Türkiye'nin Amerika ile ilişkilerinde bir denklik mücadelesi arayışı içinde olduğunu söylemek giderek daha da kolaylaşıyor. Üstelik bu arayış yaşanan taze gelişmeler dikkate alınarak değerlendirildiğinde Türkiye'nin Mart 2003'ten önce başlayan "derin ve çok boyutlu diploması savaşında" ciddi sayılabilecek kadar yol aldığını gösteriyor. Bunun en açık kanıtı, TBMM kararlarının ve tercihlerinin dünya borsalarını ve petrol piyasalarını açıkça ve inkar edilemez bir güçle sarsabilmesidir. Bu fark Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin in açıklamaları ve çalışmaları (Engellenemez güçte atom bombası imal ettiklerini açıklaması, ABD'ye karşı Çin, İran ve Hindistan İle oluşturmaya çalıştığı Anti ABD blokuyla ilgili çalışmalar, Hazar Bölgesi'ndeki derin ve gizli çatışmalar) bugüne kadar gösterdiği etkinin aynı gücüne ulaşamamış olmasıyla daha da belirgin bir şekilde algılanabilir.
Aynı farkı Dünya'nın belirli bölgelerinde süre giden çatışmalar için etkin faktör olmaya çalışan AB, Japonya ve diğer ülkeler için de tesbit edebiliriz. Kaldı ki; batmakta olan ekonomisi ile ve dağılan siyasi yapısı ile ilgili riskler de artık alınıp satıldığı için, Amerika'nın aynı kategoride değerlendirilebilecek açıklamaları da etkisiz kalmaktadır. Şu aşamada bu güce sahip tek ülke Türkiye gibi görünmektedir. İran,etki gücünü petrol üreticisi olduğu için kısmî olarak muhafaza etmektedir.
Türkiye'nin Amerika ile girdiği derin stratejik savaş, Amerika'nın "kovboy kızgınlığı" ile hatalı bir adım atmasına neden oldu; Kuzey Irak'ta bulunan görevli Türk Askerleri’nin konuşlandığı mekâna baskın yaptılar ve askerlerin başına çuval geçirdiler. Binlerce yılın kahramanlık onurunu taşıyan bir millet, inanılmaz derecede ve ahmakça tahrik edildi. Türkiye'nin denklik mücadelesinin temeli o dönemde atıldı ve tüm siyasi teşekküller ile özel ve resmi kurumlar bu zeminde hem fikir oldular. Alt rütbedeki generaller farklı ittifaklardan söz etmeye başladılar.
Türkiye'nin, 1990’daki Irak Savaşı ile uğradığı büyük ekonomik ve siyasî kayıpları, 2003 savaşıyla yeniden yaşamamak için, dişe diş, göze göz, kıran kırana gösterdiği diplomatik çabaların Amerika yönetimi tarafından "at pazarlığı olarak" nitelenmesiyle başlayan ve dünya devletleri, bilhassa Müslüman devletler gözünde "bir milyar dolarla" satın alınan bir ülke-zavallı bir ülke" imajı oluşturmalarıyla devam eden stratejik hatalar zinciri, nihayetinde 1 Mart Tezkeresi'nin kabul edilmemesiyle ilk somut karşılığını aldı.
1 Mart Tezkeresi bir milat olarak kabul edildiğinde, bağımsızlık ve denklik yolunda atılmış adımlar daha da anlam kazanmaktadır. Tezkerenin kabul edilmemesi, nefeslerini tutmuş TBMM'yi izleyen bir buçuk milyar Müslüman insanın rahat nefes almasını ve giderek artan bir hızla Türkiye'ye destek vermesini sağladı (İKÖ Genel Sekreterliğine bir Türk seçildi, Kıbrıs konusunda destekleyici beyanlar yapıldı, bazı adımlar atıldı). İhracatın Mart 2003 ten sonra hızla artmasının sebeplerinden biri de buydu.
11 Eylül oyunuyla başlayan Arap Petrodolarlarının ABD ve AB ülkelerinde bloke edilmesi süreci, Müslümanların sınır geçişlerinde yaşadıkları zorluklar ve Amerika'ya başkaldıran Müslüman/lider ülke statüsü, Türkiye'nin sıcak para ihtiyacını hızla gidermeye yol açtı. Bir Amerikalı ekonomi yazarı, "Neredeyse çıldıracağım,Türkiye'ye akan sıcak paranın kaynağı ne?" diyordu.
Amerika'nın Türkiye ekonomisini çökertmek için uyguladığı "eski stratejiler" de işe yaramadı. Stratejistlerin ve neo-conların hatalar zincirine dönüşen yanlışları Amerika'ya büyük zayiatlar vermeye devam ediyordu. Kaçan Petrodolarlar, büyük kan kaybeden Amerikan ekonomisi için Çin ve Japonya'nın önemini arttırdı. Müflis durumdaki ekonomi sadece Japonya ve Çin tarafından finanse edilebilir hâle geldi.
Türkiye'nin Amerika'yı dışta bırakarak geliştirdiği ikili ilişkiler, Türkiye'nin AB perspektifini de önemsememesini gerektirdi. Türkiye, güçlü bir Türkiye'nin Dünya’nın alışılagelmiş dengelerini değiştireceğini fark etmişti. AB sürecinde büyütülen Kıbrıs ve Yunanistan pürüzlerinden artık yüksek sesle bahsedilmez olmuştu ve AB üst düzey yöneticileri Türkiye'nin gücünden kaynaklanan çıkışlarını anlamaya çalışmaya başlamışlardı. AB ülkeleri yıllardır himâye ederek destekledikleri terör örgütünü illegal ilan ediyor ve çalışmalarını kısıtlıyordu, tutuklamalar başlıyordu. Türkiye'ye açıkça destek verdiğini beyan ederek Türkiye'nin AB sürecini dışarıdan kilitlemeye çalışan Amerika, tüm öngörülerinde yanıldı; bu da onu gittikçe agresifleşen bir "kovboy" gibi, soğukkanlılığını yitirmiş bir kimliğe sürüklüyordu.
Türkiye derin ve çok boyutlu diplomatik çalışmalarının meyvesini komşularıyla ilişkilerini (dolayısıyla ticaretini) düzelterek aldı. Amerika'ya karşıt olarak geliştirdiği "Suriye ile yakın siyasi diyalog" , "İran'la enerji alanında çok kapsamlı işbirliği" ve "Hamas'a destek" Türkiye'nin denklik mücadelesinde açıkça görülen adımlar oldu. Amerika hangi ülkeyi tehdit ettiyse, Türkiye o ülkeyle ilişkilerini geliştirdi. Hatta devrilmeden önce Saddam yönetimi ile "bir milyar dolar"ı aşan ticaret anlaşması yaptı. Yakın olsaydı Kuzey Kore ile de siyasi ve ticari ilişkilerini geliştirebilirdi, belki. Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile Rusya devlet başkanı Putin’in sarmaş dolaş görüntüleri yansıdı dünyaya. Çin ile AB ülkelerinin bile başaramadığı dış ticaret açığının Türkiye lehine değiştirilmesi çalışmaları yapıldı. Çin'e Türkiye'den ithalat yapması şartı koşuldu.
Amerika, Türkiye'nin "denklik" arayışlarının farkındaydı. Elindeki Kuzey Irak Kartı'nı kullanmaya devam etti. Türkiye'nin yumuşak karnı olan terörü besledi. Türkiye'nin istikrarsızlaştırılması için bir çok eylem planladı; strateji geliştirdi ve uyguladı. Amerika'nın bütün çalışmalarının boşa çıkmasını -ayakta kalarak ve halkın oyuna başvurup güçlenerek-sağlayan Türkiye Amerika’ya karşı varlığını denkliğe taşımaya devam etti.
Amerika başarısızlığı ortadan kaldırmak ve Türkiye’ye geri adım attırmak için kendi stratejistlerini tek tek tasfiye etti; yerine yenilerini getirdi. Ancak yenilerde Türkiye'de çalışmış büyükelçilerin uyarılarını dikkate almadılar. Türkiye, BOP ve benzeri Amerikan Projelerine bağıra çağıra destek verir görünse de alttan alta BOP' un oluşmasını engelleyecek bölgesel ilişkiler geliştirdi. Kendi manevra alanını, özellikle "Müslüman ülkeleri ve Osmanlı Tabanı"nı dikkate alarak genişletti.
Türkiye'nin önlenemez çıkışı, Amerikan yönetiminin elinde sürekli olarak tuttuğu ve her yıl taviz koparmak için kullanmaktan utanmadığı Ermeni Tasarısı ile baltalanmaya çalışıldı. Amerika elindeki son kozu da temsilciler meclisi dış ilişkiler komitesinden tasarıyı geçirterek kullandı. Bu Türkiye'nin Amerika ile denklik mücadelesi için inanılmaz bir sıçrama fırsatı oldu. Terör olayları ve ermeni tasarısı siyasi ilişkileri alenen gerdi ve Türkiye tarihinde ilk kez Amerika'dan elçisini çekti. Bu ancak denk iki ülke arasında yaşanabilecek bir gelişmeydi. Ve Türkiye bu tavrıyla Amerika'ya kendisiyle denk olduğunu ilan etti. Hükümetin Kuzey Irak'a asker göndermek üzere yetki alınması için gönderdiği tezkere TBMM de oylanmaktayken Başkan Bush soğukkanlılığını yitirdi ve Dünya'yı III. Dünya Savaşı'nın çıkması olasılığıyla tehdit etti. Ona bunu ne Rusya ne İran ne de diğer başka bir ülke söyletebilmişti. Denk güçler savaşabilirdi. Zira; güçlü olanın sadece işgal etme olarak gördüğü müdahale, savaş değildir. Zaten bu yüzden işgal ettikleri ülkelerdeki direnişçilere terörist demektedirler.
Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesinin en son nedeni terördür. Asıl neden Türkiye'nin kendi Egemenlik alanlarını ülke sınırları dışına taşıması meselesidir. Bu da ancak ABD ye denk olan bir gücün hedefi olabilir. Türkiye Kuzey Irak’a girerek teröre karşı kesin bir zafer/başarı elde edecek değildir; burada asıl olan Amerika’ya rağmen adım atabilme kararlılığının TBMM’de beş yüz kusur oyla tescil edilmesidir.
Seçkin Deniz