47. Analiz: Amerika Birleşik Devletleri'nde Panik -05.01.2008-


Amerikan orijinli filmlerin, özellikle kurgusal filmlerin izleyenleri nasıl etkilediğini analiz etmek sinema eleştirmenlerinin, yapımcılarının, yönetmenlerinin işi olabilir, ama bu işin en önemli tarafının da sonuç kısmında-bireylerin izlediklerinden etkilenmesi- olduğunu ve bunun psikologları, sosyologları, din adamlarını ve siyasetçileri ilgilendirdiğini unutmamak gerekir. Sinema her iki grup için çok önemli bir araçtır. Sinemayla ilgilenen herkesin "hedef almaşığı" farklı olsa da her şey dışarıdan ilgisiz görünen noktalardan birbirine bağlı olabilir.

Hollywood, Amerikan stratejistleri tarafından özellikle ikinci dünya savaşı başlangıcından sonra Amerika'nın küresel "ağa"lığının en önemli ön zemin oluşturucusu olarak kullanıldı. Amerikan filmleri dünya'nın geri kalmış ülkelerinde yine Amerikan sermâyesiyle kurulan sinemalarda izlettirildi. Dönemsel olarak hangi ülke'de ne gibi sosyolojik/siyâsî duygu değişimleri yaşanması gerekiyorsa, özellikle tesbit edilen ülkede ve çevre ülkelerde izlettirilmek üzere uygun filmler tasarlandı, kurgulandı ve son derece yüksek mâliyetle ve son teknolojiyle çekildi . İnsanlar o filmleri izlediler ve filmi izlettirenlerin istediği her şeyi düşündüler; düşünmekle kalmadılar, düşündüklerini duyguya ve eyleme dönüştürdüler.(Rambo ve Rocky serileri, SSCB ile sınırdaşlık yapan ve sosyalizme sempati besleyen ezik ülkelerde sık sık izlettirildi. Amerikan sempatizanı insanlar oluşturuldu)

Sinema, yıllarca Amerika'yı olduğundan daha güçlü gösterdi;hâla gösteriyor. Bugün dünya'nın her yerinde Amerikalılar, olağanüstü güçlere ve akla gelen her türlü teknolojiye sahip insanlar olarak algılanıyorlarsa, bunu sağlayan unsurlar konferanslar, kitaplar, dergiler, bilimsel yenilikler, Amerikan yardımları, savaşları veya jean , cola, araba markaları değildi; bilhassa sinema idi. Yıllarca Filistinli gerillalara haksız yere terörist diyen ve onları öldüren film kahramanlarını, filmleri izlerken "taraf" olarak "tutan" Müslümanlar, daha sonra filmlerde acımasızca öldürülen tüm Irak'lıları terörist, CIA ajanlarını da kahraman olarak görmeye başladılar(Söz edilen kurgular sonrasında da ne Filistinlilerin haklı davasına inanan kaldı, ne de Irak'ın işgâlini haksız olduğunu bildikleri hâlde haksız bulan. Hatta Türkiye'de muhafazakâr olduğunu söyleyen bir kanal, Chuck Norris'in bir Iraklıya "O inandığın Allah'ın gelip seni kurtarsın, hadi!" diye bağırdığı filmi bile yayınlamıştı.). Bu korkunç duygu değişimini sağlayan tek şey sinema idi. Bunu da artık herkes biliyor.

Amerika, sadece Filistin ve Iraklıların imajlarıyla oynamadı; Dünya'nın her yerinde kimi kötü göstermek istediyse önce "artist"lerini görevlendirdi.Yönetmenleri, yapımcıları, eleştirmenleri "emir-komuta" zinciri ile çalıştırdı.İnsanları,ülkeleri etkiledi.Sırf siyasi hedeflere değil, ticârî ve dinî hedeflere de hizmet etti sinema.

Amerikan sinema yapımcıları kuşkusuz iç piyâsayı da etkileyecek, yönlendirecek yüzlerce sinema ve televizyon filmi yaptılar. Dünya'yı uyuttukları gibi kendi insanlarını da uyuttular. Agresif ve bencil yetmiş iki buçuk milletten insana uysal Amerikalılık bilinci aşıladılar(Son zamanlarda bu bilinç eridi, başkan adayları ısrarla bu bilinci güçlendireceklerini vurguluyorlar). Kore, Vietnam, Kamboçya, Irak kahraman olma meraklısı on binlerce masum Amerikalı çocuğa mezar oldu. Ama her savaş sonrasında "birlik beraberlik masalları " anlatan kahramanlık filmleri çekildi. Geride sadece, bağırsalar bile, sesleri duyulmayan/duyurulmayan acı dolu ebeveynler kaldı.

Amerikan sineması gerçekte en büyük kötülüğü Amerikalılara yaptı. Ortalama bir Amerikan kültürüne sahip olan herkes, hemen her konuda kolayca "panik" havasına girmekte. Çevre felaketleri,nükleer savaş,iç çatışma,uzay savaşları,terör tehditleri,hava,kara ve deniz kanallı yolculuklar, uyuşturucu, küresel mafya, Müslümanlar, Çinliler, Japonlar ve kendilerine düşman dünya'nın geri kalan insanları(son zamanlarda Türkler) Amerikalılar'ın altyapısı filmlerce hazırlanmış "panik" havasına girmelerine yetiyor. Özellikle kontrol dışı bazı sinema sanatçılarının yapıp yönettikleri ve oynadıkları Yahudi karşıtı filmlerin (Çile vb) beslediği, "Matrix" , "Da Vinci Şifresi", "Kızıl Nehirler" gibi filmlerin yaydığı "küresel efendiler" korkusu (Amerikalı olmalarına rağmen) Amerikalıları daha kötümser yapmakta.

Amerika Birleşik Devletleri halkıyla, siyasetçisiyle, bürokratıyla, iş adamıyla tarihinin en büyük paniğini yaşıyor (Amerikalı ekonomistler, ABD'nin son hâlini Osmanlı'nın son hâline benzetiyorlar).

Amerikalılar, Dünya'nın en sevilmeyen insanları olduklarını biliyorlar. Ayrıca artan enflasyon, azalan gelir, günden güne büyüyen işsizlik, ahlâkî deformasyonun ulaştığı nokta, aile kavramının saygınlığını yitirmesi, Kiliselerin ve papazların, rahiplerin, kardinallerin güvenilirliğinin azalması(tacizci Papazların aylar süren mahkeme davaları, kiliselerin itiraf ve kabulle mağdurlarla anlaşma yolunu tercih etmesi vs) onları gelecek adına aşırı derecede kaygılandırıyor. Kendi istihbarat ve iç güvenlik kurumlarının izledikleri filmlerde yaptıklarının gerçeklerle birebir örtüştüğünü düşünüyorlar. Kaygılarında haklı olduklarını biliyorlar ve yapacakları tek şeyin kendilerini temsil edenleri/yönetenleri değiştirmek olduğunun da farkındalar.

Nihâyetinde hâlihâzırdaki dünya insanlarının (oransal olarak) en özgür ve en bencilce düşünebilenleri yine Amerikalılar. Amerikalı siyasetçiler, bürokratlar ve işadamları kendi halklarının güçlerini iyi biliyorlar. Onlar da bu sebeple iktidarlarının sona ereceğini ve hesap vereceklerini bildikleri için panikteler. Amerikan basını da inandırıcılığını kaybetmiş durumda. İnternet haberciliği daha güvenilir ve inandırıcı bulunuyor.

Amerika klasik "Wasp (Beyaz, Aglosakson, Protestan)" yöneticilerini değiştirmeye çalışıyor. Bir aksilik olmazsa Kenya asıllı siyahî babaannesiyle gurur duyup, beyaz anneannesini ve beyaz kız kardeşini gözlerden ırak tutan siyahî aday Barack Hussein Obama başkan seçilecek. Bu belki de gerçek bir panik yaşayan Amerika'nın aklı başında ilk hamlesi olacaktır. Ancak Amerika'da en son/en az başkanların söz hakkı olduğunu çocuklar bile biliyor.

Felâketlerin farkında olan diğer Amerikalı unsur da Kızılderililer; Siular, yüz elli yıl önce Beyaz Şef'le yaptıkları anlaşmaları tek taraflı olarak feshettiklerini ilan ettiler. Topraklarının ellerinden alınacağından korkuyorlar ve tapularını istiyorlar. Yunanistan'ın bağımsızlık istediği Osmanlı'nın son dönemindeki gelişmelere çok benzeyen iki gelişme; Ekonomik çöküntü ve bölünme olasılığı Amerika'nın sonunu hazırlayacak gibi duruyor. Dolayısıyla Amerikalıların en büyük korkularının eyalet devletlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleri. Toplam pastadan pay alan herkes payını yitireceğinden kaygılandığı için de ayrıca panikte... Zira; Amerikan topraklarının tamamı eşdeğer oranda(tarım ve sanayii) verimli değil, eyaletlerin bir kısmı geri kalan eyaletleri besliyor. Besleyenler de uzun süredir bundan şikayet eder durumda. Panik, bir dalgaya dönüşürse ilk ses eyalet valilerinden duyulacaktır. Onlar da kendi eyaletlerinin haklarından(müstakbel devlet başkanı adayı olduklarından) daha sık bahsedeceklerdir.

Amerika Birleşik Devletlerindeki panik,11 Eylülden beri sürüyor. Başlatan yine Amerikalılardı; ama sonrasını öngöremediler. Kendi ülkelerinde oluşan paniğin boyutlarını hesaplayamadılar ve kontrol edemediler. İlginçtir; Amerikalıları paniğe sürükleyen sebeplerden biri yine bir sinema filmiydi. Türk sinemasının dünyaya armağan ettiği, Amerikan Genelkurmay Başkanı'nın ve Nato Avrupa Komutanı Amerikalı General'in "savunma refleksiyle"yorumladığı film:"Kurtlar Vadisi Irak".

Uluslararası arena da Amerikalıların siyasî nezaketi ve diplomatik dili elden bırakıp, alenen dünyayı küçümsemeleri ve bilhassa bazı ülkeleri tehdit etmeleri(Pakistan, İran, Kore, Arabistan, Suriye, Çin) de yaşadıkları paniğin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Türkiye Amerika'nın Irakta yaşadığı diğer panik adımı olan "Vietnam Sendromu" dolayısıyla terörle mücadele konusunda istediğini almayı başardı. İran aynı panik etkisiyle saldırı riskinden kurtuldu. Körfez ülkeleri, panikli koruyucularının zayıfladığını fark ettikleri için ezeli düşmanları İran'la Körfez Ülkeleri İşbirliği(KİK) konferansı düzenlediler.

Amerika Birleşik Devletlerinde panik sürecek. Zira "eden bulur" ve her milletin bir ömrü vardır.

Seçkin Deniz


30.05.2013' tarihli  başlık  Amerikalılar Krizde Kaybettiklerini Henüz Geri Alamadı/ Amerikanın Sesi

ABD Merkez Bankası (FED), Amerikalıların ekonomik durgunluğun en ağır olduğu dönem olan 2008-2009 yıllarında kaybettikleri malvarlıklarının yarısından fazlasını geriye aldıkları sonucuna vardı.
Bankanın verilerine göre Amerikan haneleri geçen yıl sonu itibariyle kümülatif olarak 66 trilyon dolar net varlık edindi. Ancak bu rakam, 2007’de krizin başlamasından birkaç ay önceki varlıkların yalnızca %45’i düzeyinde.Merkez Bankası açıkladığı bu rakamdan, ekonomik zararın büyük ölçüde telafi edildiği sonucunu varılmaması gerektiğine de işaret etti.Yaklaşık bir aydır borsalarda görülen istikrarlı yükseliş nedeniyle bazı çevrelerde, Amerikalıların krizde kaybettiği malvarlıklarını yeniden geri kazandıkları yorumları yapılmıştı. Ancak Merkez Bankası’nın son raporu borsadaki kazanımlardan zengin ailelerin faydalandığını ortaya koyuyor.

FED raporunda, genç nüfusun, daha az eğitimli olanların ve siyahlarla Latin Amerikalılar’ın, krizden en fazla zarar gören kesim olduğunu da gözler önüne seriyor. Bu kesimin ağır borç yükü ve yeniden iş bulmada yaşadığı zorluklar nedeniyle de ekonominin beklenenin altında büyüdüğüne de dikkat çekiliyor.

Amerika’da işsizlik %7,5’ düştü. Ancak bu hala yüksek bir oran. Ülke ekonomisi de 2013 yılının ilk üç ayında %2,4 oranında büyüdü. Beklenti %2,5’di.

http://www.amerikaninsesi.com/content/amerikalilar-krizde-kaybettiklerini-henus-geri-alamadi/1671776.html?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter