Devran döndü; Avrupa Ülkeleri birer birer içe kapanıyor, kendi iç sorunlarıyla boğuşuyorlar.Bu bir varsayım ya da hâle, istikbâle yönelik bir dilek/temennî değildir; bir realitedir.
Herhangi bir ülkeyi büyük yapan davranış modları, o ülkenin bölgesel ve küresel güç/etki paradigmalarını oluşturması, yönetmesi veya oluşturulan güçler almaşığının önemli bir erk'i olması koşullarına bağlıdır. Aksi hâlde salt diplomatik nedenler veya iç siyasî etkenlerle oluşturulmuş söylemlerde kullanılan "yüksek tabakadan muhalif sesler çıkarmak" fiili o ülkeyi büyük yapmaya yetmez. Aynı zamanda bölgesel ve küresel olgu ve olayların tümünde fikir beyanında bulunmak da, bu anlamda, etkileyici bir kişilik sergiliyor olmak demek değildir.
Avrupa Ülkeleri, iki kez dünya savaşı çıkaracak kadar ihtiras sahibi olmalarına rağmen yirmi birinci yüzyılın bölgesel ve küresel sorunlarıyla neden yakından ilgilenmiyorlar? ABD'ye ilişik yaşayan İngiltere, hâlâ ABD'ye ikinci dünya savaşının diyetini mi ödüyor? İtalya, İspanya ABD'nin politik manevralarında kendisine kalan "artıklardan" menfaatlenmek amacıyla mı destek vermekteler? Sahiden Avrupa'ya neler oldu?
Avrupa ve ABD'nin politik kuramcıları, ekonomik ve siyaset araştırmacıları, gazetecileri Avrupa ile ilgili gerçekleri neden analiz etmiyorlar? Dünya'nın ilgisini yönelttiği ya da yöneltmediği her olgusu/olayıyla yakından ilgilenen, belgeseller çeken, panoramik analizler yapan, konferanslar düzenleyen "delifişek" atılımcılar nerdeler? Oysa diledikleri zaman diledikleri konularda kolaylıkla konferanslar düzenleyebiliyorlar; Türkiye ve Ermeniler, Terör ve Dünya, Nükleer Tehlike Ozon Tabakası'nın geleceği, Su, Küresel ısınma vs gibi. Ancak; alengirli konular onlara uzak. En son Amerika'nın servis yaptığı Annapolis toplantısı dışında, dişe dokunur herhangi bir toplantı, konferans yok. İslam düşmanlığını azaltıcı amaçlarla bezenmiş konferansları da özür beyanından kabul etmek gerekirse, gerçekten Avrupa Ülkelerinin bölgesel ve küresel pasifliğini içeren çok önemli konferanslar/araştırmalar yapılmalı değil miydi?
Avrupa Ülkeleri bireysel baz da kendilerini neden sorgulamıyorlar? Onlara göre herhangi bir sorgulama zaaf ilanı demek midir?
Gerçekler apaçık oysa; Dünya ticaret dengeleri Avrupa aleyhine değişiyor. Fransa,Almanya,İngiltere,İtalya ve diğer Avrupa ülkeleri teknoloji ihracatçısı olmaktan uzaklaşıyorlar(Silah ve otomotiv satışlarından kaynaklanan ihracat da onlar için yeterli değil-Fransa'nın dünya silah pazarındaki payı yüzde 8'den yüzde 6'ya düştü-) . Kuzey Avrupa ülkelerinin ben merkezci ihracatı da Avrupa için bir kazanç değil. İngiltere, Fransa ve Almanya'da işsizliğin artması(%1o),sosyal güvenlik kurumlarının çökme tehlikesiyle karşıkarşıya gelmesi, büyümenin yavaşlaması(binde 6), pazar daralması, üretim düşüklüğü ve ekonomik küçülme, teknoloji imalatçısı şirketlerin küresel sermayedarlara satılışı, büyük sermaye sahibi Avrupalı şirketlerin dış yatırımlara yönelmesi, siyasî istikrarsızlıklar, değişen sosyal yapılar, Avrupalı olmayan ırklardaki nüfus artışı, ırkçı ve militarist söyleme sahip siyasetçilerin hızla artması Avrupa Ülkelerinin hızla içe kapandığının kanıtlarıdır.
Almanya, İtalya gibi büyük ülkeler yıllardır koalisyonlarla yönetiliyor. Fransa yarı başkanlık sistemi, İngiltere ise derin egemen devlet deneyimi ve yüksek kültür birikimine sahip oy verenleri sayesinde parçalanmış yönetsel yapı görüntüsü vermiyor. Ama yoksullaşma Avrupa ülkelerinin tümünde hızla devam ediyor. Yoksullaşma arttıkça iç sorunlar artarak çeşitleniyor ve insanlar daha sık sorguluyorlar. Genişlemenin getirdiği ağır yük de ,eski zenginliğin paylaşılmasında Avrupalıların çekinik kalmasına neden oluyor. Polonya'nın ve diğer eski demir perde bloku ülkelerinin soğuk karşılanmasının tek sebebi de yoksullaşmanın artmasıdır.
Avrupa, Yahudileri kaybettiğinden (İsrail'in kuruluşu 1948) beri hırsını kaybediyor, azalan o hırsa hizmet edecek yenilikleri üretemiyor, kışkırtıcı unsurları diri tutamıyor, bölgesel ve küresel çıkarlarını koruyamıyor. Avrupalı siyaset kuramcıları aslında her şeyin farkında. Haçlı seferleri döneminde Vatikan'ın üstlendiği vizyoner /lokomotif rol, Fransız ihtilâlinden sonra Yahudilere geçmişti. Vatikan yeniden eski rolünü oynamaya hazırlanıyor(Fransa Devlet Başkanı Papa'dan San Giovanni in Leterano Bazilikası Onursal İkamet Belgesini de aldı. Eski İngiltere Başbakanı Katolik olduğunu ilan etti.Papa istanbul'a ortodokslarla barışmak için geldi. Henüz Dünya basınına düşmemiş gizli işbirlikleri devam ediyor).
Acaba ninesi yahudi olan, kadın düşkünü Sarkozy mi yeni fikir babası Avrupa'nın?
Vatikan'ın, Ortodoksları ve Protestanları da kapsayan kucaklayıcı yaklaşımı Avrupa'yı içe kapanmaktan kurtaramayacak. Sarkozy'nin "tilki mahreçli" ayak oyunları da. Haçlı seferleri döneminde Avrupa ne kadar zenginleştiyse yine o kadar zenginleşebilecek. Maalesef(!) Avrupa, sömürgelerinin ikâmetgâhı olacak.
Son dönemde, özellikle yirmi birinci yüzyıla girdiğimiz andan bu yana, Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği çerçevesi dışında herhangi bir küresel vakâyı algılayamıyor ve tepki oluşturamıyorlar. 11 Eylül gibi küresel ölçekte sonuçlar doğuran bir olayı anlayamadılar ve tamamen ABD'nin oluşturduğu konsepte uygun tutumlar sergilediler. Ülkelerin terör karşıtı veya terör yanlısı olmakla suçlanabildiği dayatmacı o yapay gruplanma döneminde bile soğukkanlı duruş sergileyen bir Avrupa ülkesine rastlanmadı. Fransa'nın Chirac'ın kişisel kaprislerinden kaynaklanan muhalefeti dışında, reel bir politik çıkış görülmedi. Oysa Avrupa,11 Eylül saldırısının esas organizatörlerini biliyordu ve söz konusu tedbir ve yasakların ABD 'nin hegemonyasına hizmet edeceğinin farkındaydı. ABD hegemonyası da Avrupa Birliği'nin oluşum gerekçelerine ters bir durumdu.
Ne yazık ki Avrupa ülkeleri, özellikle Fransa ve Almanya, 11 Eylül sonrasında Afganistan'ın ve Irak'ın işgâlini "kişiliksiz" bir politik kompozisyonla karşıladı. Bu özgüvensiz kompozisyonun temel sebepleri, bütünlüğünü sağlayamamış bir Avrupa Birliği gerçeğine dayandırılabilir. Ancak bu, Avrupa Ülkeleri adına gerçekçi bir açıklama olmaya yetmez. Nihayetinde İran, Lübnan, Suriye, Kuzey Kore, Somali, Rusya ve Kosova ile ilgili karar/politika aşamalarının hiçbirinde Avrupa Ülkelerinden güçlü bir ses duyulmadı. Yine Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım müzâkereleri başlamış olmasına rağmen,tatmin edici ve tutarlı bir politika üretemedi Avrupa Ülkeleri;sürekli zikzak çizdiler. Güvenilirliklerini azalttılar. Ki; Türkiye'nin katılımı, Avrupa için hem bölgesel hem de küresel anlamda hayatî derecede önemliydi. İngiltere'nin, İspanya'nın ve İtalya'nın ABD'nin çıkarlarıyla örtüşen çizgide Türkiye’ye destek vermesi de "kişilik" göstergesi olmaktan ziyâde bir "zaaf"tı.
Ya yoksa Avrupa Ülkelerini güçlü yapan unsurlar, yani Yahudiler, Avrupa'dan ellerini mi çektiler? Dünya'da diledikleri konularda tertipler yapan, makale siparişleri veren, belgeseller çeken, dünya savaşlarının altyapılarını hazırlayan organizatörlerin çoğu Yahudi değil miydi? Gerçekten Yahudiler "fikir babalığı/ebeliği" kisvelerini alıp giderek Avrupa'yı terk mi ettiler? Avrupa bu yüzden mi bu kadar beceriksiz ve kişiliksiz politikalar üretiyor? Birinci dünya savaşından sonra Osmanlı yıkıldı ve Filistin toprakları Yahudiler tarafından satın alınmaya başlandı, ikinci dünya savaşı sonrasında ise İsrail kuruldu.
Sonra nedense duruldu Avrupa; vizyon sahibi siyasetçi üretemedi. İki dünya Savaşı'nın cendereli atmosferlerinde doğan bir kaç lider de son vizyoner politikalarını ürettiler; 1951'de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu (AKÇT) kurabildiler. Sonrasın da ise bu vizyon aynı çizgide gelişerek devam etti. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu (AKÇT) kuran Paris Antlaşması (1951), Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu'nu (Euratom) kuran Roma Antlaşmaları (1957), Avrupa Tek Senedi (1986) ve Maastricht Avrupa Birliği Antlaşması (1992). Sonrası yok. Gerçekten Yahudiler Avrupa'yı terk ettiler. Onların ABD'nin sırtına binmiş olmaları Avrupa'ya çok şey kaybettirmiş görünüyor.
Seçkin Deniz