Bilgi çağları, insanların algılama ve anlama seviyelerinde ve davranış kalıplarında olumlu değişimler meydana getirseler bile, gelenekselleşen/atalardan gelen bazı olguların değişmesi imkansız gibi görünüyor. İnsanların -dinde var olmayıp sonradan ihdas ettikleri- beşeri kurumların, tarihteki var oluşlarından beri süregelen alışkanlıklara dönüşmüş olması da bu meyanda tahlil edilebilir...
Halifelik, Papalık, Budizm'deki Rahiplik gibi kurumların sahip oldukları dini kisve, gerçekte dinle alakalı özelliklerden tamamen uzak sebeplerle varlaştırılmıştır. İslâmda Hilafet, başlangıçta müslümanları kontrol ve yönetme telaşından kaynaklanan bir siyasi otorite kaynağı ve gösterge iken, Hıristiyanlıkta bu, daha geniş ve daha kapsamlı ve daha açık bir siyasî kurum olarak ortaya çıkmıştır...
Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasıyla katoliklik ve ortodoksluğun farklılık kıstasları oluşturması tamamen siyasî nedenlerledir. Papalığın baskın katolik genlerinin daha geniş alanlara nüfuz etmesi hedefi de, dinsel kaygılardan uzaktır. Tarihsel süreç içerisinde, başlangıcından itibaren Papalar, dinî özellikleri bir yana, ahlaki özellikleri ile düşünürler tarafından sıklıkla eleştirilen davranışlar sergilemişlerdir. Roma merkezli idarelerin tamamı, paganizmin büyük etkisi altındaki Katolik Hıristiyanlığı birer siyasi misyon aracı olarak kullanmış; Papaları da bu amaca uygun olarak atamışlardır. Aynı zamanda bu atama, karşıgeçişli olmakta ve Papalar Roma'daki idarecileri de belirleme vizyonu sergilemekten kaçınmamışlardır. Batılı araştırmacılar, aynı gizli ve grift ilişkilerin halen sürdüğünü kanıtlamaya devam etmektedirler. Özellikle küresel siyasî ve ekonomik politikaların oluşmasında tüm küresel ölçekli kurumları yönlendirmeyi görev bilen siyasi fonksiyonlar sergileyen Papalar, haçlı seferlerinin kıyamete kadar sürecek olan sebeplerini ve gerçekçelerini oluşturmaya da devam etmişlerdir. Dünya'nın savunma zaafı yaşayan ülkelerine uzanan sömürü amaçlı misyonerlik faaliyetleri bu zeminde değerlendirilebilir.
Klasik eleştirel bakışla, bu siyasi yayılmacılığın hedefteki ülkelere herhangi bir rasyonel fayda sağlamadığı görülebilir; ancak Papalığın kontrol alanlarını genişlettiği ve diğer siyasî emellerin rahatlıkla gerçekleştiği tespiti yapılabilir. Bu durum -Papalığın kontolü altındaki ülkelerin tarihsel katoliklik genlerine sahip insanlarına aşırı bir refah sağladığı açıkça görülerek- yani, rasyonel olmayan katoliklik sisteminin taraftar bulmaya devam ediyor olması, basitçe maksimal fayda analiziyle açıklanabilir. Katolikler, kendi siyasî, ekonomik ve toplumsal sebepleriyle yoğrulu oldukları sürece, diğer insanları sömürebilmekten vazgeçmeyeceklerdir. Aksi halde; insanın tüm hareket noktalarını kuşatan ve onu baskı altına alan suçluluk duygusunu "günah çıkarma" saçmalığıyla kontrol eden geçici rahatlık hissine yapılan yatırımları, başka şekilde açıklamak mümkün değildir. Dünya için bilgiye olumlu katkılar yapan rasyonel Batı, sömürü ve sömürüye dayalı refah dışında başka hiçbir nedenle katolikliği benimsemeye devam edemez.
Protestanlığın ve Anglikanizmin, Katoliklikten ayrılışındaki temel sebepler de siyasî paylaşım gerçeklerini içerir. Muhakkak ki; dinî inanışlardan kaynaklanan farklılıklar vardır, ama bu ayrılık gerekçelerinin temeli değildir. Fatih Sultan Mehmed'in Ortodoks İstanbul Patrikliği'nin sürmesine izin vermesi de aynı siyasî sebeplere bağlıdır...
Papalık ve Patrikliğin analizi ile Hilafetin analizi arasında çok fazla fark olmamakla beraber, İslâm dinini temsil eden Halife'nin insanları sömürmekten daha farklı olarak hedefledikleri şey, İslamî tebliğ ve dine bağlı dünya mutluluğu idi ve tamamen siyasi nedenlerle sürmekteydi...
Hilafetin başlangıcı Dört Halife'den sonraya denk gelir. Dört Halife dönemindeki Hilafetin tek anlamı, seçilmiş idareci demek iken, emevilerle başlayan Kutsal Halife ve siyasi kurum olarak Hilafet, daha farklı sebeplerle varlaştırılmış saltanat ile yer değişmiştir...
Papalarda olduğu gibi, ahlaki sorunlar yaşayan Halifeler, düşünürler tarafından sık sık eleştirilmekteydi. Papaların ve Halifelerin ahlakî zaafları dolayısyla eleştirilmesi de ayırca Papalık ve Hilafet'in dini kurumlar olmadığını kanıtlar...
Gerçekte dinî lider tekamül etmiş insan olmak zorundadır. Oysa onların böyle kaygıları olmazdı ve olmayacaktı. Abbasîler, Fatimîler ve Memlukler'den sonra Osmanlılar'a geçen Halifelik kurumu, İslâm Dünyası'nı kontrol ve koordine etme amacından başka amacı olmayan bir kurum idi. Kaldı ki; Şeyhülislamlık Kurumu'nun varlığı da bunu kanıtlamaktadır.
Hilafet, Papalık gibiydi; dinsel sebeplere dayalı değildi. Osmanlı Sultanları'nın aynı zamanda Halife oluşu ve ahlakî zaafları dolayısıyla eleştirilmeleri de Papaların eleştirilmesiyle aynı kefede değerlendirilebilir...
Seçkin Deniz