34. Analiz: Yeni Anayasa'nın Hazırlanışına Dair Karamsar Düşünceler -22.09.2007-

Ülkelerin anayasalarından söz edilir. Yasaların tümü için üst sınırları belirleyen genel bir tanımlar ve kıstaslar ölçeğidir, anayasa. Eski tür monarşilerde veya baskıcı yeni tür yönetimlerde anayasalar yoktur veya sadece egemen güçlerin dilediği tanımlar ve sınırlar, yönetilen unsurlar için seçilir-uygulanır türdendir. Gerçekte asıl sorun eski-yeni sistemlerin tümünde yönetilenler için anayasanın taşıdığı anlamdır. Ama buna dikkat eden olmaz.

Anayasaların realize edilmiş tüm yönlerine bakıldığında bu yönlerin yönetilenler için çok şey ifade etmediği; bilâkis anayasal sorunların onların umurunda bile olmadığı görülür. Bu sebeple anayasaların hazırlanışı, yapısı, tanımları ve içeriği yöneten, yönetmeye müdahale eden unsurlar için anlamlıdır. Anayasalar hazırlanırken de çatışan tarafların asıl derdi "güç"tür. Anayasaların içeriği değil, kim tarafından hazırlandığı önemlidir.


Türkiye, alıntı ve devşirme tüm özellikleri gibi anayasalarını da aynı şekilde hazırlamış ve yönetilenlere dayatılan bir yapıda uygulamaya koymuştur. 1876 ile başlayan süreçlerin hepsi, batılı anlamda "nesnel  açılı tartışmalar" olmadan belirli  zümreler tarafından tamamlanmıştır.

Kuşkusuz toplumların genlerine işlenen davranışların veya alışkanlıkların değişmesi çok zordur. Yönetmeyi amaç edinmiş "itaatseverler" ile yönetilmeyi "güdülmek ve gerektiğinde dürtülmek" sanmış yönetilenlerin konumları bilgi altyapısı yükselen bir toplum içinde sabit kalmayacaktır. Türkiye 'de de bu konumların sabit kalmadığı görülmektedir. Ancak olumlu anlamda değişen ve gelişen Türkiye, mevcut düzenekleri beğenmeyen çoğunluğa sahip olmasına rağmen dayatılmış anayasaları değiştirmeye hala cesaret edebilecek bir düzeye ulaşabilmiş değildir. Çünkü; yasalar ve anayasalarla ilgili aydınlanmış fert sayısı yeterince fazla değildir. Sosyolojik miras hala etkisini sürdürmekte ve bilgisi artmış olan çoğunluk "hak ve değerler" konumlanmasında esas yerini almaktan kaçınarak eski "güdülmek ve dürtülmek" karakterine dair argümanları değiştirememiş; kendi lehine yapılacak çalışmaları da anlayabilecek ve bu sürece müdahale edebilecek olgunluğa erişememiştir. Hâlâ "Devlet Korkusu" yüzlerce yılın tozlu katılığıyla derin bir şekilde varlığını muhafaza etmektedir.

Eski güç merkezlerinin yeni anayasa ile ilgili düşüncelerinin hiçbiri yönetilenlerin lehine oluşmaz. Değişen dinamiklerin oluşturduğu kimliklerin,açık,net ve güçlü bir "hak arama" refleksine dönüşmeyen minik kıpırtılarla fazla bir şey elde edeceğini ummak da mümkün değildir. Egemen derinliklerin "ürkütücü varlığı" onları her an geri adım atmaya hazır halde tutmaktadır. Bu sebeple Türkiye "nesnel ve özgürlükçü" bir anayasa yapabilme becerisine sahip değildir ve olması da yakın on yıllarda mümkün görünmemektedir.

Türkiye'de yeni anayasa ile ilgili çalışmaların esas anlamda bireyi önemseyeceği sadece bir "hayal"dir. Seçilmişlere ayrılan yönetim erklerinin içinde anayasa yapmak gibi esaslı bir mesele yoktur. Buna açık kanıt olarak, taslak anayasa hakkında fikir yürütenlerin sadece ve yalnızca anayasayı değiştirmeyi düşünen seçilmişler ve o seçilmişleri seçen bazı sivil toplum kuruluşları olmaları gösterilebilir. Eleştiri de bir katkı olarak alındığına göre, mevcut anayasayı değiştirmeyi engellemeyi hedefleyenlerin tümü, eleştiri bile yapmamakta; aksine taslak çalışmalarının kesilmesini açıkça ve üstelik komiteler oluşturarak istemekte, topluma bu komiteler aracılığıyla bu isteklerini beyan etmekte ve değişimden vazgeçilmesini sağlamak adına "gerginlikler" üretmektedirler.

Türkiye'de hiçbir zaman üretilen gerginlikler bireyler için olumlu sonuçlar doğuran süreçlere katkı sağlamamıştır. Kaybedenler  sürekli yönetilen unsurlar; "sürekli gâlip" olanlar ise "eski "köhne" yönetici taraf olmuştur. Maalesef hâl budur.

Seçkin DENİZ