33. Analiz: Halk Kızınca Taşlar Yerine Oturur -09.09.2007 -

Türkiye'de nihayet iki yüzyıllık "macera" sona eriyor. Osmanlı'nın zayıfladığı, kendi unsurlarının İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya eliyle bağımsızlığa ulaşmaya başladığı yıllardan bu yana iki yüzyıldan fazla zaman geçti. Osmanlı medreseleri ile siyasi ve askeri bürokrasiye egemen olan "dış güçler",Osmanlı idârî sistemini çöküşe yönlendirerek bölünmeleri hızlandırdılar. İngilizlerin,Fransızların, Almanların ve Rusların desteklediği "kukla" lar Devlet-î Âliye'yi bunalımlara sürüklemekten ve Padişâhları kendilerine itaat eder hâle getirmekten vazgeçmedikleri için de imparatorluk batmaya başladı.

Osmanlı'yı yıkılışa götüren esas sebeplerle cumhuriyet kurulduğundan beri Türkiye'nin gelişme ve ilerleme adına hak ettiği ivmeye ulaşmasını engelleyen unsurlar tamamen aynıydı. Tanzimat Fermanı'na zorlanan Osmanlı İngiltere'nin beslediği, Fransa'nın doğumuna hizmet ettiği "jöntürkler"in ve onları izleyen yapı içindeki "okumuş zevât"ın genç askerler ve öğrenciler üzerinde kurduğu sistematik çarkın işleyişine mâni olamadı. Edebiyat'ın o temiz sinesine yüklenen sinsi düşüncelerin tümü, bilhassa mektepli genç askerlerin Osmanlı'yı "yeniden ayağa kaldırmak" gibi saf bir düşünceyle sömürülmesini sağladı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup olmayı vatanperverlik olarak algılayan "yeni osmanlılar" monarşi'nin yıkılmasından ziyâde "beceriksiz ve hâin olarak" görülen bürokrasi ile vüzerâ takımının def'ine, II:Abdülhamid'in halline karar kıldılar. Cemiyet fertlerinin askeri kökenli üyelerinin hiçbirinin esas gâyesi Devlet-î Âliye'yi yıkmak değildi. Aksine İttihâd-ı Osmanî fikriyle hareket ediyorlardı. Aydın geçinen batı hayranı zevât'ın edebiyat ve medrese dünyasına soktuğu çelişkiler, mektepli askerler ile alaylı askerler arasındaki farklılıkların ayyuka çıkması ve nihayetinde hemen her "eylem" sınıfının siyasete ve sosyal olayların tümüne müdahil olma hakkını kendilerinde bulmasıyla taşlar tamamen yerinden oynadı.

Sözkonusu iki yüzyıllık sürecin hiçbir yerinde halkın fikirleri alınmadı. Ne yazık ki; savaşlarla yetişkin erkek nüfusu neredeyse sıfıra inmiş olan halkın birilerine anlatacak fikri de yoktu.Halkın eğitimsiz kişiler eliyle yanlış yönlendirilmesi ve devletin binlerce yıldır süregelen "Devlet Baba" vasfının halk tarafından "güvenilir bir kurummuş gibi" algılanmaya devam edilmesi,gerektiği zaman canını vermekten çekinmeyen bir halkın fikir üretmesine engel olmuştu. II. Abdulhamid'in eğitime verdiği önem yeteri kadar yaygınlaşamamıştı. Nihayetinde II. Abdulhamid'in açtığı okullarda yetişen nesiller, onu tahttan indirdiler. Herşey sayılabilir çoklukta üye sayısına sahip bir cemiyetin "mahalle'de ev basma" basitliğiyle gerçekleştirdiği bir darbeyle bitti. Taşlar darmadağınık oldular.

Bir devleti devlet yapan kurumların tümü mahvolmuştu. İttihat ve Terakki Cemiyeti' nin asker üyeleri ülkeyi yönetmeye çalıştılar. Bir kaç sivil unsurun gücü bile cemiyetin askerî yapısını değiştiremiyordu. Devletin işleyişinden habersiz bir sürü asker devleti yönetmeye kalktı. Taşların tümünü yeniden toparlamaya çalıştılar; askerî yöntemlerle yeni sistemler kurdular. Meşrutiyet'in seçim esasına dayalı yapısını bile "mızıkçı çocuklar" gibi keyiflerince değiştirdiler. Hayali seçimlerle dilediklerini mebus yaptılar. Askeri hiyerarşi, medresenin akademik yapısı, adalet mekanizması tamamen keyfi uygulamalarla yeniden düzenlenmeye çalışıldı. Eyaletlerin yönetimi neredeyse müstakil beyliklere dönüştürüldü. Kendi ekiplerinden insanları valiliklere atadılar ve monarşiden daha çok diktatöryel bir sistem kurdular. Cemiyet kaynaklı bu değişimdeki en büyük zaaf güç sahibi herkesin kendisini bulunduğu mevkii de kral ilan etmesiydi. Ancak idari koordinasyon üçlü bir heyetle sürdü. Bu da çöküşü hızlandırdı. Taşların hiçbiri yerinde durmadı. Mustafa Kemal'in "asker siyaset yapmamalı" teklifi reddedildi. Olagelen her şeyin içinde olmayan tek unsur "halk"tı.

Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal'di. O da bir askerdi. Cumhuriyet'i kurarken yetişkin olan olmayan erkeklerinin tümünü ve ayakta durabilen yaşlı erkekleri ile kadınlarının çoğunu savaş meydanlarına gönderen halka "kendisinden öncekiler gibi" birşey sormadı. Halkı için en iyi olanı kendisi biliyordu. Canını fedâ etmekten çekinmeyen halkın sorulsa bile vereceği cevapları yoktu. Zira halk "Devlet Babası" nın öleceğine inanmıyordu. Devlet baba ölmedi ,ama babalık özellikleri değişti. Atatürk cumhuriyet ve hilâfetle ilgili düşüncelerini uygulamaya koymadan genel kurmay başkanından askerden gelebilecek tepkileri öğreniyor ve ona göre tavır alıyordu.

Cumhuriyetin kurumları da asker eliyle kuruldu. Her şeyi bilen asker, halkı için en iyi olanı bildiği için belirlediği her şeyi hemen uyguluyor ve uygulamalara karşı çıkanları "hâin" diyerek asıyordu.Yüz kusur yıllık dağınık taşlar yeni bir düzenle durmaya başladılar bir yerlerde.Cumhuriyet yaşlandıkça halk taşların durduğu yeri beğenmemeye başladı. Kendisine verilen fırsatların hepsinde başkaldırdı; askerin istediğinin aksine oy kullandı; başka yerlerde kümelendi. Halka fikir sormaya korktu idare edenler. Halkın oylarını alayla karşıladılar. Halkın seçtiklerini astılar ve halk için yeni anayasalar belirlediler. Osmanlı'nın son dönemlerinde olduğu gibi, her şey yeniden karıştı; herkes siyaset yaptı. Sadece halk yoktu orta yerde; herkes vardı. Adalet mekanizması çöküktü eskiden olduğu gibi; üniversiteler bilimden uzaktı;devlet daireleri hısım ilişkileriyle doldurulan kaymak tabaka basamaklarıydı. Halk yine devletle ilişkisinde "esir"di. Yine cehâletle suçlanıyordu ve şehitlerinin babasız çocuklarını büyütmeye devam ediyordu. Çeyrek asır geçmişti cumhuriyetin kuruluşunda yapılan okullardan bu yana; ama okul sayısı hemen hemen aynıydı. Okuyan halk çocuklarının sayısı neredeyse hiç artmıyordu. İttihat ve terakki'nin cumhuriyette ayakta kalan fertleri ve onlardan türeyenler devletin/halkın paralarıyla Osmanlı'yı yıkan ülkelerde okuyorlardı. Ama halk cahillikle suçlanıyordu. Kan davalarını sürdüren cahiller gurubuydu halk; hukuk hiç yoktu. Hatta halkın bir kısmının konuşması yasaktı; annelerinin konuştuğunu anlamaları için soru sormaları bile yasaktı. Asker öyle istiyordu; askerden güç alan hakimler, savcılar, valiler,kaymakamlar,muhtarlar öyle istiyordu. Taşlar yerinde değillerdi. Dünyada hızla halkın refahı ve mutluluğu diye bir şeyler yayılıyordu,ama Türkiye'de bunu söyleyenler hâlâ hâin ilan ediliyor ve asılıyordu.

Halk devlet eliyle aldatıldı. Askerler halkın seçtiklerini hep kovdular, halka yeni kurallar dayattılar. Halkın kafası karıştı; kardeşler birbirlerine silah sıkmaya başladılar. Düşman mahalleler, aradan 30 yıl geçse bile düşman kalmaya devam ettiler. Ölülerini unutamadı hiç kimse; düşman kardeşler askerî cezaevlerinde yaşadıkları işkenceleri kitaplaştırdılar. Ötelerden sesler duyuldu: "bizim çocuklar, darbe yaptılar" diyordu birileri. Tıpkı iki yüzyıldan beri gelen diğer batılı sesler gibi. Onlar halkın çocukları değillerdi güyâ; Amerikalıların çocuklarıydı.

Halk taşların durduğu yerleri beğenmedi,kendi oylarıyla birilerini seçti;asker yeniden alaşağı etti onları.Türkiye kendi cumhurunu red edegelen seçkinlerin elinden kurtulmak için yeniden seçti birilerini;bu kez eli güçlüydü. İki yüzyıllık tecrübeye sahipti artık. Öldürülmüş ,işkence görmüş nesillerin çocukları ve torunları artık birer yetişkindiler.Okulların sayısı epeyce fazlaydı artık. Matbaalarda basılan kitap sayısı ile yeni iletişim araçları halka cahil diyenlerin ağzını kapatıyordu nihayet. Halk aldatılamıyordu.

Bir gece kenardan kıyıdan duyuldu homurtuları. Ama halk taşları esas yerinde istiyordu; asker,askerdi.Atatürk'ün dediği gibi siyaset yapmamalıydı. Asker eliyle dizginlenmiş üniversiteler, hukuk sistemi ve bürokrasi artık yaşlanmıştı;halk ise çok gençti. Yeni nesil yetimlerin ve öksüzlerin çocukları değildi artık. Herkes babasını biliyordu;"Devlet Baba"nın II. Abdulhamid'le öldüğünü çok iyi öğrenmişti. Kızdı ve seçimlerde bağırdı kükreyen bir sesle. Bu ses karşılığını askerden "Çok konuşursak, halk kızıyor" diyerek aldı. İki yüz yıllık taş kaymaları nihayet sona eriyordu bu sesin ilan ettiği gerçekle. Batılıların yine soktuğu çomağın üstünde yazdığı gibi "Laik Sistem" çökmüyordu, aksine aslına dönüyordu. Halk kendi yönetimini, kendi eliyle cumhuriyetin kurucusunun dediği yere getiriyordu;hakimiyeti kayıtsız şartsız kendi eline alıyordu.İttihat ve terakki'nin asker mensuplarının yatakhanelerinde yankılanan Özgürlük ve eşitlik sayhaları artık halkın dilindeydi

Seçkin Deniz