Dünya, özellikle batılı devletler doğal beslenme araçlarını geliştirmek üzere organik tarımı ve doğal koşullarda yapılacak hayvancılığı önceleyecek tedbirleri alırken, biz -her zamanki gibi- gerçeği "çok fazla geriden" fark ederek gelen bir ülke olmayı tercih etmekten vazgeçmiyoruz. Bu durum tarihsel çerçevede ve kurumsal anlamda iyi yönetilmemiş olduğumuzun kanıtlarından sadece bir tanesidir.
Herhangi bir yenilikle ilişkisi ürün satın almakla başlayan, taklit ürün elde etmekle devam eden ve sonra söz konusu ürün için"özgün" kurumlar inşâ ederek o ürünü dünyaya ihraç etmekle sona eren bir ülke olarak Türkiye, yeni ürünler için gerçekten emek sarfetmemektedir. Ar-ge çalışmaları yeterli olmaktan uzaktır.
Tarım alanlarında verimlilik analizleri, ürün yelpazesindeki planlama, ürün kalitesindeki düzey, teknoloji kullanımı, etkin sulama, tohum kalitesi, ilaçlama, tarım işçilerinin hak edişleri ve sosyal hakları, çiftçilerin desteklenmesi ulusal tarım politikasındaki temel araçlar iken, bu ülke insanlarının sağlıklı ürünler tüketme hakları da aynı politikanın "gerçekleşme" gerekçesidir.
80'li yılların sonunda tarımda genetik yapısı değiştirilmiş tohumlarla yüksek verim almayı hedefledi Türkiye. Mısır, buğday, pamuk vs gibi ürünlerde özellikle melez ve kısır tohumlarla yüksek verim elde edildi. Yasasız ve kontrolsüz bir ilerleme kaydedildi. Elde edilen genetik yapısı bozulmuş ürünlerin insan sağlığı açısından ne gibi riskler taşıdığı analiz edilmedi. Rastgele üretim ve sürekli ithalat mantığı, ülke için standart bir tarım politikası oluşturulmasına engel oldu. Bazı kurum ve kuruluşlar ile "etkili zevât" tarımdan rant elde etmeye devam ettiler.
Zirâi ilaçların kullanımı, yine Avrupalılar'ın -fark ettiği tehlikelerin etkisiyle sınırlama getirdiği- düzenlemeleri taklit edilerek kontrol edilmeye çalışıldı. Ne yazık ki; standart politika yoksunluğunun etkileri ancak günümüzde hızla artan kanser vakaları istatiklerinde net bir şekilde görülebildi. Hala genetik yapısı bozulmuş tohumlarla elde edilen ürünlerin, bu ürünleri tüketenleri nasıl etkilediğine dair yeterli analizler yapılmış değil. Avrupa organik tarım koşullanmasını kendi ülkelerinde vazgeçilmez zemin olarak zorunlu tutarken, bizler, aşırı hormonal etkiye maruz kalmış ve dozu standarda indirgenmemiş ilaçlarla elde edilen ürünleri tüketmeye devam ediyoruz.
Avrupa Birliği uyum sürecinde bu tarz yapılanmalar yüzeysel olarak algılanmakta ve ilgili diğer alanlarda gerekli düzenlemelerin yapılması ihmal edilmektedir. Tüketici aldatmalarına bağlı olarak geliştirilen, beslenmedeki yardımcı araçlar kategorisinde ele alınabilecek olan soğutucu, dondurucu ve koruyucu özellikteki diğer ürünler-buzdolabı vs- de oluşturulacak "sağlık öncelikli kriterler" gözardı edilmektedir. Yeni nesil buzdolablarında "mavi ışık" teknolojisi kullanılmaktadır (Kâşif olan Japonlar turuncu ışığı kullanıyorlar). Söz konusu ışık, sebze ve meyvelerin tazeliklerini korumaları adına onları aldatmaktadır.
Dalından koparılmış bir ürünün tazeliğini koruması imkansızdır. Buzdolabında onu besleyen dal, güneş ışığı ve atmosferdeki diğer gazlar yoktur. Buzdolabı "bayatlamayı ve bozulmayı" sadece geciktirmektedir; hatta bazı ürünlerde hızlandırmaktadır. Mavi ışık teknolojisi, bozulması engellenen ürünün farklı kimyasal tepkimelerle kontrolü mümkün olmayan riskler oluşturmasına zemin hazırlamaktadır. Yine Türkiye'de bu tür gelişmelerin kontrol edilmesini sağlayan bir yasal zorunluluk ölçeği yoktur.
Türkiye'de insanlar "genetik yapıları bozulmuş buğday, mısır,vs." tüketmeye devam etmekten kurtulamadıkları gibi artık "aldatılmış hıyarlar, domatesler,vs." yemeğe mahkumdurlar.
Seçkin DENİZ