48. Analiz: Yeni Türkiye'nin Mimarları; İmam-Hatipliler -09.01.2008-


12 Eylül Darbesinden önce "dini hassâsiyetleri yüksek" insanların dilinde "Elinde silah olan bir İmam-Hatipli gösteremezsiniz!" cümlesi vardı; övgü içeren, onur pâyesi yoğunlaştırılmış hâlde hak edene yöneltilen ve mağrur bir edâ ile söylenen bu cümle, bugün Türkiye'nin yönetim kademelerinin hemen her aşamasında ve "devlet mekanizması"nın kılcal damarlarında çalışan, "hak-adalet ve yüksek hizmet duygusu ve Allah korkusu" ölçeğiyle gecesini gündüzüne katan "görev aşklı" bir karınca topluluğuna işâret ediyordu.

İmam-hatipliler'in uzun yıllar boyunca Devlet mekanizmasından uzakta tutulmaya çalışıldığı bir dönemi hep beraber gördük. Onlar, her şeye rağmen, alın terleriyle geldikleri "yerler" de sessizce işlerini yapmaya devam ediyorlardı. Yaşadıkları psikolojik ve sosyolojik travmaları aşmaya çalıştıklarını da kimseye anlatmadılar/anlatamadılar. Bir kısmı ayağının ve ruhunun kaydığını hissettiği halde kendisinden ve toplumundan vazgeçmedi. Sorgulamaya devam ettiler. En sağlıklı olanı seçmeye özen gösterdiler. Elbette kusursuz değillerdi; elbette canları çok yandı; elbette denge sorunu yaşadılar. İkinci sınıf vatandaş muamelesi görmelerine rağmen sessizce döktükleri gözyaşlarıyla beslendiler; bu ülkeyi sevmeye devam ettiler.

Onlar ne terörist/militan solcular gibi saldırgan ve tahripkâr oldular ne de sağcılar kadar tek terkip. Kendileri dahil herkesin dünya ve ahiret saadetleri için çırpındılar. Ödülleri, solcular ve sağcılar için konan "kapitalizm sarhoşluğu" değildi. Bencilce beklentiler için dönmediler/döndürülmediler (ruhsal sorunlar yaşayan bazıları müstesnâ). Karanlıklarda menfaat temini adına kumpaslar kurmadılar/çeteler oluşturmadılar. Kimseyi öldürmediler. Hiç bir dış güce maşalık yapmadılar; hiçbir "karacübbeli"ye köle olmadılar. Efendileri tanrı edinmediler.

Onlar her şeyden önce "imam"dı. Derin sohbetlerde istihza ile bahsedilen mesleğin erbâbıydı onlar; belki de bu yüzden bir türlü cemaat olamadılar.

Şüphesiz onlar da insandı ve zaafları vardı. Herkesin yaşadığı aşkları yaşadılar;ama kendilerini "bir kişi daha kazan" ağdalı hedefine mahkum ederek. Ayakta durmayı öğrenmeden başkalarını ayağa kaldırmayı denediler. Çoğu yalınayak kaldı,aşkın dikenli topraklarında. Ama yıkılmadılar.

Halkın ceplerine uzanmış ellerin hepsi,açıkça onları buyur etti hizmete. Soyulan her insan gibi onlar da kendilerini soyanlara baktılar; halkın yoksulluğundan beslenip siyaset yapanların kendi midelerinden beslendiklerini gördüler. Öğretmeni, doktoru, avukatı, polisi, kaymakamı, valisi, vekili, bakanı oldular halkının. Vatanın her köşesinde "gittiler".  Herkesin "toplum elden gitti" dediği yerde onlar kimseye kulak asmadılar,didinip durdular. Gazeteci, düşünür, bilim adamı oldular. Kimseyi bölmediler; "sizin en hayırlınız insanlara en faydalı olanınızdır" ölçüsüne riâyet ettiler.

Onları her biri şimdi bulundukları yerde hâla ülkelerini ve insanlarını düşünüyorlar. Damarlarında akan "ruh", onları ölene dek terk etmeyecek. Ve o ruh kendi kökünden -kesilmiş olsa da- beslenmeye devam edecek,hem de yepyeni dallarla hayata uzanarak... Onlar kendilerini yakmadıkları halde kendi küllerinden doğuyorlar.

Seçkin Deniz