutma çabalarının ağırlık kazandığı görülüyor”... (5)

Masonların elbette itirazları olacaktı. Masonlarla ilgili pozitif propaganda kitapları yazan Seyhun Tunaşar şöyle diyordu:” “Atatürk Mason Localarını kapattı” Ne yazık ki bu kanı tarafsızlık bilincinden yoksun, araştırma ve inceleme yağma gereği duymayan bazı tarihçilerimiz ve politikacılarımız tarafından öne sürülmektedir...(.)… Çağdaş uygarlık düzeyini candan benimseyen Ulu Önderimiz Atatürk’ün yurt sevgisini, özgür düşünceyi, tüm insanlığın mutluluğu için çalışmayı benimseyen Felsefe-Etik bir kuruluş olan Masonluğa kötü gözle bakması imkânsızdır. Masonların Uykuya yatma deyimi ile andıkları 1935 yılında yurdumuzda yaşanan bu olay Atatürk’ün bilgisi dahilinde sahneye konmuş, hukuk dilinde muvazaa halk dilinde danışıklı döğüşüklü denilen bir oyundan başka bir şey değildir. Bugün yurdumuzda Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği 13 bin’i aşkın yurtsever aydın üyesi ile kendi öz malı örnek binalarında benimsediği insancıl ilkeler doğrultusunda çalışmalarını övünçle sürdürmektedir.” (6)

Masonların danışıklı-döğüşüklü diyerek hafifletmeye hatta yok saymaya çalıştıkları, adeta alay ederek ve iddia sahiplerini küçültmeye matuf söylemlerle reddettikleri mücadelenin aslı 13 yıl sonra ortaya çıkacaktır: ”Yıl 1948, Ağustos’un 1’i. Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti (ELD)’nin “Laiki foni” yani “Halkın sesi” isimli gazetesinin 685’inci nüshasında, Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli farmason Avram Benaroyas şunları yazar:” Mefkûremizi imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!..(.)… Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara’da Çankaya köşkünde doktor Mim Kemal Öke’ye hitaben, ‘Mason cemiyetinin faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz’ demişti…(.)… O zannetti ki; bütün muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır. Fakat asla! Türkiye’deki mason cemiyetinin Kemal Atatürk tarafından kapatılarak faaliyetinin durdurulduğunu Moskova’da tarihi bir yerde yoldaşlar arasında yapılan bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir halde, orada-kilere şaşkınlık içinde haykırdım: ‘- O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!’" (7)

Masonların, Atatürk’ü yalnızlaştırma operasyonu 1935 yılından ölümüne dek devam edecektir. Ölümünde yanında sadece birkaç hizmetçisi ve yakın dostu vardır. Ölümündeki sır perdesi ilerleyen tıbbî teknikler kullanılarak doktor raporlarının yeniden analiz edilmesiyle aralanır ve Atatürk’ün Mason Doktorlarca civa ile zehirlendiği iddia edilir. Masonlar, 1935 yılındaki bu keskin darbeden hemen sonra yeni bir strateji belirlerler. Seyhun Tunaşar şöyle devam ediyor:
“Bu durum, aynı zamanda “mühim bir mason” olan Halk Partisi Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, “Kendi cemaatimizi (toplumumuzu) mâveraî (öteki, uhrevî) dünyaya taallük eden (ilgilendiren) her türlü endişelerden ve her türlü lâhûti (kutsal, İlâhî) hayallerden müberra (temizlenmiş) olarak kanunlarımızı bugünün icâblarını, maddî zarûretlerini göz önünde tutarak yapmalıyız” temel tesbitiyle, tâbirlerince “mistik ve doğmatik esaslar”dan azâde, “dinden tecrit” programı üzerine kurulan yeni rejimin umdelerini ortaya koymakta.”(8)

Masonların yeni hedefi yeni rejimin temellerini ‘Dinden Tecrit’, evet ama hangi dinden tecrit? Bu tecrit eylemi ile Atatürk’ün doğrudan ilgisi nedir? Din’in Devlet tarafından kontrol edilmesi için kurulduğu iddia edilen, ancak her şeye karşın Şeyhülislamlık kurumunun cumhuriyet versiyonu olduğu açıkça anlaşılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurduran, Kur’an mealini hazırlatan Atatürk’ün laikliğin Devlet yönetiminde esas olmasını kabule zorlayan etkenler nelerdi? Mason Localarını kapattıran Atatürk, masonların Din’den Tecrit Politikasını neden uygulamaya koyacaktı? Tek lider olduğuna ve ülke içi muhalifler hareketsiz kaldıklarına ve hesap verilebilecek herhangi bir kurum, kuruluş ve kişi kalmadığına göre, saltanatı ve hilafeti hükümsüz hale getiren M.Kemal, Masonlarla aynı ideale sahipse, Mason Localarını kapattırması için o derneğin kökü dışarıda bir dernek olması dışında nasıl bir nedeni olabilirdi? “Çağdaş uygarlık düzeyini candan benimseyen Ulu Önderimiz Atatürk’ün yurt sevgisini, özgür düşünceyi, tüm insanlığın mutluluğu için çalışmayı benimseyen Felsefe-Etik bir kuruluş olan Masonluğa kötü gözle bakması imkânsızdır.” İddialarına karşı, kötü gözle bakılmadığı halde kapatılan Mason Locaları ve müsadere edilen malları cevap verecektir.
Atatürk, -Masonların kendi hedeflerine uyduğunu iddia ettikleri- meşhur 1 Kasım 1937 Meclis açılış konuşmasında şöyle diyordu:
“Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz”.(9)

Dönüştürülmüş paravan ütopyacılar, yani Ulusalcılar tarafından sıklıkla kullanılan bu konuşma’da, Taha Akyol’un Ama Hangi Atatürk’ü vardır. Reel politik hamlelerle Bolşeviklerle ilişkilerini diri tutan, yıllarca savaştığı İngilizlerden kredi alan, Filistin konusunda teslimiyetçi olmayan ve Siyonistlere tavır koyan, dönemin Müslüman ülkeleriyle ilişkilerini geliştiren bir siyasetçinin İkinci Dünya Savaşı’na karşı geliştirdiği politikalar da vardır. Kuşkusuz, Mustafa Kemal Atatürk bir Din Düşmanı olmadığı gibi, aşırı dindar bir Müslüman da değildi. Kardeşi Makbule Hanımefendi’nin ‘O Müslüman’dı’ diyerek zorla cenaze namazı kıldırması, kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun “Atatürk dinsiz değildi” şeklindeki şahitliği da buna delil sayılabilir. M. Kemal’in İslâm’da Reformist bir zihniyete sahip olmasının olumsuz yansımaları olduğu dikkate alınabileceği gibi, İslam Dini’ne karşı sınırsız saldırılara da izin vermediğini Sinan Meydan’dan öğreniyoruz:
“Buna göre Atatürk, tek tanrılı dinlerin, özellikle de İslâm Dini’nin MU kaynaklı olduğu; Hz.Musa, Hz.İsa ve Hz.Muhammed’in yaydıkları dinlerin ilkelerini MU’dan öğrendikleri; Yunanlılarla MU arasındaki ilişki; ve Tahsin Bey’in (Tahsin Mayatepek, Atatürk’ün Kayıp Kıta MU ile Türk tarihi arasındaki ilişkiyi araştırması için özel olarak görevlendirdiği Türkiye’nin Meksika Büyükelçisi) tezlerinin kaynağını oluşturan kitapların yazarı J.Churchward’ın çok küçük yaşlarda Hindistan’daki MU Tabletlerini okuması konusunda anlatılanları şüpheli ve inandırıcılıktan uzak bulmuştu. Kanımca Atatürk’ün Tahsin Bey’in raporlarında en çok mantıktan uzak bulduğu nokta İslam’ın Mu kökenli olduğuna ilişkin bilgi ve yorumlardı. Hz.Muhammed’in yıllarca Mısır yada Himalya manastırlarında kalarak MU tabletlerini okumayı öğrenmesini pek çok bakımdan olanaksız görüyordu." (10)

Yine Atatürk kendi el yazısıyla aldığı notlarda, özellikle gücünün zirvesinde bulunduğu dönemde şöyle demektedir;
“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi müttekiler, derin iman sahipleri hürriyetin icaplarını öğren…” (11)

Bu çalışmanın konusu, Atatürk ve İslâm değildir. Fakat Masonların Türkiye Cumhuriyeti’ni ve bu cumhuriyetin insanlarını ‘Dinden Tecrit’ etmeye çalışmalarını Atatürk’e dayandırmalarındaki temelsizliği vurgulamak zorundayız. Masonların iddia ettikleri gibi, Atatürk, Masonik idealleri uyguluyor olsaydı, Mason Localarını kapattırmaz ve 1935’ten ölümüne kadar geçen sürede masonlar tarafından yapayalnız bırakılmazdı. Bu sebeple Masonik Örgütlenmelerin, Atatürkçü düşünceyi ve 1 Kasım 1937’deki Meclis Açılış Konuşmasını temel hedeflerine ulaşmak için birer araç olarak kullandıklarını kabullenmek dışında başka seçenek yoktur. ‘Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz’ diyen Atatürk’ün din düşmanlığında araç olarak kullanılmasını, Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun güçlü ve etkili bazı mensuplarının bu saptırmalardan etkilenerek kendi halkının dinine karşı sert ve ezici tepkiler vermesinin sebeplerini ve insanların yıllarca bu propagandalarla aldatılmasını deşifre etmekle mükellefiz. Fakat her şeye rağmen Atatürk’ün İslam Dini ile ilgili reformist düşünceleri Masonik vehimler için yeterince verimli ortak bir zeminin tüm şartlarını Masonlar lehine değiştiriyordu.

Sonraki yıllarda yapılan eleştirel analizler de Atatürk’ün İslâm Dini ile ilgili tutum ve davranışları üzerinde bir uzlaşı noktası bulunmuş olmasa bile, Atatürk kendisinden sonrası için değiştirilemez herhangi bir kaide bırakmamış ve vasiyet etmemiştir. Reel Politik unsurları dikkatle ve titizlikle kullanan Atatürk: "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur." demiş ve Masonik Örgütlenmeler ile Atatürkçü Düşünce Sistemi Savunucularını desteksiz bırakmıştır. Türkiye değişecek ve gelişecektir. Bundan dolayı değiştirilemez herhangi bir hüküm vazetmek bizatihi Atatürk’e muhalif olmaktır.(12)

Görüldüğü üzere, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Saylan’ın Atatürk referansları temelsizdir ve aldatmaya yöneliktir. Saylan’ın aldatma girişimleri sayısızdır. Saylan Ergenekon Operasyonları kapsamında evinin aranmasına kadar da, insanları aldatmaya devam edecek, daha sonra ölene dek susmak zorunda kalacaktır. Fakat biz, bir devleti bileşenlerine ayırmayı ve bu bileşenleri çatıştırmayı, çatışmadan rant elde etmeyi planlayan bir zihniyetin, ördüğü ağları incelemekten vazgeçmeyeceğiz. Türkan Saylan’ın paravan olarak kullandığı ÇYDD’yi inceledikten sonra, ÇYDD ve ADD ilişkilerini, çarpıtmaları, masonik örgütlenmenin TSK ayağını analiz ederek, TSK içindeki asimetrik gücün ulaştığı kapsamın genişliğini irdeleyeceğiz. Bütün bu çalışmanın sonunda da TSK’nın Türkiye Cumhuriyeti Ordusu olmaktan nasıl uzaklaştırıldığını, seçilmiş hükümetlerin, iktidar oldukları halde neden muktedir olamadıklarını tesbit etmiş olacağız. Ergenekon Operasyonları ve davaları, masonik örgütlenme için birer turnusol kağıdı niteliğindedirler.

Masonlar kendilerini şöyle tanımlamaktadırlar:
“Günümüzdeki Masonluk, Rönesans ve Reform süreçlerini izleyen Aydınlanma Çağı’nda kurulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üst yapı kurumudur. Masonluğun amacı; semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak olgunlaşmalarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe yaşayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmaktır. Masonluk, bu yüce ülküsünü İnsanlık Mabedi inşası olarak tanımlar, ve bu amaca uygun düzenli bir şekilde ulaşmak için tüm üyelerini uyması gereken temel ilkeler koymuştur."(13)
I.ve II. Dünya Savaşlarının nedenlerini Siyonist hedefler doğrultusunda inşa edip her iki savaşı diledikleri şekilde yöneten ve sonlandıran güçlerin, günümüz savaş endüstrisini kuran ve işletenlerin, hemen her ülkenin kılcal damarlarına kadar sızan kişilerden hiç de farklı olmadığını artık bütün insanlık biliyor. Sadece bir ülkede, Türkiye’de, 13 bini aşkın seçilmiş kişinin Masonik/Siyonist örgütlenmede birer fedai olarak görev yaptığı dikkate alınırsa ve özelde Türkiye’de genelde yerkürede yaşanan tüm kötülüklerin kaynağı konusunda mantık bize farklı bir adres gösterme zaafında bulunamaz. Hiçbir ülkenin ekonomik, siyasî, askerî, dinî, hukukî, akademik, edebî, felsefî kurum ve kuruluşları, 13 binden daha fazla üst yönetim ve icra gücüne sahip elemanına sahip değildirler. Dolayısıyla Türkiye’nin ve yerkürenin insanlık facialarıyla, katliamlarla dolu olmasının kökeninde, gösterge profillerle saklanmaya çalışılan Masonik/Siyonist örgütlenme vardır. Stalin’in en merhametsiz olduğu dönemde bile Moskova’da faaliyetleri yasaklanmayan Masonluk: ”Semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak olgunlaşmalarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe yaşayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmaktır.” şeklinde bir amaca sahip olmadığı gibi, tam tersine bu amaca uygun her bir eylemi terörize etmek, insanlığı Siyonist hedeflerin birer piyonu olarak kullanmak, müdahil olunan ülkelerin tümünde insanları dil, din ve ırk farklılıklarıyla kışkırtıp kaos ortamı oluşturmak amacına sahiptir; gizliliklerinin esas sebebi de budur.

Masonlar her zamanki suçüstü hallerinde gayet pişkince, insanları küçümsemekten geri durmazlar, bu onların genetik özelliğidir.“Kurulduğu ilk günden bu yana insanoğlunun fikren ve ahlâken kendini geliştirmesini ve insan zekâsının hürriyetini hedefleyen Hür Masonluk, bireyin gelişmesini engelleyen batıl inançların ve kör taassubun daima karşısında olmuştur. Bu ise, insanoğlunun fikrî ve ahlâki gelişimini kendi tekeli altında tutmak isteyen bazı şahısların ve kurumların Hür Masonluğa karşı temelsiz suçlamalarda bulunmasına yol açmıştır”(14) dediklerinde, Siyonizm’in kör taassubunu, batıl inançlarını ve yaptığı, yaptırdığı katliamları kastetmemektedirler. Siyonist merkez, kendi inançları ve hedefleri dışındaki her bir özgül değeri taassub ve batıl inanç olarak lanse etmekte ve kendileri dışında yerkürede yaşayan insanları birer aptal olarak tasnif etmektedir. Söylemlerindeki ‘Zekâ’ vurgularının kökeninde de bu kompleks vardır; kendilerini seçilmiş bir ırkın seçilmiş temsilcileri saymakta ve Gladio ve Loca işbirlikleri ve diğer masonik örgütlenmelerle her dinden ve her ırktan insanı aldatarak kendilerine hizmet etmek üzere programlamakta, karşı duranları da hızla yok etmektedirler.

Osmanlı İmparatorluğunu çöküşe sürükleyen stratejileri belirleyenler, İmparatorluğun tüm kurum ve kuruluşlarına kendi loca üyelerini yerleştiren Masonlardı. Osmanlı İmparatorluğu, Masonlar eliyle etnik ve dinî unsurlarına ayrılarak savaşa sürüklendiğinde, parçalanmaya mahkûm edilmişti. Cumhuriyet, aynı tezgâhla parçalanmaya sürüklenirken yine bir savaş gerekliydi. Irak’ı işgal amacıyla çıkarılan savaşa Türkiye dâhil edilmek istenmişti. Ancak 1 Mart 2003’te ilgili tezkerenin reddi, Masonik/Siyonist hedeflerin(Vaadedilmiş Topraklara ulaşmak, Medeniyetler Savaşı, Armageddon) sapmasına neden oldu. Türkiye parçalanmaktan kurtulurken Masonlar agresifleştiler ve deşifre olmaya başladılar. Saldırgandılar, küstahça açıklamalar yapıyorlardı. 13 binden fazla üyelerini hareketlendirdiler. AK Parti İktidarına ve Türkiye’ye bedel ödetmek üzere kirli organizasyonlarının tüm fedailerini ateş hattına sürdüler. 2003 ve 2004 yıllarındaki nedensiz ve aslında anlamsız darbe girişimlerinin esas nedeni, iddia edildiği gibi laiklik ve Atatürkçülük veya çağdaşlık değildi. Masonik intikamdı. İşte, kendi kaynaklarına göre Osmanlı İmparatorluğu ile Cumhuriyet’in neredeyse tüm kurumlarına yerleşen 13 binden fazla masondan bir grubun adları ve işgal ettikleri mevkiler:

Devlet Adamları: 33.Osmanlı Padişahı V.Murad, Şehzade Kemalettin Efendi, Şehzade Nurettin Efendi, 5.Murad’ın Başmabeyincisi Ahmet Seyid, Sadrazam Koca Mustafa Reşit Paşa,Sadrazam Âli Paşa, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Ethem Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam Mithat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Sadrazam Talat Paşa,Maliye, Maarif ve Evkaf Nazırı M.Raşit Erer, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Maliye Nazırı Cavit Bey, Maliye Nazırı Tevfik Bey, Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Sayman, Nafia Nazırı Ali Münif, Postane Nazırı Kirkor Agaton, Devlet Adamı ve Yazar Ethem Pertev Paşa, Devlet Adamı ve Musikişinas Prens Mehmet Abdülhalim Paşa, Prens Aziz Hasan Paşa, Devlet Adamı ve Şair Süleyman Asaf, Şam Valisi ve Abdülhamid’in Damadı olan Damat Ahmet Nami Bey, Ankara Valisi Reşit Paşa, ,İttihat ve Terakki Fırkası Umumi Katibi Mithat Şükrü Bleda, ,Maliye Müsteşarı Faik Süleyman, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi,Büyük Millet Meclisi Reisi Kazım Özalp, Başbakan Hasan Saka, Başbakan Suat Hayri Ürgüplü,Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen, Başbakan Yardımcısı Akif İyidoğan,Dışişleri Bakanı Bekir Sami Daça, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras,Dışişleri Bakanı Selim Sarper, İçişleri Bakanı Mehmet Cemil Uybadın, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Adalet Bakanı Hasan Menemencioğlu, Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Milli Savunma Bakanı Münir Birsel, Milli Savunma Bakanı Hulusi Köymen, Tarım Bakanı Reşat Muhlis Erkmen,Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan,Ticaret Bakanı Zühtü Velibeşe, Ticaret Bakanı Ahmet Dallı, Bakan, Milli Emniyet Başkanı Celal Tevfik Karasapan, Atatürk'ün Yaveri, Bolu Milletvekili Cevat Abbas Gürer,

Askerler: Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa, Jandarma Genel Komutanı Ali Remzi Yiğitgüder Paşa, Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan Paşa, Münakalat Vekili Yümni Üresin Paşa, Yüksek Şura Üyesi Eşref Manas Paşa, Bilgin ve Devlet Adamı Mehmet Tahir Münif Paşa,

Bilimadamları: Tıp Doktoru Dr.Antranik Gırcikyan Paşa, Ülkemizde yeni eğitim yöntemlerini getiren Selim Sabit Efendi, Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kurucularından Mehmet Ali Baba, Sözlükçü, Yazar Hüseyin Kazım Kadri, TTK Başkanlığı yapmış olan Hasan Cemil Çambel, İktisat Profesörü Mustafa Zühtü İnhan, Tıp Profesörü Neşet Ömer İrdelp, Coğrafya Profesörü Faik Sabri Duran, Psikoloji Profesörü Mustafa Şekip Tunç, İTÜ Rektörü Mustafa İnan, Tıp Profesörü M.Kemal Öke, Eğitimci, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hayrullah Örs,Hukuk Profesörü Vasfi Raşit Sevig,Tıp Profesörü, Rektör ve daha sonra milletvekilliği de yapmış olan Besim Ömer Akalın, Tıp Profesörü Niyazi İsmet Gözcü, Fen Fakültesi Dekanı Hüseyin Hamit, Rektörlük de yapmış olan Profesör Mustafa Hulki Erem, Y.Müh., Rektör Suphi Kamil, Ord.Prof.Dr. Burhanettin Toker, Fizik Profesörü Salih Murat Uzdilek, Ord.Prof.Dr. Fahri Arel, Prof.Dr.Muzaffer Şevki, Matematik Profesörü, Dekan Kerim Erim, Müzikolog Cevad Memduh Altar, Tıp Profesörü ve Rektör Kazım İsmail Gürkan, İktisat Profesörü Mehmet Ali Özeken, Tarih Profesörü ve TTK Başkanı Enver Ziya Karal,

Şairler-Yazarlar: Gazeteci ve Yazar Şinasi, Şair ve Devlet Adamı Ziya Paşa,Gazeteci ve Yazar Teodor Kasap, Büyük Vatan Şairi Namık Kemal,Tiyatrocu ve Yazar Güllü Agop, Yazar Mehmet Emin Bey, Yazar ve Gazeteci Ahmet Rasim,Lügatçı ve Yazar Diran Kelekyan, Milli Şair Mehmet Emin Yurdakul,Yazar ve Filozof Rıza Tevfik,Yazar ve Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, Yazar ve Sosyolog Ziya Gökalp,Şair ve Noter Mithat Cemal Kuntay, Yazar ve Gazeteci Ahmet Emin Yalman, Yazar ve Öğretmen Reşad Nuri Güntekin,Yazar ve Gazeteci Agah Sırrı Levent,

Sanatçılar: Müzisyen Şükrü Şenozan, Ressam Ali Sami Boyar, Ressam Nazmi Ziya Güran, Ressam, GSA Müdürü Namık İsmail, Sahne Sanatçısı Behzat Butak, İ.Galip Arcan, Karikatürist Ramiz Gökçe, Opera Sanatçısı Nurullah Şevket Taşkıran, Müzisyen Mesut Cemil Tel, Piyanist Mithat Fenmen, Sinema Sanatçısı Ayhan Işık, Orkestra Şefi Orhan Tanrıkulu,
Heykeltraş Haluk Tezonar,

Mason Din Adamları: Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam Hayri Efendi, Berlin Sefareti Baş İmamı Mustafa Hafız Şükrü, Sefaret İmamı Haşim Veli, Müderris Mahmut Esad Efendi,(15)

İşgal edilen kurumların tamamı bir devletin mahrem sırlarına vakıf olunabilecek makamlardı ve en çok TSK,eğitim-öğretim ve sosyolojik müdahale alanlarıydı. Devlet ve halk Masonlar tarafından yavaş yavaş‘Dinden Tecrit’ ediliyordu. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e her bir darbe, Devlet’in en güçlü eli olan TSK’nın ideolojik ve kurumsal yapılanmasının Masonik örgütlenmenin eline geçmesi için oluşturulmuş fırsattı. TSK’yı kontrol etmek yönetilebilir bir demokrasi inşa etmek için en gerekli şarttı.

Birkaç örnekle boyutlarını bilemediğimiz TSK’ya sızma ve TSK’yı kontrol etme gibi kadrolaşmaları anlatmaya çalışalım:

Örnek 1: Masonların Web sayfasından Askerlik ve Masonluk başlığı altında Mason ve Hiario rumuzlu bir şahıs arasında bir diyaloğ’un orijinal hâli:
hiario: Askeri rütbesi üst seviyede olan bir tanıdığım, askeriyede üst rütbelere çıkabilmek için, mason locasına üye olman gerekir,demişti.böyle bir şey var mıdır?doğruluk payı nedir,ne değildir?
MASON: Sayin hiario: Size bunu soyleyen ust rutbeli asker kisi, sanirim size Askerlerin Mason olmasinin yasak oldugunu soylemedi.
Askeriye tarafindan konulan kurala gore, hicbir askerin hicbir dernek vb... topluluga uyeligi sozkonusu degildir.Saygilarimla
hiario: hayır kendisi bana böyle birşey söylemedi. kendisine tekrar soracağımdan emin olabilirsiniz.teşekkürler. (16)

Örnek 2: Meclis tutanaklarından alınmıştır. "Bir Tuğgeneralin Mason Locasında üye olup olmadığına ilişkin" soru önergesine verilen cevap:
Millî Savunma Bakanlığı 15.11.1999
KAN. KAR. :1999/7036-GK
Konu :Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :a) TBMM Başkanlığının 18.10.1999 tarihli ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/633-2059/5524 sayılı yazısı.
b) Başbakanlığın 22.10.1999 tarihli ve B.02.0.KKG.0.12/106-77-2/5197 sayılı yazısı.
Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu tarafından Sayın Başbakana tevcih edilen ve ilgi (a) üzerine ilgi (b) ekinde gönderilerek Millî Savunma Bakanı tarafından cevaplandırılması tensip edilen, "Bir Tuğgeneralin Mason Locasında üye olup olmadığına ilişkin" 7/633 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı Ek'te gönderilmiştir.
Arz ederim.
Sabahattin Çakmakoğlu
Millî Savunma Bakanı
Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu Tarafından Verilen 7/633 Sayılı
Yazılı Soru Önergesi Cevabı
Gülhane Askerî Tıp Akademisinin 27 Eylül 1999 tarihinde icra edilen 1999-2000 Eğitim-Öğretim yılı açılış töreni sırasında, Prof. Diş. Tbp. Tuğg. Yalçın Işımer'in "Atatürk'üm ve Türkçem" konulu açılış dersine ilişkin olarak yapılan incelemede;
1. Tuğg. Işımer'in 1978 yılında "Ankara Vadisi Uyanış Muhterem Locası" adındaki derneğe üye olduğu, ancak kısa bir süre sonra istifa ederek ayrıldığına ve üyeliğinin sona erdiğine dair belgeyi Genelkurmay Başkanlığına ibraz ettiği anlaşılmıştır.
2. Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının üye olmasına izin verilen dernekler arasında anılan derneğin adı bulunmamaktadır.
3. 1978 yılında bu derneğe üye olması konusunda kendisine izin verildiğine dair bir kayda rastlanmamıştır.
4. Dernekten ayrılınmış olması ve üye olunan tarih dikkate alındığında yürürlükteki mevzuat gereği bu safhada Tuğg. Yalçın Işımer hakkında yapılacak bir işlem bulunmadığı Genelkurmay Başkanlığınca bildirilmiştir.(17)

Örnek 3: TSK'da 'mason yapılanma' tartışması
Emekli Tuğgeneral Cavit Yenicioğlu'nun Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası eski üstadı olduğunun ortaya çıkması tartışmaları da beraberinde getirdi.

Soru şu: Bir subayın emekli olduktan hemen sonra 'Büyük Üstad'lığa yükselmesi mümkün mü? Emekli Yarbay Tevfik Diker, subayların derneklere üye olmasının yasak olduğuna dikkat çekerek, "Rahmetli Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne zararlı faaliyette bulundukları gerekçesi ile kapattırdığı mason localarının TSK'nın general kadrosuna nasıl sızmış olduğunu ibretle seyrediyoruz." dedi. "Org. Başbuğ, TSK'ya sızan localarla mücadele edecek mi?" sorusunu yönelten Tevfik Diker, TSK'daki yapısal bozukluğu ispatlayan tipik bir örnekle karşı karşıya olduklarını kaydetti. Diker, ülkenin selameti açısından, TSK'nın içindeki masonları, rotaryenleri ve lionslara üye olan mensuplarını temizlemesi gerektiğini söyledi.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstünde olduğunu vurgulayan emekli Yarbay, şunları kaydetti: "Hürriyet gazetesinde yayınlanan taziye ilanındaki ayrıntılar çok ilginç. Bir general masonlukta 'Büyük Üstad' ve 'En Muhterem' olabiliyor. Ama o emekli paşa, diye savunma yapanlara sesleniyorum. Emekli olur olmaz bu makama kadar yükselmek locada mümkün mü? Dünyada emeklilikten başlayan ve bu makama çıkabilen bir başka örnek var mı? Taziyede masonik sembollere yer verildiği gibi yine masonluğa has kavramlar kullanılmış. 'Büyük Üstat' ve 'Evrenin Ulu Mimarı' gibi sözcükler buna örnektir."(18)
...
Masonik yapılanma Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurumlarında mümkün olabilecek en yüksek konumlarda tamamlanmış olduğundan, Türkan Saylan ve benzeri birçok ses pervasızca ideolojik savaşlarını sürdürmeye devam ediyorlar, Türkiye’yi diledikleri anda yüksek gerilimli tartışmalara sürükleyebiliyorlardı. Kendi oluşturdukları karmaşaları diledikleri ve uygun gördükleri zamanlarda birdenbire sona erdirip kontrol edebilecekleri güçlerin herkes tarafından fark edilmesini ve güçlerinin anlaşılmasını sağlıyorlardı. Ergenekon Operasyonları, neredeyse iki yüzyıllık ‘Sürekli Çatışma ve Yüksek Gerilim Tiyatrosu’nun sona ermesi için atılan büyük adımlardı; Masonlar da bunun aşırı derecede farkındalardı. Sivil toplum örgütleri kisvesi altında oluşturdukları alt yapılanmalardan biri ve en önemlisi Atatürkçü Düşünce Derneği idi. Zamanı gelince bu dernek TSK’dan emekli olan ağ koruyucuları tarafından hızla ele geçirildi ve kendi egemenliklerini tehdit altında tutan güçlü Tek Parti İktidarı’nın alaşağı edilebilmesini hedefleyen senaryo uygulanmaya başlandı. ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan mitingler ve diğer organizasyonlarda en etkin sesti. Türkan Saylan ve ÇYDD aslında aşağıda incelediğimiz gibi idiler.
...
Masonik yapılanma Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurumlarında mümkün olabilecek en yüksek konumlarda tamamlanmış olduğundan, Türkan Saylan ve benzeri birçok ses pervasızca ideolojik savaşlarını sürdürmeye devam ediyorlar, Türkiye’yi diledikleri anda yüksek gerilimli tartışmalara sürükleyebiliyorlardı. Kendi oluşturdukları karmaşaları diledikleri ve uygun gördükleri zamanlarda birdenbire sona erdirip kontrol edebilecekleri güçlerin herkes tarafından fark edilmesini ve güçlerinin anlaşılmasını sağlıyorlardı. Ergenekon Operasyonları, neredeyse iki yüzyıllık ‘Sürekli Çatışma ve Yüksek Gerilim Tiyatrosu’nun sona ermesi için atılan büyük adımlardı; Masonlar da bunun aşırı derecede farkındalardı. Sivil toplum örgütleri kisvesi altında oluşturdukları alt yapılanmalardan biri ve en önemlisi Atatürkçü Düşünce Derneği idi. Zamanı gelince bu dernek TSK’dan emekli olan ağ koruyucuları tarafından hızla ele geçirildi ve kendi egemenliklerini tehdit altında tutan güçlü Tek Parti İktidarı’nın alaşağı edilebilmesini hedefleyen senaryo uygulanmaya başlandı. ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan mitingler ve diğer organizasyonlarda en etkin sesti. Türkan Saylan ve ÇYDD aslında aşağıda incelediğimiz gibi idiler.

 Kendi kaynaklarından ÇYDD: “Amacımız : Atatürk devrim ve ilkeleri ile gerçekleşmiş olan hakların korunması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve çağdaş eğitim yolu ile çağdaş birey ve çağdaş topluma ulaşılmasıdır. Çağdaş toplum ve çağdaş birey için,

a) Evrensel çocuk, kadın ve insan haklarına saygılı, demokratik, laik bir toplum ve sosyal hukuk devleti düzeninin gerçekleştirilmesi, korunması ve geliştirilmesi;

b) Bireylerin hukuksal, siyasal, ekonomik, kültürel, toplumsal, fiziksel konumunun geliştirilmesi, tüm insan hakları ve özgürlüklerinden yararlanmalarının sağlanması;

c) Toplumda çevre sorunları ve kültürel mirasımızla ilgili duyarlılığın arttırılması ve çevre bilincinin yerleştirilmesi öncelik taşır.”

“Temel Yaklaşımımız : “Sorunların değil çözümün bir parçası olmak” Çoğumuz ülkemizin sorunlarından şikâyet etmekteyiz bizlerse bu sorunların çözümü için yapabileceğimiz birçok şeyin olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle ÇYDD’nin amacı, ülke sorunlarının çözümüne yönelik somut projeler oluşturarak toplumun kalkınmasına katkıda bulunmaktır.

“ÇYDD, ülkede demokrasinin oluşup gelişmesi konularında projelerini yılmadan sürdürmekte, Çağdaş Türkiye için çalışmak isteyen yeni gönüllülerle birleşerek çoğalmakta ve toplumda dürüstlük, çalışkanlık ve erdemlilik ve Cumhuriyete sahip çıkma konusunda ciddi bir baskı grubu oluşturmaktadır.”

“PARTİLER ÜSTÜ KONUMU: ÇYDD, somut projelerini gerçekleştirirken, partiler üstü konumunu korur. Doğruların yanında, yanlışların karşısında olabilmek için, özgürlüğünden asla ödün vermez.”(19)

ÇYDD, Masonik ‘yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri’, ’dürüstlük, çalışkanlık ve erdemlilik’ şeklinde reforme ederek tanıtıyordu. ‘Demokrasi’nin gelişmesi ve çağdaş toplum, çağdaş birey yetiştirilmesi adına partiler üstü bir konumu hedeflemek’ gibi herhangi bir derneğe yüklenemeyecek büyük ödev üstlenen ÇYDD, demokratik yöntemlerle seçilmiş bir hükümeti yıkmak için halkı terörize ediyor, partiler üstü konumuyla işbirlikçisi TSK mensupları üzerinden TSK’yi darbe yapmaya çağırıyordu. ‘Sorunların değil çözümün bir parçası olmak’ gibi yüksek iddianın altına saklanarak sorun üretmeye devam ediyor; bazı TSK mensupları için karargâh evleri hazırlayıp şantaj dosyaları düzenliyor; halkı etnik kökenleri ve mezhep farklılıklarına göre tasnif edip alevi ve Kürt gençlere burs veriyor, terör örgütü PKK ile ilişkilerini geliştirmeye devam ediyordu. Peki, ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan Kimdi? Kökeni üzerinde yapılan tartışmaları bir tarafta bırakarak kısa özgeçmişi ve yaptıkları ile onu tanıyalım:

Türkan Saylan: 14 Nisan 2007 Ankara-Tandoğan ve 29 Nisan 2007 İstanbul-Çağlayan Cumhuriyet mitinglerinin organizasyonunda ve icrasında bulunmuştur. 1990’da oluşan Öğretim Üyeleri Derneği'nin kurucusudur ve ilk dönem II. Başkanlığını yapmıştır.1995’de mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı'nın (KANKEV) üyesidir. 1995’de kurulan Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı (TÜRKÇAĞ)’nın kurucusu ve başkanıdır. Birçok mesleki ve sosyal derneğin üyesidir. Gönüllü kuruluş olarak; ÇYDD’nin Genel Başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı, yapmıştır. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2 Şubat 2001’de YÖK üyeliğiyle görevlendirilmiş ve bu görev Şubat 2007’de bitmiştir. 2003 – 2004 arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyeliği ve İstanbul İl İnsan Hakları Kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.

Ödülleri: 1996’da İstanbul Üniversitesi kendisine “Atatürk İlke ve Devrimleri” ödülünü vermiştir. İngiltere dermatologlarının derneği olan Dowling Kulübü (1978) ve "Kuzey Amerika Klinik Dermatoloji Derneği" (1996) tarafından onur üyesi seçilmiştir. Bugüne kadar çok sayıda ödüle layık görülmüştür.“Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü” İstanbul Üniversitesi (1996), “Ülkemizde Yılın Kadını Ödülü” (1990), “Melvin Jones Ödülü” (1991), “Atatürkçü Düşünceye Hizmet Ödülü” İncirli Lions (1996), “Kuvayi Milliye Ödülü” Haliç Rotary (1997),“Fahrettin Kerim Gökay Ödülü” Türk Lions Vakfı (1997), “Türkiye Ziraatçiler Birliği Dayanışma Ödülü” (1998), “75. Yıl Ödülü” Türk Kadınlar Birliği Şişli Şb. (1998), “Uğur Mumcu – Muammer Aksoy Ödülü” ADD İstanbul Şubesi (1999), “Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi Onur” ödülü (2000),İtalya “Foyer des Artistes Kurumu Ödülü” (2001), Cüzzamlı Hastalara verdiği uzun süreli hizmet ve getirdiği bakış açısı nedeniyle “Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği 2001 Yılı Ödülü”, “Atatürk Ödülü” Amerika / Atatürk Topluluğu (2001), “Sanat Kurumu Onur Ödülü” (2002), “Atatürk / Çağdaşlık Ödülü” Dünya Atatürkçü Kuruluşları (10 Kasım 2003), “Üstün Hizmet Ödülü” Yıldız Teknik Üniversitesi (2004), Eğitim yaptığı katkılar nedeniyle “Eğitim Ödülü” TED Koleji, “Kendinden once hizmet” ilkesine örnek davranışı nedeniyle “100. Yıl Mesleki Başarı Ödülü” Rotary Kulübü, “İnsan Hakları Ödülü” İzmir Karşıyaka Belediyesi (2004), “Türkiye’nin En İyi Eğitimcisi” Ödülü - Tempo Dergisi (2004), Kültür Üniversitesi’nin İstanbul genelindeki üniversitelerin öğrenci ve öğretim üyeleri arasında yaptığı anket sonucunda “Yılın En Yürekli Kadını Ödülü” (2004) ,“Puduhepa Ödülü” - Adana Kütür Sanat Derneği (2005), “Meslek Hizmetleri Ödülü” Ankara Emek Rotary Kulübü (Ekim 2005), “Toplumsal Barış Ödülü” Barış Radyo, “İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü” , SODEV Sosyal Demokrasi Vakfı (2005), “İyi Kalpli Ol Ödülü” Türk Kalp Vakfı (2006), “Yılın Başarılı İş Kadınları Ödülü” Dünya Gazetesi (2006), “ÇEK Eğitim Ödülü”, Çağdaş Eğitim Kooperatifi (2006).(20)

Türkan Saylan’ın ve kendisinin ilgilendiği sivil toplum kuruluşlarının ne tür işlerle meşgul olduklarını az sonra daha net bir şekilde inceleyeceğiz; ancak daha önce ÇYDD ‘nin en büyük partneri ADD üzerinde çalışmamız gerekecek:

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Kuruluş Nedeni : Atatürk'ün bedensel varlığının artık aramızda bulunmamasından cesaret alan içteki ve dıştaki kimi olumsuz güçler, O'nun yeni Türk Devletini yaratma doğrultusunda ilk adımı attığı 19 Mayıs 1919'un üzerinden tam 70 yılın geçtiği bu günlerde, Atatürk devrim ve ilkelerine karşı, açık ya da kapalı saldırılarını doruğa ulaştırmış bulunmaktadır. Bundan daha kötüsü, plânlı ve sinsi bir çalışma ile, o devrim ve ilkeleri gelecekte yok etmek çabası içindeler.

Oysa Atatürk;

Sadece "bağımsızlığı tümüyle tehlikeye düşmüş Türk Ulusunu ve yurdunu emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran bir büyük asker "değildir. O, bunun çok daha ötesinde, örneğin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, her alanda bağımsızlığımızı yok edici ya da kısıtlayıcı olumsuz bağları koparan; Ulusal egemenliği gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran; Kişisel inançlara dokunmayarak, toplumumuzu Ortaçağ zihniyetinden ve şeriattan kaynaklanan "nakil"e dayalı kurum ve kurallardan kurtarıp, sürekli biçimde çağdaş ve uygar bir ulus olmanın ve böyle kalmanın yollarını gösteren , "akıl"a dayalı lâik düşünce, lâik hukuk ve lâik öğretim sistemlerini toplum yaşamında egemen kılan; Tüm özgürlüklerin ve insan haklarının sosyal Hukuk Devletinin ve çoğulcu demokrasinin yolunu açan; Her yurttaşın eğitimden, bilimden ve sanattan payını almasını, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşaklar"ın yetiştirilmesini devletin başta gelen görevi yapan; Kültür emperyalizminden kurtulabilmemiz ve eğitimin yaygınlaştırılabilmesi için yeni Türk harflerini kabul etmenin yanında Türk dilinin arındırılması ve zenginleştirilmesini büyük bir toplumsal görev sayan; Yurtta barış, Dünyada barış" ilkesi ile devlet yaşamında ve uluslararası ilişkilerde kaba kuvveti, ırkçılığı, saldırı savaşını mahkûm eden; Bütün ulusların insanlık ailesinin bir parçası olduğunu vurgulayarak, insanlığın bütünleşmesi düşüncesinin tohumlarını atan Çağdaş Devlet Kurucusudur. Bu durum karşısında Atatürk devrim ve ilkelerinin, toplumsal sorunlarımızın çözümlenmesinde ışık tutucu niteliğe ve yaratıcı güce sahip olduğuna inananlar, "Atatürkçü Düşünce Derneği"ni kurarak, O'nun devrim ve ilkelerinin gelecekte de egemen olmasına katkıda bulunma ve onlara bekçilik yapma zorunluluğunu duymuşlardır.(21)

ADD, ‘O'nun devrim ve ilkelerinin gelecekte de egemen olmasına katkıda bulunma ve onlara bekçilik yapma’ gibi hayali bir görev tanımı yaparken Atatürk’ü çiğneyip geçtiğini saklıyordu. Atatürk 1933’te, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip'e hitaben ne demişti: "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."

ADD, Atatürk’ü dilek ve temennilerinin aracı yapmaya cüret ediyordu. Kuruluş nedenini açıklarken "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşaklar"ın özgür iradeleriyle seçtiği, Atatürk’ün çağdaş medeniyetler seviyesini hedef gösteren İktidar Partisi’ni, Turgut Özal’ın ANAP’ını hedef alıyordu. Zaman ilerleyecek, Özal ölecek/öldürülecek masonik yapılanma devletin tüm zirvelerini ele geçirecek Türkiye 1993-2002 arasını Masonların hazırladığı düzeneklerle kayıp, acılı ve koalisyonlu dönem olarak hatırlayacaktı. 2002 Kasım ayında yapılan seçimle Tek Parti İktidarı’nı Adalet ve Kalkınma Partisi’ne vermeyi tercih eden halka karşı ADD, yeni planlarla meşguldü ve bu planlar askeri darbe yapmak üzere organize edilmiş cuntaların sağlığıyla ilgileniyordu. İktidar’ın Tezkere ile test edilmesinden hemen sonra darbe senaryoları kuvvet komutanları düzeyinde tartışılır hale getirilecek ve Ergenekon Operasyonları ile gözaltına alınan ADD Genel Başkanı ve diğer ADD üyelerini savunmak üzere İktidarı hedef alarak şöyle diyecekti:

“Türkiye Cumhuriyeti kanla, irfanla, devrimle kurulmuş bir ulus devletidir. Bu yıl 86. yılını kutladığımız Cumhuriyet, tarihinin en zorlu dönemini yaşamaktadır. Dünya uluslarının baş düşmanı emperyalizm ve onun dâhili ve harici işbirlikçileri Sevr Antlaşması’nı yeniden dayatarak ülkemizi bölmeye çalışmaktadırlar. Ülkemizi bölme çalışmaları, çeşitli Açılımlardan Bölge Kalkınma Ajanslarına, AB Raporları’ndan Ergenekon tertibine kadar açılıp genişlemektedir. Asimetrik harekâtın ve psikolojik savaşın lojistik destek kıtaları ise işbirlikçi medyanın televizyon kanalları, radyoları ve gazeteleridir. Türkiye’yi açık işgale cesaret edemeyen ABD ve AB emperyalistleri, beyinleri işgal ederek kendilerine yer etmekte Cumhuriyet devrimi ve kazanımlarını birer birer ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bunun son örneği ülkemizi bölünmeye götürecek olan sözde “Açılım” sürecidir. Bu topraklarda yaşayan yurttaşlarımızın talebi olmayan, sinsice ve ustaca hazırlanan bu “Açılım paketi” ABD ve AB emperyalizminin bir planıdır."(22)

ADD sürekli kaybeden bir halk için elde edilmiş kazanımlardan değil, halka rağmen halk sömürülerek elde edilen dışa yarar kazanımlardan söz etmekteydi. Halkın %47’si kazanımlarının Cumhuriyet’in özgür iradesine hükmeden bir hükümetçe korunabileceğinin ve kazanım kazanının ancak seçilmiş otoritelerce kaynatılabileceğinin farkındaydı. ADD halkı aldatıyordu. ADD’nin Cumhuriyet’in kazanımları olarak iddia ettiği şeylerin neredeyse tamamı, halkın özgül hak alanlarına müdahale ediyor, derneğin kendi kuruluş gerekçesinde ifade ettiği ’Tüm özgürlüklerin ve insan haklarının, sosyal Hukuk Devletinin ve çoğulcu demokrasinin yolunu açan; Her yurttaşın eğitimden, bilimden ve sanattan payını almasını, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşaklar"ın yetiştirilmesini devletin başta gelen görevi yapan’ felsefeden çok uzaklarda, insanları dindar, laik, Kürt-Türk, Alevi-Sünnî diye ayırıyor, ülkeyi etnik teröre ve Din düşmanlığına sürüklüyordu.(23)

“Emperyalizmin dâhili işbirlikçilerinden biri de gericiliktir. Şunu önemle vurgulamalıyız ki irtica ile mücadele Cumhuriyetin tüm kurumlarının asli görevidir.”(22)

Emperyalizm’in en büyük dahili işbirlikçisi Masonik/Siyonist örgütlenmeler olduğu ve buna dair binlerce delil bulunduğu halde, gericilik diyerek pazarladıkları İslâmî hassaları, emperyalizmin işbirlikçisi ilan etmek, onların standart icra-î faaliyetlerini karşıt suçlamayla maskelemekten başka bir şey değildi. ÇYDD gibi ADD de aşağıda görüldüğü üzere bunu hep yapacaktı. Ne anayasada ne de sıradan yasalarda ‘İrtica ile Mücadele’ gibi bir görev tanımı olmadığı gibi, bu görevin tevdi edildiği herhangi bir kurum da yoktu. ADD, tıpkı ÇYDD gibi dilediği anda durumdan vazife çıkarmaya alışkın olanların alışkanlıkları ile konuşuyordu.

Ülkede kuvvetler ayrılığını sözde bıraktıkları ve tüm güç merkezlerini tekelden yönettikleri, demokratik süreçlerin tümüne müdahale eden Yüksek Yargı Kararları, bürokratik karar mekanizmalarının hukuk dışı faaliyetleri ve yaklaşık 150 yıldır uygulanan Faşizm, sonuçları ile apaçık meydanda iken şöyle diyordu ADD: “Bugün gelinen noktada Yüksek Yargı’nın, Cumhuriyet Başsavcısı’nın ve yargıçların dinlenmesi, iktidarın eylemlerini sorgulayan yargıçların ihracının talep edilmesi ülkemizdeki kuvvetler ayrılığı ilkesini yok etmektedir. Bu da iktidarın açık faşizme doğru yol aldığının açık göstergesidir”(22)
Yasadışı örgütlenmelerin diledikleri dinlemeyi diledikleri şekilde kullanmalarından rahatsız olmayanlar, Devlet’in kendisini korumak adına yaptığı yasal dinlemeleri yasadışı addederek tepkiyle karşılıyorlardı. Ergenekon Operasyonları ile deşifre edilen tüm kirli ilişkilerin kızgınlığı harflerin eğilip bükülen permütasyonlarında birer ayna oluyordu:

“Atatürkçüler Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde terör kavramı ile yan yana olmamıştır ve hiç bir zaman olmayacaktır. Demokrasi, laik cumhuriyet ve hukuk devleti ilkesi bizim en büyük şiarımızdır. Bu nedenle Ergenekon soruşturması adı altında silah, çete, suç, örgüt, faili meçhul, emekli özel timci, emekli polis müdürü gibi kelimelerle yurtsever Atatürkçülerin bir arada bulunması Atatürkçü Düşünce Derneğini şiddetle rahatsız etmektedir. Bu soruşturma çerçevesinde Atatürkçülerin ve Cumhuriyetçilerin, Ceza Muhakemeleri Usul Kanununa aykırı şekilde önce gözaltına alınıp sorgulanması ve sonra delillerin toplanması uygulanmasının yapılması uygun değildir. Emekli Orgenerallerin, eski YÖK başkanının, eski İstanbul Üniversitesi rektörünün, Yargıtay Onursal Başsavcısının, çeteler ile bir kefeye konularak soruşturma yapılmış olması Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerinde adaletin siyasallaşması endişesini doğurmaktadır. Hiç kimse adaletten kaçamaz, hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti savcı ve yargıçlarına güvensizlik gösteremez. Fakat bilinmelidir ki; deliller toplanmadan suçüstü muamelesi yapılması, değerli bir bilim insanı olan eski YÖK başkanının adi bir suçluymuş gibi, muameleye tabi tutulması, sakallı bir polis memuru tarafından başından itilerek araca sokulması, hepimizin çok saygı duyduğu sayın Kanadoğlu ve emekli generallerin sabahın erken saatlerinde evlerine baskın düzenlenerek terörist muamelesi yapılmaya çalışılması Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerini hem üzmüş ve hem de kaygılandırmıştır.”(24)
...
Masumiyet karinesi üzerine konumlanan eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin korunması ile ilgili talepler, ADD’nin kendi kuruluş açıklamasına aykırıydı, anayasaya göre herkes eşitti; korunulmuş yüksek dereceli suçlular bile. Mehmet Moğultay’ın Adalet bakanı olduğu dönemde açıkça siyasallaştırdığını ifade ettiği adaletin, organize edilmiş tüm kadrolarının emekli olabilmesi için en az bir 15 yıl daha gerekiyordu. Adalet ADD düşünce yapısındaki örümcek ağları tarafından 1839’dan beri siyasallaşmıştı; bu da alışılageldik tersinir bir suçlamaydı. ADD adaletin kendileri için işleyebilir olmasına alışkın değildi.
...
“Önemle tekrar belirtiyoruz, Atatürkçüler Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde terör kavramı ile yan yana olmamıştır ve hiç bir zaman olmayacaktır. Demokrasi, laik cumhuriyet ve hukuk devleti ilkesi bizim en büyük şiarımızdır. Bu nedenle Ergenekon soruşturması, Cumhuriyetçiler ve Atatürkçüler açısından hukuk dışı sürdürülmeye çalışılan bir soruşturmadır; Türkiye Barolar Birliğinin ve İstanbul Barosunun açıklamaları da bu yöndedir. Kişilerin özgürlükleri çok önemlidir. Basit iddialar ve olmayan deliller ile yakalanamazlar ve sorguya çekilemezler”(24)
...
İstanbul Barosu’nun ağ mensubu bazı avukatları ve bazı CHP’liler, yukarıdaki aklamayı haksız çıkaracak bir darbe yürüyüşü daha gerçekleştireceklerdi Taksim’de. Bir pankart onları: ‘Darbeci Baro, Taksime Hoş geldin’ diye karşılayacaktı. Pankartın yansıttığı gerçeğe tahammül edemeyen darbeci hukukçuların pankart sahibini linç etmelerini polis zorla engelleyebilmişti.

ÇYDD ve ADD’nin konum ve ilgi alanlarını analiz ettikten sonra, çalışmamızın kuşkusuz en etkili bölümüne geçiyoruz. Kuşkusuz, çünkü; kanıtlar tamamıyla analiz konusu olanların kendi sözleri ve resmi raporlardır. Olayların kronolojik akışına göre yapılan açıklamalar, her iki dernek ve bu dernekle ilişkili diğer dernek ve vakıfların karanlık işbirliklerinin açığa çıkarılmış olduğunu bize net bir şekilde gösterecektir. Provokasyonlar ve suçüstüler:

‘Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 19 Mayıs 2006'da yaptığı açıklamada saldırının sadece Danıştay'a değil, laik devlete de yöneltilmiş olduğunu söyledi. Saldırıdan sonraki gün kaldırılan Yücel Özbilgin'in cenazesi sırasında bazı kesimlerce irticaya ve irticanın oluşmasına imkân verdiği iddia edilen Tayyip Erdoğan Hükümeti'ne tepkiler yağdı.. Türkiye'de, saldırıya tepki çok büyük oldu. Ertesi gün saldırıyı protesto etmek için Ankara'da toplanan kalabalık Anıtkabir'i ziyaret etti ve sonrasında Yücel Özbilgin'in cenazesine katıldı. Bu kalabalık içinde Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyeleri ile Türkiye Barolar Birliği temsilcileri ve 30 kadar ilin baro başkanları, savcılar, rektörler, öğretim üyeleri de vardı. Anıtkabir'de yapılan Yargıtay ve Danıştay imzalı açıklamada saldırının gerçekleşmesinde Tayyip Erdoğan hükümetinin ve Vakit Gazetesi'nin sorumluluğu olduğu dile getirildi. Anıtkabir'e yürüyüş ve Yücel Özbilgin'in cenazesi sırasında sloganlar atılmıştır. Bu sloganlardan en çok tekrarlananı "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganıdır. Bunun yanısıra bu kesimlerce, Ak Parti hükümeti alehine de sloganlar atılmıştır. Hükümeti temsilen cenazeye katılan AK Partili bakanlar "katiller dışarı" ve "mollalar İran'a" sloganlar arasında camiye girdiler.'(25)

‘Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyeleri ile Türkiye Barolar Birliği temsilcileri ve 30 kadar ilin baro başkanları, savcılar, rektörler ve öğretim üyelerinin elde delil olmadan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni suçlamaları rezaletti ve bu rezalet yasadışı örgütlenmenin gerçekleştiği sızmanın boyutlarını açıkça gözler önüne seriyordu. Kurumsal olarak Yargıtay ve Danıştay delilsiz ve yargısız infazları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü tehdit karşısında savunmasız bırakıyorlardı. Bir süre sonra başka bir oyun sahnelenecek, Ulusalcı YÖK Başkanı Teziç’e aslı astarı olmayan suikast iddiası gündemi sarsacaktı.

'YÖK Başkanı Teziç'e suikast girişimi akademik camiada tepkiyle karşılandı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan: Bana da günde 50 tehdit geliyor. Vatan için çalışırken hedef gösteriliyoruz. Bir sürü insan serseri mayın gibi ortalıkta dolaşıyor. Kim eleştiri getiriyorsa vuruyorlar. Bugün bir çocuk mektup göndermiş, sonunda 'Ya sev ya terk et' diyor. Bu çocukları kullanmak, ahlaksızlık. Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu: Bu provokasyondur. Teziç'in yaptığı açıklamaları beğenir ya da beğenmezsiniz ama yapılan bu saldırı, çok tehlikeli. Kafamda şu soru var: Bu bir kontrgerilla hareketi midir? Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut: Trabzon'daki papazın öldürülmesi, Danıştay saldırısı, Dink cinayeti ve Malatya'da üç kişinin öldürülmesi, bütün bunların ucu radikal İslam'a dokunuyor. Gazeteyi okudu etkilendi değil bu saldırılar. Peş peşe bu kadar tesadüf olması mümkün mü ?”'(26)
...
Her bir provokasyon nedense diğer provokasyonlarla birlikte sözcüklerle pişirilip pişirilip gündeme getiriliyordu. Hükümet’in tüm yasama, yürütme faaliyetleri kuşatma altındaydı. Her bir icraatı suçtu. Çünkü kurumlar içerisindeki kirli örgütlenmeler hükümet tarafından fark edilmişti ve büyük bir arınma harekâtı düzenleniyordu. Amerika’dan talimat ve para alarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kan çanağına döndürenler Hükümeti Amerika’dan talimat almakla itham ediyorlardı. Gelecekte Ergenekon Davası kapsamında evi aranacak olan Türkan Saylan her zaman yaptığı gibi tersinir kışkırtmalarını sürdürüyordu:

“Anayasa taslağı Hükümetimizin, bir ucubeye dönüştürülmüş Anayasa taslağını, ülkesinin insanlarıyla bile tartışmadan ABD'ye brifinge gidişi, eğer doğruysa, bağımsız (?) bir ülke halkı için ne denli aşağılayıcıdır hiç aklımıza geliyor mu? Çoğu kez aşırı dincilik ve aşırı milliyetçiliğin el ele verdiği ya da birbirine karıştığı Menemen katliamıyla başlayan, azınlıkların elindeki sermayeyi yok etmek üzere düzmece sahnelenen Varlık Vergisi olayı, utanılası 67 Eylül olayları, Malatya, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas olaylarında kardeş kardeşe can almalar, tek tek en değerli aydınlarımızın, gazetecilerimizin, Hıristiyan görevlilerin öldürülmesi hatta kıtır kıtır kesilmesi toplumun vicdanında ortak bir suçluluk yaratmıyor mu? Olaylara, sanki onaylarcasına sessiz kalma yerine bir kişisel ve toplumsal vicdan sorgulaması beklenmez mi? Faili malum meçhuller olarak nitelenen bu onlarca olayın son halkası sandığımız Susurluk'un ardından, Ümraniye'de ortaya çıkan, zincirleme tutuklamalarla belleklerimizi alt üst eden "devlet içinde devlet" değerlendirmeleri tüylerimizi hala ürpertmiyor mu? Cinayetleri yaşı küçük, beyni yıkanmış çocuklara yükleyip ellerini ovuşturan gerçek katiller hiç mi ortaya çıkmayacak, çıkartılmayacak?”(27)

En nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline dinamit koyan cinayetlerle ilgili hukuki bir süreç başlatılacak ve ucu‘Cinayetleri yaşı küçük, beyni yıkanmış çocuklara yükleyip ellerini ovuşturan gerçek katiller hiç mi ortaya çıkmayacak, çıkartılmayacak?' şeklinde talepte bulunarak ellerini ovuşturanlara uzanan bir kirli zincirle tanışacaktı Türkiye.

'17 Aralık 2008 - Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Danıştay cinayetiyle ilgili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını bozdu ve dava dosyasının Ergenekon dosyasıyla birleştirilmesini istedi. 23 Mart 2009 - Yargıtay’ın bozma kararının ardından ilk duruşma yapıldı ve sanıkların bozmaya uyulup uyulmaması yönündeki görüşü soruldu. 20 Nisan 2009 - Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay kararına uyulmasını ve dosyanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde birleştirilmesine karar verdi.'(28)

Danıştay cinayetiyle kalmayacaktı zincirin halkalarını birleştirmek:

'13 Haziran 2007'de Ümraniye'de ele geçirilen el bombalarıyla ortaya çıkarılan Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasının iddianamesi yarın açıklanıyor... Ergenekon'un silahlı yapılanmasının ortaya konacağı iddianame ile son 30 yıldaki kanlı eylemler de bir bir aydınlatılacak. Sadece darbe girişimleri değil, Gazi olaylarından Danıştay saldırısına, Rahip Santoro cinayetinden, Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanmasına, Hrant Dink suikastinden Hablemitoğlu cinayetine kadar birçok kanlı eylemin perde arkası ilk kez mahkemeye taşınacak...'(29)

Hesap çok karışıktı. Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Binbaşı Levent Bektaş'ın ofisinde ele geçirilen bir film CD'sinin içerisine şifrelenerek gizlenen "Kafes Operasyonu Eylem Planı" gayrimüslimlere yönelik korkunç planlan gözler önüne serdi. Plana göre AKP üzerinde iç ve dış baskıyı artırmak için Türkiye'de yaşayan gayrimüslimlere suikast düzenlenecek, azınlıkların yaşadığı mahallelerde bomba patlatılacak. Plan, Ergenekon kapsamında tutuklanan beniz Yarbay Ercan Kireçtepe tarafından hazırlanmıştı. Mart 2009 tarihli "Kafes Operasyonu Eylem Planı"nın "Genel" bölümünde "Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları sonrasında Türkiye'de yasayan gayrimüslimlerin irticai grupların hedefinde olduğu yönünde kamuoyu oluşmuş, ancak AKP tarafından karşıt medyanın da desteğiyle söz konusu olayların Ergenekon tarafından organize edildiği şeklinde yoğun propaganda faaliyetlerinde bulunulmuştur" deniyordu. Planda bu durumun tersine çevrilmesi için "gayrimüslimler üzerinde korkutucu propagandanın icra edileceği" vurgulanıyor ve şöyle deniyordu, "Özel Operasyon Gücü Komutanlığı tarafından Ergenekon Davası'nda tutuklu bulunanlara destek vermek, AKP ve yandaşlarının karşı psikolojik harp faaliyetlerini etkisiz kılmak, gündemi değiştirerek hedef saptırmak, teşkilatın moralini yükseltmek ve kamuoyunun desteğini kazanmak maksadıyla; gayrimüslimler üzerinde korkutucu propaganda icra edilecek ve söz konusu faaliyetler kaynağı bakımından kara propaganda ile AKP ve AKP'ye destek veren diğer şer odaklarınca icra edilmiş gibi gösterilecektir”
...
“'Danıştay saldırısı', 'Sauna' ve 'Atabeyler' gibi Ankara'daki bazı çete davaları, 'Ergenekon Terör Örgütü'ne uzandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon soruşturması kapsamında söz konusu olaylarla ilgili dosyaları isterken, bu girişim Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki Atabeyler davasını da etkiledi. Karar aşamasına geldiği belirtilen davanın dünkü duruşmasında Savcı Kubilay Taştan, tahkikatın Ergenekon terör örgütü'yle bağlantısını ortaya koyacak şekilde genişletilmesini talep etti. Atabeyler Çetesi, Eryaman'da bir eve yapılan baskında çok sayıda patlayıcının ele geçirilmesiyle ortaya çıkmıştı. Operasyonda Başbakan Tayyip Erdoğan'ın evinin yer aldığı bölgenin krokisi de bulunmuştu."(30)

Mitingler, cinayetler arasında bir başka hamlesi daha rayında yürüyordu kirli tezgâh sahiplerinin; Kapatma Davası. Türkan Saylan davanın seyriyle ilgili mahkemenin içinden elde ettiği derin duyumlarla pimi çekilmiş bomba gibi tehditler yağdırıyordu. Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın Dolmabahçe Sarayı’nda baş başa görüşmelerinden tedirgin olmuşlardı. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ne konuşulduğunu öğrenmek için ‘Ben gazeteci olarak, Dolmabahçe sırlarını çözebilmek için elimden gelen gayreti göstereceğim’ diyordu. Çünkü Türkiye’nin zafere giden yolu o görüşmeden sonra açılmış, AK Parti AYM’nin asker üyesi’nin oyu ile 6-5 kapatılmaktan kurtulmuş ve sonraki dönemde Ergenekon dalgaları tüm kılcal damarlara kadar yayılmıştı. ÇYDD kapatma davasıyla ilgili kararın verilmesine saatler kala Türkan Saylan imzalı bir "göreve çağrı" açıklaması yaptı. Açıklama ÇYDD'nin internet sitesine de kondu ve site açılır açılmaz ekrana ayrı bir pencere olarak açılması sağlandı:

"...Eğer bu gidişin önüne geçilemez ise, bundan toplumun bütün kesimleri ve Türkiye Cumhuriyeti zarar görecek...Bu nedenle, başta yürütme, yasama ve yargı organları olmak üzere, bütün resmi kurum temsilcilerini ve tüm yurttaşları, Anayasa'mızın öngördüğü, insan haklarına dayanan demokratik ve laik hukuk devletini, toplumsal barışı hedefleyerek yeniden oluşturmak için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeye çağırıyoruz...Saylan, Türkiye'nin içinde bulunduğu bunalımı hak etmediğini belirterek, "Türkiye'nin birikimi, olağan demokratik rejime dönüş için yeterlidir. Bunun başarılabilmesi, bütün devlet görevlilerinin ve toplum kesimlerinin, hukuk devletinin ilkelerine saygı duymasıyla mümkündür" dedi. Saylan şöyle devam etti: "Eğer bu gidişin önüne geçilemez ise, bundan toplumun bütün kesimleri ve Türkiye Cumhuriyeti zarar görecek, hatta ülkemizin önemli ve özgül konumu dikkate alındığında, söz konusu bunalım, gerek Avrupa mekânı, gerekse bölgemizdeki toplumlar üzerinde olumsuz etkiler yaratacaktır. Bu nedenle, başta yürütme, yasama ve yargı organları olmak üzere, bütün resmi kurum temsilcilerini ve tüm yurttaşları, Anayasa'mızın öngördüğü, insan haklarına dayanan demokratik ve laik hukuk devletini, toplumsal barışı hedefleyerek yeniden oluşturmak için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeye çağırıyoruz."(31)
...
AYM’nin verdiği kadar Saylan’ı çıldırtmıştı. Anayasa Mahkemesi'nin AK Parti hakkında verdiği kararı beğenmeyen ÇYDD başkanı Türkan Saylan tuhaf bir çağrı yaptı. Radikal Gazetesi'nin kendisine tahsis ettiği yorum sayfasındaki 'Bir Durum Değerlendirmesi' başlıklı yazısında Saylan, "Anayasa Mahkemesi'nin, odak olduğu gerekçesiyle AKP'ye verdiği ceza eğer hâlâ doğru değerlendirilemez ve halkımıza meydan okuma ve bildiğini, işine geleni kimselere danışmadan ya da salt yandaşlarla kafa kafaya vererek yapma alışkanlığından uzaklaşılamazsa, ülkede ve halkın çoğunda yaratılan huzursuzluk ve güvensizlik azalmayacak, aksine artacaktır. Bütün bu odak olma olaylarından sonra, halk olarak hepimize düşen görev, rejim karşıtı tüm irili ufaklı olayları belgeleyip ilgililere sunmak ve ardını aramaktır. Hukuk bir üstyapı değil bir altyapıdır, unutmayalım ve ona güvenelim. İsterseniz işe ruhsatsız Kuran kursundaki 18 kızımızın başına gelenleri halkça sorgulayarak başlayalım, ne dersiniz?!" (8 Ağustos 2008 Radikal)(31)
...
Saylan rahatsızdı, rahatsızlığı da Osmanlı’dan beri kendilerini merkezde görmelerinden kaynaklanıyordu Tanrı’nın seçilmiş kullarına danışılmadan devlet yönetilmezdi, çünkü. Hükümet’i tehdit ediyordu Saylan:
”İşine geleni kimselere danışmadan ya da salt yandaşlarla kafa kafaya vererek yapma alışkanlığından uzaklaşılamazsa ülkede ve halkın çoğunda yaratılan huzursuzluk ve güvensizlik azalmayacak, aksine artacaktır”.
...
Son gelişmelerle Genelkurmay Başkanı’ndan umudunu kesen Saylan aslında fena halde çarpıldığına kızmıştı. 27 Nisan Bildirisi’ni hazırlayan ve internette yayınlayan Genelkurmay Başkanı’na minnet borçluydu birkaç ay evvel:

“Bugün İstanbul Çağlayan Meydanı'nda yapılacak Cumhuriyet Mitingi'nin düzenleyicilerinden Prof. Dr. Türkan Saylan, Genelkurmay bildirisinin, mitingin ana fikrine karşı olmadığını söyledi. Üç kişinin kafa kafaya verip cumhurbaşkanı atamasının Cumhuriyet'i hiçe saymak olduğunu vurgulayan Saylan, "Hele de bu atanan kişi laik düzen yıkılmalı diyen, Fethullahçılara kripto gönderen, eşinin kıyafetiyle Cumhuriyet'e meydan okuyan biriyse gerginlik doğaldır. Sınıf mümessili seçmek gibi bir oylama gördük" dedi. Genelkurmay açıklamasını 'uyarı' olarak nitelendiren Saylan, kendilerinin de Genelkurmay gibi Cumhuriyet'in değerlerinden yana taraf olduklarını belirterek şöyle konuştu: "Kimse artık darbe istemiyor. Bu mesajı darbe mesajı olarak değerlendirmiyoruz. Hepimiz bu uyarıyı yapıyoruz, onların da yapmaya hakkı var."(32)
...
Türkan Saylan’ın sadece Başörtüsü ile değil, zorunlu Din Dersleri ile de sorunları vardı. ABD’nin ‘Yeşil Kuşak Projesi’ gereğince 1982 Anayasas’sı ile zorunlu hale getirilen ve amaçlandığından daha geniş bir alana yayılan yetersiz din dersleri, artık kendilerini rahatsız edecek düzeye gelmişti. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, demokratik, laik bir hukuk devletinde hazmedilmesi imkansız nutuklar irad ediyordu:

”Seçim ertesinden başlayarak yapılan atamalar, kadrolaşmalar, aynı görüşün militanı olanların baskıcı davranışlarda pervasızlaşmaları, düşünce ve ifade özgürlüğünde çifte standart, eğitimde çözülemeyen sorunların devamı adeta bir intikam alma sürecini çağrıştırmaktadır. Oyçokluğum var diye, binbir özveriyle kazanılan Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerinden vazgeçmek, ülkeyi bir İslamcı şeriat devletine dönüştürmeye yeminli olanlar için asla bir fırsat olarak değerlendirilmemeli ve oldubittiye getirilmemeli. Uluslararası ve ulusal kararlara karşın başörtüsü konusunu yeniden gündeme getirerek Anayasa'yı değiştirmeye yönelmek olumlanamaz. Başörtüsü konusu gündem dışına çıkarılarak, RP-FP ve ardından AKP'nin yönlendirdiği üniversiteli kızlarımıza gerçekler söylenmeli, konu daha fazla istismar edilmemeli, sırtlarından politika yapılmasından vazgeçilmelidir. Laikliği anayasasına almış bir devlette, tek yönlü din dersleri zorunlu olamaz. Zorunlu din dersleri, 15 yaşına kadar velinin, daha sonra çocuğun özgür isteğine bağlı olarak, okullarda, ders dışı (cumartesi) günlerde yapılırsa, katılmayanların damgalanması engellenir. Açıklamada 'gençleri şiddet içine çekmek' gibi vurgular yapan Saylan, bunu sorduğumuzda şu yanıtı verdi:"Türban, üniversitede bir grup kızın sorunuydu. Bu da peruk takarak, açarak halloluyordu. Bu manzarayı tekrar diriltip, yeniden umut vermek, sonra bu ümitlerinin olmayacağını söylemek ya da oyalamak bence etik değil. Gençleri şiddete çekmekten kasıt bu."(33)
...
Devlet’in tüm kurumlarına tâlimât verir gibi, tanımlar yapıp sınırlar çizen Tek Kuvvet Saylan, güçler ayrılığı ilkesinin canına okuyor ve Faşizmin kusursuz yetkinciliğini temsil ediyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti Halkının çocuklarına onları Sünnî-Alevî, Türk-Kürt diye fişleyerek burs veriyor, kendi hedeflerine uygun nesiller yetiştiriyor, sonsuza dek Türkiye’ye hükmedebileceği bir gücün altyapısına eleman yetiştiriyordu. Fakat, Saylan’a göre bu öğrencilerden bazıları baskı görüyordu:

'Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan Anadolu'da kızların okuyamamasının türban nedeniyle değil ekonomik nedenlerden dolayı olduğunu belirterek, "Burs verdiğimiz çocuklara zaman zaman baskılar yapılıyor. Bize de 'Bu şartlarda okumamızın tek çözümü bu diyorlar'. Hiçbirisi, bir tek kız bile 'Ben inancım için örttüm. Ben okumak istemiyorum ya da örtüyle okumak istiyorum' demiyor. Anadolu'da hiçbir kız çocuğu örtünmek iddiasında değil. Hiçbir kız çocuğu örtünmek istemez. O kız çocukları erkek çocuklarla eşitlenmek istiyorlar. Spor yapıyorlar, futbol oynuyorlar. Türban Anadolu'nun problemi değil: Köydeki 17 kişinin bir arada yaşadığı evden çıkıp, bir yatakhanesi bulunan YİBO'ya giden, kız yurdu olduğunda da liseye gidebilen bu çocukların başarıları inanılmaz. Kafalarını örtmek gibi yaklaşımları yok. Ne zaman oluyor? 'Bir yeteneğin yok gel, örtünürsen şöyle olur' diyorlar. Bu Anadolu'nun problemi değil aslında bu büyük kentlerin üniversitelerinde planlanmış bir anti laik projenin parçası. Bu projeyi bizim kızlarımız üzerinden uygulamaya koydular. Ben bunu ne demokrasi, ne özgürlük ne okuma hakkı diye düşünmüyorum. Türbana girmeleri için uğraşılıyor: Üniversiteye kazanan kızlarımız geçen gün İstanbul'a geldi. 'Kızlar türbana girmek isteyen var mı?' diyorum. 'Asla' diyorlar. İçlerinde öyle bir hırs var ki, kararları kendileri vermeleri gerektiğini fark ediyorlar. Batman'da okula gitmemiş kızlar kurs aldı. Kısa zamanda 'Biz 18 yaşına gelmeden asla evlenmeyiz, eşimizi bir seçeceğiz' diyorlardı. Kızlar kısa zamanda tamamen modernleşiyor. Okuyan kızlar, sonradan, çıkarları yoksa, beklentileri yoksa türbana girmiyorlar. Biz üniversitedeki kızlarımızı hep kontrol ederiz, türbana girdiler mi diye? Bir veya iki tane çıkar.”'(34)
...
Sloganları aslında ‘İslâm’a ve Müslümanlar’a Hayır!’ dı, ama bunu açıkça söyleyebilecek cesaretleri yoktu. Parça parça anlatıyorlardı.

'Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Başkanı Prof.Dr. Türkan Saylan, üniversitelerde türban yasağını kaldırmak için yapılan çalışmaları sert bir dille eleştirdi. Saylan ÇYDD adına dün yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Atatürk ilke ve devrimleriyle temellenmiş laik ülkemizde, kamu görevlerinde bulunan ve de eğitim hizmeti alan kadınlarımız radikal İslam'ın bireyleri değil, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlarıdır. Ne yazık ki son 25 yılda, Milli Görüş siyasetinin militanları konumuna getirilen bazı kadınlarımız, Batılı görünümleriyle göz boyama yarışına giren erkeklerin siyasal çıkar söylemlerine kurban edilmektedir. Laik Cumhuriyetimizin, ılımlı İslam rejimine dönüştürülmesinde evlatlarımız ve kardeşlerimiz olan kadınlarımızın bir ufak grubunun da olsa piyon olarak erkek politikacılarca kullanılması, yasal olarak mümkün değildir. Kısır çekişmelerle hiç kimse cehalet ve karanlıklara çekilemez." '(35)

Diyor ve hemen ardından İmam-Hatip Liseleri ile ilgili olumlu çalışmalara da bulaşıyordu.Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, "17. Milli Egitim Şûrası'nda imam-hatip ve Anadolu imam-hatip liselerinin her dalda ÖSS'ye girebilmeleri için hileli önerisi başarılı bir ilüzyonla kabul ettirilmiştir" buyuruyordu.(36)
...
Bir din kaldırmadan onun yerine başka bir din getirilemezdi. Laiklik temizlenmiş din algısı için kullanılacak ve daha sonra bu algı yeniden oluşturulacaktı. Değişen sadece Din’in adı olacaktı. Öyle diyordu Mit Raporu:

“Darbeye zemin hazırlamakla suçlanan gözaltındaki rektörlerin Şener Eruygur ile bağlantıları olduğu ve bu kişilerin isimlerinin Mustafa Balbay'ın bilgisayarından çıkan günlüklerde geçtiği öne sürüldü. Evrak inceleme ve tasnifleme işlemine devam eden polisin üzerinde durduğu bir başka konu ise yine iki derneğin Protestan misyonerlik faaliyetleri içerisindeki yerinin olduğu öğrenildi. Türkiye ve dünya genelinde Protestan misyonerliğin finans merkezi olan BOARD şirketiyle ilgili olarak şirketin ÇYDD ve ÇEV irtibatını araştıran polis, istihbarat raporlarına yansıyan finans akışı ve misyoner faaliyetlerin deşifre edilmesi içinde çalışmalarını sürdürüyor. MİT tarafından 24 Nisan 2001 tarihinde hazırlanan dönemin İstihbarat Başkanı Cemal Uzgören imzalı raporda da, ÇYDD ve ÇEV hakkında çarpıcı iddialar yer alıyor. Rapora göre misyonerlik faaliyetlerinin Türkiye ayağını oluşturan iki dernek Amerikan BOARD isimli şirket tarafından destekleniyor. Dünya Kiliseler Birliği temsilcisi olarak 1830'lardan beri Türkiye'de faaliyet gösteren Amerikan BOARD Heyeti'nin, din eğitimi ve sağlık hizmetleri konularında faaliyet gösterdikleri belirtilen raporda ÇYDD'nin, Atatürk ilkelerini kalkan olarak kullanıp, birçok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para topladığı, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurtdışından yardım aldığı, hiçbir yasal dayanağı olmadan kamuoyuna kendisini Sivil Toplum Kuruluşları Birliği olarak tanıtan çeşitli dernek ve vakıflarla işbirliği içerisinde oldukları yönünde yapılan ihbarlar sonucu denetime tabi tutulduğu belirtiliyor. ÇYDD'nin depremzedeleri suiistimal ederek misyonerlik faaliyetlerinde bulunduklarına da dikkat çekiliyor” (37)

'Ergenekon Soruşturmasının kapsamında yapılan operasyonların 12. Dalgasında Türkan SAYLAN ve Gülseven YAŞER'in genel başkanlıklarını yaptıkları ÇYDD ve ÇEV vakıflarının genel merkezlerine ve şubelerine baskınlar düzenlendi. MİT tarafından 24 Nisan 2001 tarihinde hazırlanan dönemin İstihbarat Başkanı Cemal UZGÖREN imzalı raporda, ÇYDD ve ÇEV hakkında skandal bilgiler bulunuyor. Rapora göre ÇYDD ve ÇEV vakıfları misyonerlik faaliyetlerinin Türkiye ayağını oluşturuyor. Bu iki vakıf dünya çapında misyonerlik faaliyetlerini organize eden Amerikan Board isimli şirket tarafından destekleniyor ve finanse ediliyor. Dünya Kiliseler Birliği temsilcisi olarak 1830'lu yıllardan beri ülkemizde faaliyet gösteren Amerikan Board Heyeti'nin, din eğitimi ve sağlık hizmetleri konularında faaliyet gösterdikleri belirtiliyor. Bilindiği üzere Ergenekon Davasının 2. İddianamesinde, ÇYDD ve ÇEV vakıflarının Cumhuriyet Çalışma Grubu'nun talimatıyla kurulan Ulusal Birlik Hareketi Sivil Toplum Kuruluşları Platformu ile birlikte hareket ettiği bilgileri yer alıyor. Cumhuriyet Çalışma Grubu'nun Ergenekon Terör Örgütü'ne bağlı olarak dönemin Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Şener ERUYGUR tarafından illegal olarak kurdurulduğu biliniyor. Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın hazırladığı raporda da ÇYDD ve ÇEV vakıflarının Dünya Kiliseler Birliğinden yüklü miktarda yardım aldıkları, vakıfların üst düzey yöneticilerinin vakfa yapılan yardımları burs adı altında kendi yakınlarına havale ettikleri, yurt dışında faaliyet gösteren yasa dışı örgütlerden bağış adı altında para aldıkları gibi iddialara yer veriliyor. Özellikle Amerikan Protestan mezhebini yaygınlaştırmaya çalışan yabancı kuruluşlar ile aralarındaki para akışının miktarları tarihleriyle veriliyor. Ayrıca, bir istihbaratçı albay tarafından hazırlanan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın bu 20 Haziran 2002 tarihli raporunda, ÇYDD ve ÇEV için yine Atatürkçülük ve İrtica ile mücadele gibi maskeler altında misyonerlik faaliyet yaptıklarından bahsediliyor.' (38)
...
Hem MİT’in hem de Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın hazırladığı raporlarda ÇYDD ve ÇEV vakıflarının Dünya Kiliseler Birliğinden yüklü miktarda yardım aldıkları, vakıfların üst düzey yöneticilerinin vakfa yapılan yardımları burs adı altında kendi yakınlarına havale ettikleri, yurt dışında faaliyet gösteren yasa dışı örgütlerden bağış adı altında para aldıkları gibi iddialara yer verilebiliyorsa ve bu raporlar kirli ilişkiler ağına yakalanmadan gün yüzüne çıkabilmişse, bu herhalde bu ülkenin vatansever evlâdının olduğuna dair bir umutların sürmesi adına sevindirici olmalıydı. Bu vatanseverler, zamanla gizli katliam belgelerini, eylem planlarını da mahkemelere ulaştırmayı başaracaklardı. Kafes’tekilerin Türkiye Cumhuriyeti’ni Kafesleme girişimleri kendileri için parmaklıkların ardı anlamına gelecekti. Ancak tuhaf olan ‘İrticayla mücadele eylem planı’ deşifre olunca, Müslümanları kafesleme eyleminin hazırlandığı mekân sahiplerinin bu plandan haberdar olmadıklarını söylemeleri ve bu planın altında imzası olanları korumak zorunda kalmalarıydı. Bir devrin sona erişi kusursuz hamleler gerektiriyordu belki de; İmza sahibine dokundurtmayan Genelkurmay, Sivil Yargı’nın çağırdığı muvazzaf subayları da ifadeleri alınmak üzere mahkemeye gönderiyor, Kozmik Oda’nın kapılarını tarihte ilk kez Sivil Yargı’ya açıyordu.

Ergenekon Operasyonları dalga dalga Türkan Saylan’a yaklaşırken hava onlar adına keskin mağlubiyet kokuları ile dolmuştu. Zavallılardı. Hukuk önünde tarihte ilk kez suçları yüzünden yargılanma fırsatı bulmuş olmaktan dolayı mutlu değillerdi. Kirli diyalogların insanların kanına, canına mal olmasına engel olmaya çalışan Devlet’in yasal telefon dinlemelerine karşı yeni bir kampanya başlatmışlardı. Suçüstü yakalandıklarında Kars Yaylalarının masum birer köylüsü gibi davranmaktan asla vazgeçmiyorlardı. TÜSİAD ve Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) tarafından yayınlanan ‘Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri’ başlıklı raporun açıklandığı toplantıya katılan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan, daha sonra gazetecilerin Ergenekon davasıyla ilgili sorularını yanıtladı. “İçerideki ve dışarıdaki olaylar bizi çok üzüyor. Vatandaş olarak telefonlarımızdan korkar olduk. Bu kadar saygıdeğer insanın neden içeri alındıklarını bilmeden içeri alınmaları bana bir vatandaş olarak aykırı geliyor” diyen Saylan, Cumhuriyet mitingleriyle ilgili bir soru üzerine şöyle dedi: “Ben bunu bir intikam olarak görüyorum. Yoksa onlar kadar masum, yurtsever insanların bir araya geldiği ve hiçbir olayın çıkmadığı güzel şeyleri yok etmek ya da küçümsemek kimsenin başarabileceği bir şey değil. İnsanlar içlerinde bu duyguları hâlâ taşıyorlar ve sessiz kaldılar.” Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan kişileri tanıyıp tanımadığı sorulunca Türkan Saylan şunları söyledi: “Benim bildiğim kadarıyla hepsi saygın saygıdeger, yurtsever insanlar. Dikkat ederseniz savcı bile terörist lafında terreddüt etti. Bunların hepsi terörist kovalamış, dağlarda savaşmış insanlar. Şimdi ise neredeyse terörist ilan edildiler. Bu doğru değil, vatandaşın doğruları bilmesi gerekiyor.” (39)
...
Dışarıdaki yurtsever, içerideki yurtseveri koruyacaktı muhakkak. Terörist yetiştirip ona kaç diyen, onu kovalayacak olanı da yetiştirmeye çalışacak, bir ülke kaçanlar ve kovalayanlar olarak yüzlerce yıl Masonik oyunun ayrıntılarında sürekli yüksek gerilimle yaşamaya alıştırılacaktı. Vatandaş, mahkemelerdeki iddianamelerden ve şüphelilerin birbirlerini tehdit ederken attıkları naralardan doğruları öğrenecekti. Türkiye Cumhuriyeti Ordusu Genelkurmay Başkanı’nı evinden yemek getirmek zorunda bırakacak kadar pervasız ve acımasız olanlar, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Başbakan Yardımcısı’na ve Anayasa Mahkemesi Başkanı’na suikast planlamaktan çekinmeyenler gölgelerinden korkar hâle geldiklerini söyleyeceklerdi.

“Gölgesinden korkmak Dünyada ve ülkemizde olup bitenlerin birazını olsun sıralamaya çalıştığımız bu yazıda sorumuz insanımıza, halkımıza: Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak biz böylesine gölgesinden korkan insanlara mı dönüştük ardardına yaşadığımız ihtilaller ve de özellikle 12 Eylül sonrası, yoksa "herkesin bir fiyatı vardır" diye böbürlenen egemenlerden bir lokma da bize düşer deyip de mi susuyoruz, hani Özal'ın "Benim memurum işini bilir" özdeyişi örneği! Yoksa içimize bir korku ve susma virüsü mü soktu, uzaklardaki Büyük birader ve ekibi? Dostlar, biz bu ülkenin asıllarıyız, kadın erkek, ezilenler, işsizler, güvencesiz çalışanlar, namuslu memurlar, fedakar öğretmenler, düzgün iş adamları, bakkalımız, ayakkabı tamircimiz... alın teriyle üretenler, çilekeş köylüler, şaşkın ama erdemli kentliler, kente göç edip tutunmaya çalışanlar, haraç mezat satılan milli servetimizin arta kalan emekçileri ve daha niceleri, nice dürüst, haram yemeyen, yiyemeyen insanlarımız, biz hep birlikte bu ülkenin sahibiyiz! Bunu asla unutmayın! Bir süre için seçtiğimiz, tüm ulus önünde doğruluk, dürüstlük ve rejime, temel ilkelere bağlılık yemini edenlerse vekillerimiz. Dolayısıyla vekillerimiz, istedikleri kadar çoğunluk ellere sahip olsalar da halka, size, bana danışmadan, bizleri almak istedikleri her kararda ülkenin yararına olduğuna ikna etmeden yaptıkları, yapacakları, gerçek demokratik bir toplumda geçersizdir, inandırıcı ve güven verici değildir. 'Rantsal dönüşüm 'Kentsel dönüşümün adına 'rantsal dönüşüm' demiş mağdurlar. Örneğin tek göz de olsa bağımsız bir gecekonduda, elektrik, su ve her türlü Belediye hizmetini devlete ödeyerek legalize olmuş, hatta seçim ödüllendirmesi olarak dere yataklarına yaptıkları evlerinin tapusunu bile almış insanlarımızı, onlara sormadan, onaylarını almadan ya da ellerine birkaç kuruş sıkıştırarak evlerini yıkamaz, yaşayamayacakları uzak yerlere süremezsiniz. Hele hele bunlar, en güzel renklerimizden biri olan Roman vatandaşlarsa, bu kültürü yitirmemek adına belki daha da özen göstermeliyiz. Tepemize yapılacak köprüyü, sokaklarımıza döşenecek kaldırımları, nükleer santralları, orman arazisinin ranta dönüştürülmesini, mahallemize yapılacak marketi, altın madeni aramak için doğamızı mahvetmelerini isteyip istemediğimizi bize sormak, onaylatmak durumundalar. Bizler de her konuda kendimizi donatıp uygun olanı onaylamayı, yanlışlara bilimsel olarak karşı çıkmayı öğrenmeliyiz! Akşam yatıp sabah televizyonlarda en kıymetli kaynaklarımızın, kim oldukları bile tam anlaşılmamış yabancılara ve bizdeki temsilcilerine satılıverdiğine, binlerce işçinin kan parası örneği eline birkaç kuruş verilerek anında işten çıkarıldığına tanık olarak kalamayız.”(40)
...
Ne gariptir ki; gölgelerinden korkar hâle gelenler ‘Dolayısıyla vekillerimiz, istedikleri kadar çoğunluk ellere sahip olsalar da halka, size, bana danışmadan, bizleri almak istedikleri her kararda ülkenin yararına olduğuna ikna etmeden yaptıkları, yapacakları, gerçek demokratik bir toplumda geçersizdir, inandırıcı ve güven verici değildir’ şeklinde buyurgan ve küstah olmaktan kendilerini koparamıyorlardı. Gölgelerinden korkanlar gölgelerinin duyacakları şeyleri bile söylemekten çekinirlerdi. Türkan Saylan, kendilerinin istemediği şeylerin gerçekleşmesine tahammül edemiyor, dövüşe dövüşe geri çekiliyordu. Ama hamaseti de elden bırakmıyordu. İnsanları kışkırtmaya alışmış olmak gerçekten de berbat bir şeydi. Türkan Saylan savcıları da kışkırtıyordu:

“Neden susuyoruz, neden haksız davranışlara boyun eğiyoruz. Unutmayalım, İstiklal Marşımız "Korkma" diye başlar! Hiçbir zaman AİHM'sinden medet ummak istemiyor, bağımsız olması gereken Cumhuriyet yargımıza, Cumhuriyet Savcılarımıza güveniyoruz. Ancak bıçak kemiğe dayanınca ne yapsın insanlar? Vatanın asıl sahibi olduğunu algılamak ve sorumluluk bilinciyle iyiye doğruya ve gerçeğe ulaşıp savunmak insanın gerçekten vatandaş olduğunu algılaması demektir ve o onuru hakkıyla taşımak yaşamımıza anlam katacaktır.”(40)

Hayat devam ediyor, Türkan Saylan ile ilgili haberler ‘vatandaşın doğruları öğrenmesine’ hizmet ediyordu:

'Cumhuriyet mitinglerinin düzenleyicilerinden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı (ÇYDD) Başkanı Türkan Saylan'a 'terör örgütü uzantısı' olarak suçlanan DTP'den ilginç bir destek geldi. DTP lideri Ahmet Türk, Saylan'ın çizgisini çok beğendiklerini vurgularken, "Türkan Saylan'ın söylemlerini her zaman önemsiyoruz" dedi. Geçtiğimiz aylarda ADD'den istifa eden Üsküdar Şube Başkan Yardımcısı Asuman Özdemir, Saylan'ın PKK'ya destek niteliğinde çalışmalar içinde olduğunu savunmuştu. Yıllarca samimi duygularla çalıştığı ÇYDD'nin PKK'nın siyasallaşmasına katkı sağladığını savunan Özdemir, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 'Kardelenler Projesi' adı altında İstanbul'a getirilen kız öğrenciler, DTP kadro açığını karşılıyor. ÇYDD'nin Kandilli Kız Lisesi gibi yerlerde okuttuğu kızlardan bazılarının akrabaları hâlâ dağlarda Türk askerine kurşun sıkıyor. ÇYDD'nin yetiştirdiği kızlar Güneydoğu'da Kürtçülüğün, PKK'nın daha çok sivilleşmesine hizmet eder hale geldi" iddialarına yer vermişti.'(41)

'Ergenekon davasının 342'nci delil klasörüne giren bir belge, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin (ÇYDD) uygulamaya koyduğu Kardelenler Projesi'nin PKK'ya kadro yetiştirdiği iddialarını tekrar gündeme getirdi. Prof. Dr. Türkan Saylan'ın başında bulunduğu ÇYDD'yle, PKK'nın siyasallaşmasına destek verdiği gerekçesiyle yollarını ayıran Ayşe Asuman Özdemir, Kardelen Projesi kapsamında yetiştirilen kızların DTP'de bilgisayar başında istihdam edildiklerini iddia etmişti.'(42)
...
Bittabi Kürtçülüğü teşvik, Kürtçülüğü bitirecek olan Demokratik Açılım’la tarihe gömülecekti. Demokratik Açılım başka hangi nedenle ÇYDD’yi ve ADD’yi rahatsız edecekti ki? Tüm oyunları öğrenecekti masum vatandaş, dalga Saylan’a da ulaşacaktı:
'`Ergenekon` soruşturması kapsamında ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan`ın İstanbul`daki evinde de arama yapıldı. Prof. Dr. Saylan`ın Beşiktaş Arnavutköy Beyazgül Sokak`taki evine, sabahın erken saatlerinde gelen çeşitli şubelere bağlı polisler, arama çalışması başlattı. Prof. Dr. Saylan, kendisine cep telefonundan ulaşan AA muhabirine evinde arama yapıldığını doğruladı.”'(43)
...
Ergenekon Operasyonları telefon dinlemeleriyle dalga boylarını yükseltmişlerdi. Saylan’ın telefon dinlenmesinden rahatsız olması kurumsal yapılanmalarda ani hareketlilikler başlatmıştı. Yasal dinlemeler birdenbire illegal imiş gibi gösterilmeye çalışıldı. Haber ve gelişmeler şöyleydi:

'Ergenekon şüphelileriyle olan bağlantısının ortaya çıkmasından sonra ‘dinleniyorum' diye yaygara koparan YARSAV eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun iddialarını incelemek için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) baskın düzenlettiren Sincan 1.Ceza Hakimi Osman Kaçmaz'ın, 2 Aralık'ta gerçekleştirilen ikinci baskın kararını ise meslektaşı Safiye Bilge Pekgöz'e aldırdığı ortaya çıktı. ‘Dinleme' oyununu başlatan Eminağaoğluyla birlikte ‘meslekten ihraç' istemiyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) dosyası gönderilen Osman Kaçmaz'ın, TİB'e gerçekleştirilen ikinci baskın sırasında izinli olduğu ancak baskın kararını Sincan 1. Ceza Mahkemesi üyesi Safiye Bilge Pekgöz'ün aldırdığı öğrenildi. Ergenekon davasını sekteye uğratmak için ‘dinleniyorum' kampanyası başlatan Kaçmaz'ın TİB'e baskın kararı çıkarması için talimat verdiği Safiye Bilge Pekgöz Ankara Emek Rotary Kulübü üyesi. 13 Kasım 1997'de kurulan Ankara Emek Rotary Kulübü üyesi olan Hakim Bilge Pekgöz'ün Rotary Kulübü'nün bültenindeki işi ‘hukuk-genel' olarak geçiyor. Rotary Kulübü'nün 1998'de Yönetim Kurulu'nda görev almış olan Bilge Pekgöz, Kulüb'ün Özel Hizmetler Grubu'nda Üyelik Komitesi üyesi, Meslek Hizmetleri Avenüsü'nde Rotary Young Leadership Awarads (Rotary Genç Liderlik Ödülleri-RYLA) Komitesi üyesi, Uluslar arası Hizmetler Avenüsü'nde ise Gençlik Komitesi üyesi olarak adı geçiyor.'(44)
...
Vatandaş, haberden haber öğreniyor ve gözlerden kaçırılan bağlantıları fark edebiliyordu. Ergenekon Operasyonları’nın uzandığı yerlerde ve analizimizin zincirlerinin ulaştığı noktalarda tüm projektörler yanıyor ve gerçek çırılçıplak açığa çıkıyordu: Ergenekon davasını sekteye uğratmak için ‘dinleniyorum' kampanyası başlatan Kaçmaz'ın TİB'e baskın kararı çıkarması için talimat verdiği Safiye Bilge Pekgöz Ankara Emek Rotary Kulübü üyesi idi. Saylan’ın defalarca ödül aldığı rotaryenler ve masonlar arasındaki ilişkileri tarihin gaz odalarından temin etmek hiç zor değildi. TSK, Yargı, Meclis, Üniversiteler, Basın, TÜSİAD ve daha birçok yerde örgütlenen ve daima acımasız, daima aşağılayan ve daima öldüren 13 binden fazla seçkin üyesi olan hangi gizli örgüt bu kadar güçlü olabilirdi ki?

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığında hâkim nezdinde gerçekleştirilen aramayla ilgili karara yapılan itirazı reddetti. Mahkemenin ret kararında, "isnat edilen suçların niteliği, olayın vahameti ve delillerin karartılması ihtimali nazara alındığında, bu yerin, devlet sırlarının saklandığı yer bile olsa, arama yapılmasına yasal bir engel bulunmadığının kabulü gerektiği" ifade edilerek, "Aksine düşünce, devlet sırrı kavramının arkasına saklanılarak, suç delillerinin gizlenmesi ve bilahare yok edilmesine zemin hazırlandığını akla getirebilir" denildi. Kararda, "Devlet sırlarının bulunduğu yerlere, salt bu nedenle hiçbir gerekçeyle ve hiçbir şekilde girilip araştırma yapılamaması devlet sırrı niteliğinde olmayan ve suç teşkil eden fiillerin bu gibi mahallerde gizlenmesi ve faillerinin de soruşturma ve kovuşturmadan kurtulması sonucunu doğurur ki bu da hukuk devleti ilkesine olan güveni sarsacağı gibi söz konusu kurumun da zan altında kalmasına sebebiyet verebilir" ifadesine yer verildi. (45)
...
"İsnat edilen suçların niteliği, olayın vahameti ve delillerin karartılması ihtimali nazara alındığında, bu yerin, devlet sırlarının saklandığı yer bile olsa, arama yapılmasına yasal bir engel bulunmadığının kabulü gerektiği" şeklinde bir değerlendirme yapıyor Mahkeme. Vahim olan olay nedi? Bir suikastti elbette. Hem de deşifre olmak üzere olanların yaptıkları son hamle ellerinde patlamıştı. Türkiye'yi sarsan suikast girişimi ile ilgili süreç, Ankara Emniyeti'ne gelen bir ihbarla başladı. İhbarda, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın ikamet adresinin çevresinde bir süreden beri şüpheli araçlar dolaştığı belirtildi. Araç plakalarının da verilmesi üzerine Ankara polisi harekete geçti. Çukurambar semtinde yapılan aramada şüpheli araçlar tesbit edildi ve operasyon düzenlendi. Biri albay, diğeri binbaşı 2 şüpheli yakalandı. İki subayın, gözaltı sırasında Arınç'ın adresinin bulunduğu kağıdı yutarak imha etmeye çalıştığı ancak polisin buna engel olduğu belirtiliyordu. (46)

...

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, emir-komuta zincirine dair kaygılarında haklıydı ve bu kaygılardan kaynaklanan satranç hamlelerini başarıyla uyguluyor ve ek olarak da Yargısal tüm çalışmalara saygılı olduğunu açıklıyordu. Genelkurmay Başkanlığından, 19 Aralıkta Ankara'da iki askeri personelin şüphe üzerine yakalanıp daha sonra serbest bırakılmasına ilişkin olarak yapılan açıklamada, ''Söz konusu askeri personel, uzun süredir devam eden, kastedilen bölgeye yakın bir yerde oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmişlerdir'…(.)…Netice olarak; adres yazılı notun askeri personelin üzerinde bulunmasına ilişkin farklı iddialar olup bu iddiaların hangisinin doğru olduğu, personele ait el konulan bilgisayarlarla, çeşitli sayıda elektronik veri depolama araçlarında suç unsuru oluşturabilecek bir hususun olup olmadığı ve ileri sürülen diğer iddiaların doğru olup olmadığı soruşturma neticesinde ortaya çıkacaktır.'' Denildi. (47)

...
Açıklama, anlayabilenler için yeterince aydınlatıcıydı, Başbuğ cevap verilmemiş sorularında olabileceğini belirttikten sonra bir açıklama daha yapıyordu:

“"Yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında dün akşam (25.12.2009) Saat : 19.30'dan itibaren, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcıları nezaretinde bir arama yapılmıştır.İlgili kanun ve mevzuat uyarınca aranan yerin askeri mahal olması nedeniyle arama Cumhuriyet Savcıları nezaretinde Merkez Komutanlığı görevlileri tarafından icra edilmiştir. Sabah Saat : 05.46'da sona eren aramayı müteakip burada görevli 8 askeri personel gözaltına alınarak Ankara Merkez Komutanlığına götürülmüşlerdir."(48)

Ve halkı, ilgilileri uyarıyordu. Başbuğ, ''Halkımızı, milletimizi provoke etmek isteyenler, çatışma ortamına çekmek isteyenler olabilir. Bu konuda her şeyden evvel sağduyulu hareket etmemiz lazım. İnsanlarımız provokatif olaylara girmemeli ama toplumumuzun bütün kesimlerinin de karşılıklı provokasyona neden olacak hareketlerden de kaçınması lazım'' diyordu.(49)
...
Tabi bu arada Ergenekon Davası’nda sanıkların avukatlığını yaptığını ilan eden ve vekillerini dava esnasında sanık avukatlarıyla birlikte oturtan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast iddialarıyla ilgili olarak, "Bütün Türkiye dedikodu konuşuyor. Sokağın adını bile aklında tutamayan insanlar nasıl suikast yaparlar?" (50) diyerek olayı hafifletmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Sağduyu tarihte ilk kez Devletin tepesinde yer buluyor, halkın yüreğini soğutuyordu. Halkın seçtiklerinin seçtiği sivil Cumhurbaşkanı, birilerine danışmadan duruma el koyuyor ve bizzat Türkiye’nin zaferini ilan ediyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendilerini kastederek “Defterlerini düreceğiz” Aydın Nazilli'de Atatürkçü Düşünce Derneği'nin düzenlediği programda konuşan Emekli Tümgeneral Osman Özbek’i işitip anladığı dönemde, Arınç’a suikast iddialarına ilişkin Genelkurmay ve Emniyet’ten bilgi aldığını söylüyor. 44. TÜBİTAK ödül töreninin ardından verilen resepsiyonda gazetecilerin, hükümetten, Genelkurmay’dan ve istihbarattan bilgi alacağının hatırlatılması üzerine “Tabii ki bu konuyu konuştuk biz. Hepsinden bilgi aldık” diyor, neticeye müdahil olmasını gerektirecek bir durum olup olmadığı sorulanca da “Görüştüysek müdahil olmuşuz demektir.” diye konuşuyordu”(51)

F-Sentez-Tez:

Türkiye’nin cefâkâr ve fedâkâr insanları, Türkiye Cumhuriyeti’nin bürokratik tüm kurumlarına sızdıkları gibi Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun kurmay subayları arasına sızan küresel hegemonik tek güç olan Masonik/Siyonist/Kabalistik örgütlenmeye karşı zafer elde etmişlerdir.

G-Değerlendirme:

Eldeki kanıtlar, bizi doğrudan doğruya Masonik/Siyonist/Kabalistik örgütlenme ile karşı karşıya bırakmışsa da, herhangi bir Mason Locası gelecekte -analizimizde yayınladığımız orijinal liste gibi- kendi üyelerinin listesini yayınlamadığı sürece kimlerin Mason olduğuna dair iddialar netlik kazanmayacaktır. Eylem ve söylemlerin analizi sonucunda ulaştığımız birliğin ancak ve ancak güçlü ve gizli bir birlik olabileceği ve bazı loca, dernek üyeliklerinin iddia olunan Ergenekon Davası sürecinde ortaya çıkmış olması dolayısıyla da söz konusu örgütün varlığı ve etkisi hakkında kanaat sahibi olduğumuzu belirtmemiz gerekiyor.

Bugün demokratik, laik bir hukuk devletinde olması gereken bir düzeyle tanışılmışsa, yıllarca bu üç kriteri söylem ve söylevlerinde kullandıkları halde, bu üç temel ilkeyi çiğnemekten vazgeçmeyenlerin deşifre edildiğine şahit olduk. Elbette, analizimizin konusu olan örgütlenme tamamen tasfiye edilmiş değildir, tasfiye edilmesi de beklenmemelidir. 2010 yılından sonrası 1935’te olduğu gibi yeni bir ‘Uykuya Yatma’ dönemi olarak devam edecektir. Bizde ADD Genel Yönetim Kurulu Duyurusu’nda olduğu gibi, ‘Ülkemizin geçirmekte olduğu bu karmaşık sürecin Anayasal, yasal ve hukuk çerçevesinde yürütülmesini ısrarla istiyor ve bu düşüncelerimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.’

Seçkin Deniz, 25.12.2009-05.01.2010


Referanslar ve Okumalar:

1. Kasapoğlu Abdurrahman,Yard.Doç., Atatürk’ün Kur’an Kültürü, 1.Baskı, İlgi Yayınları, 2006, Cağaloğlu,İstanbul
2. Akyol, Taha, Ama Hangi Atatürk, 1.Baskı, Doğan Kitap, 2008, Bağcılar, İstanbul
3. Meydan, Sinan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, 8.Baskı, İnkılap Yayınları, 2008, Yeni Bosna, İstanbul.
4. Ulusu, Mustafa Kemal, Nuri Ulusu Atatürk'ün kütüphanecisi Atatürk’ün Yanıbaşında, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2008
5. Tunaşar, Seyhun,Türk Ulusal Masonluğunda 1935 Uykuya Yatma Olayı, Takdim yazısı Piramit Yayıncılık    http://kutuphane.tbmm.gov.tr:8088/2007/200706712.pdf
6. ADD ve ÇYDD’nin Türkiye Cumhuriyeti Hükümet’ine karşı sürdürdükleri kirli propaganda’da kullanılan İç ve Dış Politika argümanlarına, Atatürk’ün meclis konuşmalarından Reel Politik formatta yapılan alıntılar-cevaplar:

A- Mustafa Kemal Atatürk: “Balkan politikamız, çok mutlu bir işbirliği yaratmayı sürdürerek kendisine çizilmiş olan barış yolunda her gün daha verimli sonuçlarla ilerlemektedir. Cumhuriyet hükümetinin doğuda uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat'ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız. Cumhuriyet hükümetinin, komşularıyla ve diğer büyük küçük devletlerle olan ilişkilerinde uyumlu bir düzen ve gelişme göze çarpmaktadır. Barış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu ilgi ile karşıladı ve yardımlarını esirgemedi. İspanya olayları nedeniyle Akdeniz ve Karadeniz'de alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet hükümeti en geniş bir düşünce ile katıldı. Dünyanın her yanında olduğu gibi, bizi ilgilendiren alanlarda ve bu arada Akdeniz'de barış ve dengenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile izlediğimiz bir konudur. Şunu da memnuniyetle söylemek isterim ki, Doğu Akdeniz ve Karadeniz suları ile Balkanlarda ve Yakın Doğuda, geçen yıl belirttiğim ilişkiler aynen sürdürülmüştür. Geçen yıldan beri dost ve müttefik devletlerin önemli devlet büyükleriyle bizim devlet adamlarımız arasında karşılıklı ziyaretler olmuş ve bu temaslar dostluklarımızın gelişmesine neden olmuştur. “Dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış ve uluslararası işbirliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez olduğunu bir kez daha belirtmiştir” “Dış politikamızın belirgin özelliğini kısaca antlamış olmak için diyebilirim ki, tuttuğumuz politik yol ve hedeften ayrılmıyoruz. Son yıllarda uluslararası ilişkilerde sürekli değişiklikler olmasına karşın biz bu karışıklığın ortasında, barışseverlik dolu duygularla karşılıklı dostluklarımıza uygun hareket ediyoruz. Onların nitelik ve alanlarını genişletmeye uygun düşüncesi ile, uluslararası durum ve görevimizi göz önünde tutarak çalışıyoruz. Bu yolda, özen ile çalışmayı sürdürmenin hükümete önereceğim en doğru karar olduğu düşüncesindeyim”
http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm

B- Mustafa Kemal Atatürk: “Ulusların güvenliği, ya iki taraflı ya da çok taraflı genel ve ortak anlaşmalarla, uzlaşmalarla sağlanabilir diye kesin nitelikte ortaya atılan ve her biri diğerlerine ters düşen prensipler, barışın korunması için bizim yönümüzden kesin ve doğru sayılamaz ve doğru olamaz.(Bravo sesleri) Bunların her birini coğrafi ve politik gereğe ve duruma göre kullanarak barış yolundaki dikkatli davranışlara uydurmak her ulus için ayrı ayrı bir görevdir. Cumhuriyet hükümeti bu gerçeği görmüş, uygulamış, en yakın komşuları ile olduğu kadar en uzak devletlerle olan ilişkilerini, dostluklarını, anlaşmalarını ona göre düzenlemeyi bilmiş ve böylece dış politikamızı sağlam kurallara dayandırmıştır.” Cumhuriyet hükümeti geçen yıllardaki çeşitli devletlerle ekonomik ilişkilerini düzenleyen sözleşme ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor. Bu arada İngiltere hükümeti ile yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticari silah kredisi sözleşmesini belirtmek isterim ki aslında bununla ilgili kanun yüksek onayına sunulmuştur.Birkaç gün önce ülkemizi ziyaret eden Almanya'nın seçkin Ekonomi Bakanı Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında anlaşmaya varılmıştır. Ayrıntılar yakında iki hükümet arasında belirlenecektir.Bu kredi anlaşmalarını, ülkemizin mali saygınlığına karşı gösterilen ciddi güvenin ve dış politikamızdaki dürüst gelişmelerin sonucu olarak düşünmek gerekir."(Bravo sesleri) Mustafa Kemal Atatürk, TBMM 5. Dönem.4. Yasama Yılı Açılış Konuşması, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 27, Sa. 3, 1.Kasım 1938 http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d4yy.htm 
8. http://seckindeniz.blogspot.com/2011/09/52-analiz-tusiadn-demokrasisi.html
9. http://seckindeniz.blogspot.com/2011/09/54-analiz-cumhuriyetin-kazanmlar.html

Kaynaklar ve Alıntılar:

1. http://seckindeniz.blogspot.com/2011/09/52-analiz-tusiadn-demokrasisi.html
2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ergenekon_Operasyonu
3. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 16/08/2007
4. http://www.t24.com.tr/haberdetay/63285.aspx, Selin Ongun’un, Em.Org. Tuncer Kılınç’la Röportajı
5. http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=203107
6. Seyhun Tunaşar, Türk Ulusal Masonluğunda 1935 Uykuya Yatma Olayı, Takdim yazısı Piramit Yayıncılık
    http://kutuphane.tbmm.gov.tr:8088/2007/200706712.pdf
7. http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=203107
8. Seyhun Tunaşar, Türk ulusal Masonluğunda 1935 Uykuya Yatma Olayı, S.139
9. Mustafa Kemal Atatürk, TBMM 5. Dönem.3 Yasama Yılı Açılış Konuşması, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3, 1.Kasım 1937,
    http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm
10. Meydan, Sinan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, S.157, 8.Baskı, İnkılap Yayınları,2008, Yeni Bosna, İstanbul
11. ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı, Kendi el yazısı.
    http://www.zshare.net/download/587543222dcaad0b/
12. (12)ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi
13. http://www.mason.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=15&Itemid=29
14. http://www.mason.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=1
15. http://www.mason.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=39&Itemid=43#Devlet
16. http://www.masonlar.org/turkce/sorular_cevaplar/askerlik_ve_masonluk.htm... 21.12.2009 tarihli sayfa
17. http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/Tutanak_B_SD.birlesim_baslangic?P4=1969&P5=B&page1=41&page2=41
18. Zaman Gazetesi,21.12.2009
19. http://www.cydd.org.tr/?sayfa=biz Genel Başkan Prof. Dr. Türkan SAYLAN
20. http://www.medya7.com/haber/244-turkan-saylan-kimdircyyd-bakan.html,      http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=248&smid=1449
21. http://www.add.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=51&Itemid=160
Atatürkçü Düşünce Derneği, 16.04.1993 günlü,21554 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu'nun 28.03.1993 günlü, 93/4239 sayılı kararıyla "Kamu Yararına Çalışan Dernekler" arasına alınmıştır.
22. http://www.add.org.tr/ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ EĞİTİM ÇALIŞTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ, 13-14-15 Kasım 2009, Kemer-Antalya
23. http://seckindeniz.blogspot.com/2011/09/54-analiz-cumhuriyetin-kazanmlar.html
24. http://www.add.org.tr/ ADD Genel Yönetim Kurulu Duyurusu: ADD Devrimlerin Güvencesidir
25. http://tr.wikipedia.org/wiki/Dan%C4%B1%C5%9Ftay_Sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1
26. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 26.04.2007
27. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 01/03/2008
28. http://www9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Categoryid=1&Newsid=234178 20.04.2009
29. http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=13.07.2008&i=128559
30. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=678279
31. http://www.samanyoluhaber.com/haber-145795.html 29.05.2007
32. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 20.04.2007
33. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 28/09/2007
34. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 13/02/2008
35. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 26/01/2008
36. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 26.11.2006
37. http://arsiv.sabah.com.tr/2009/04/15/haber,C5E643C56FB34556A458006AB46B7... Ferit ZENGİN - Önder ŞUŞOĞLU/SABAH, 14.04.2009
38. http://www.palhaber.com/haber/turkiye/turkiye-genel/mit-ve-tsk-dan-turka...,
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=837511&title=genelkurmay-ve-mit...
39. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID... 16/07/2008
40. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=248986
41. http://www.bugun.com.tr/haber-detay/65961-turkan-saylan-kimdir-ne-is-yap...
42. http://www.turktime.com/default.asp?page=haber&id=30191 23.8.2008
43. http://www.tumgazeteler.com/?a=4942707
44. http://www.bugun.com.tr/haber-detay/87427-o-ceza-hakimi-rotaryen-cikti-g...
45. http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/01/04/kozmik.odadaki.aramaya.sinirla...
46. http://trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=9f6e7c2c-5723-4f63-a8a...
47. http://www.haberturk.com/haber.asp?id=195785&cat=110&dt=2009/12/23
48. http://www.aa.com.tr/tr/genelkurmay-8-asker-gozaltinda.html
49. http://www.aa.com.tr/tr/tamamlayici-bilgiler-verebiliriz.html
50. http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/12/23/arinca.suikast.iddiasina.ilgin...
51. http://www.stargazete.com/politika/komutanlik-ta-arama-haber-234316.htm


* ADD Genel Yönetim Kurulu Duyurusu:Yargıya güvenimiz sonsuzdur, fakat bütün soruşturmaların ve yargılamaların hukuk düzeni çerçevesinde adil bir şekilde yapılmasını istiyoruz. ADD Genel Yönetim Kurulu üyeleri olarak ülkemizin geçirmekte olduğu bu karmaşık sürecin Anayasal, yasal ve hukuk çerçevesinde yürütülmesini ısrarla istiyor ve bu düşüncelerimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.



Kanıt Not 1: Rakidal Gazetesi yazarı Murat Yetkin'in 04.09.2012 tarihli Aksiyon Röportajı:

 http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=33483


Kanıt Not 2: Masonlar devrede

 11.06.2013 00:00
Uluslararası çıkar şebekeleri, faiz lobileri, marjinaller, ulusalcılar, ana akın medya derken ‘Masonlar’ da hükümete savaş açtı. Mason sitelerinde “Menderes” hatırlatması yapılarak sanatçılar(!) Taksim’e davet ediliyor.

Büyük Localara bağlı Masonlar tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan masonlar.org sitesinin Gezi Parkı üzerinden Başbakan Erdoğan'ı Adnan Menderes örneğiyle tehdit ettiği, sanatçıları ise gösterilere katılmaya davet ettiği ortaya çıktı.

Taksim Gezi Parkı olaylarının alevlendiği ilk gün Masonlar.org sitesinden sanatçılara eylem çağrısı yapıldığı ortaya çıktı. Sitenin “Hür Köşe” kısmında yayınlanan çağrıda Adı; Tayyip, Soyadı; Erdoğan, Yer; Taksim Meydanı, Tarih; Sonsuz,  ‘Sanatçıları protestoya davet ediyoruz’ deniliyor. Çağrının sonunda ise “Tayyip gidecek ! Cumhuriyet kalacak!” denilerek, ulusalcılar ile ağız birliği yapıldığı görülüyor.

Açık tehdit

Sitede yer verilen “Duysana Menderes” isimli yazıda da bugün yaşananlar ile o yıllar arasında bağ kurulmaya çalışıldığı görülüyor.

Çoğunluğu CHP’li yüksek bürokratlar ve silahlı kuvvetlerden cuntacıların oluşturduğu devlet elitleri eliyle idam edilen Menderes, orduyu tek başına kışlasından çıkaran bir lider olarak sunuluyor, darbecilere çektiği restler ile dalga geçiliyor. Menderes’in bir memleket aşığı olmadığı kendine aşık olan bir lider olduğu ifade edilen yazıda, yaşanan süreç karşısında bağırtıp, çağırarak kendi sonunu hazırladığı iddia ediliyor.

Gözleri dönmüş

Yaşanan bazı olayların hatırlatıldığı yazıda üstü kapalı bir şekilde ulusalcıların ve küresel sermayenin hedefi haline gelen Başbakan Erdoğan’ın tehdit edildiği görülüyor.  “Işıklar gözlerini kamaştırmıştı ancak coşkulu kutlamalarla karşılandığı meydanlardaki sesler de ne yazık ki kulaklarını sağır etmişti. Duymuyordu, görmüyordu…” denilerek bugün yaşananlar üzerinden iktidarı hedef alan yazı, Albay Ekrem Acuner’in Menderes ve arkadaşları için ‘Enayiler’ dediği söz ile bitirilmesi de Masonların gözlerinin nedenli döndüğünü gözler önüne seriyor.

İşte kendilerini böyle tanıtıyorlar

Site ilk tıklandığında şu şekilde bir tanıtım çıkıyor: “Türkiye`de HKEMBL`na bağlı, diğer ülkelerde ise tanınmış Muntazam Büyük Localara bağlı Masonlar tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan sanal platformdur. Haricilere açık forumu bulunmakla birlikte site tarafından tanınmış Kardeşlerimize Özel bölümlerde bulunmaktadır.”

Her taşın altından çıkıyorlar

Masonlar 367 tartışmalarında ulusalcılardan yana taraf olmuş, başörtü düzenlemesine de karşı çıkmışlardı. Ergenekon soruşturmasına da tepki gösteren masonların 28 Şubat post-modern darbesi ile bağlantısı ortaya çıkmıştı. Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu 28 Şubat'ın 'Gizli' aktörü Masonları 16 yıl sonra deşifre etmişti. Komisyona gelen belgeler arasında Fransa Yüce Konseyi'nin Türkiye Büyük Mason Locası Üstadı Necip Arıduru'ya gönderdiği 9 maddelik talimatları içeren mektubu da yer aldı. Refah-Yol Hükümeti'nin icraatlarından duyulan rahatsızlığın anlatıldığı 14 Şubat 1997 tarihli mektupta, 'yeni ve ılımlı bir hükümet kurulması'nın 'elzem' olduğu belirtildi.

Gladio’nun beyin takımı

İtalya'da 10 yıl süren Gladio Terör Örgütü (GTÖ) ve P2 Mason Locası soruşturması, Gladio’nun beyin takımını Masonların oluşturduğunu ortaya çıkarmıştı. Türkiye’de gerçekleştirilen Ergenekon operasyonu ise çok sayıda tutuklu bulunan sanıklar ile Masonik yapılar arasındaki bağlantıları deşifre etmişti. Masonların yaptığı toplantıya ETÖ sanıklarının katıldığı iddianame ile belgelenmiş, Ergenekon'un masonik yapılanmaları kendisine örnek aldığı açıkça ortaya çıkmıştı.

MASON SİTELERİNİN GEZİ PARKI’NA BAKIŞI:

http://masonlar.org/hur/

http://masonlar.org/hur/biraz-da-sanat-duysana-menderes/

http://masonlar.org/hur/biraz-da-sanat-gezi-parki-taksimi/



Duysana Menderes!

“Bundan yaklaşık elli yıl önce köylü diye tanınan ancak zekası ve kültürüyle “diğerleri”nden ayrılan biri başbakan oldu. Siyasetin sanatını yapıyordu dersem hiç de abartmış sayılmam. İnsanları yerinden zıplatıyordu, hem yandaşlarını hem karşıtlarını! Onu dinleyen hiç kimse yerinde sakin bir şekilde duramıyordu. Ya taraf oluyordu ya bertaraf!.. Öyle sarhoş oldu ki; yargıyı karşısına aldı. Savcıyı karşısına aldı. Hakimi karşısına aldı. Bastı bağırdı ve “Kara cüppeliler!” diye sıfatlama yaptı hukuk adamları için!.. Bağırıyordu, çağırıyordu, tehdit ediyordu, ahkam kesiyordu! Çünkü çok parlak bir başbakanlık dönemi yaşıyordu. O güne dek görülmemiş bir şaşa-a ile coşku ile büyük bir şöhret yaşıyordu…”

http://www.milatgazetesi.com/masonlar-devrede/43835#.UbZaivn0F3S