İngiliz bilim adamı ve yazar Richard Dawkins’in “ateizmin başyapıtı” olarak kabul edildiği söylenen “The God Delusion-Tanrı Yanılgısı” adlı kitap ortalığı kasıp kavuruyormuş. Birleşik Devletlerde ve Avrupa da “best seller” olmuş. Birileri de bu kitap ile Türkiye’nin düşünce özgürlüğü ve laiklik özelliğinin test edileceğini savunuyor. Ayrıca kitabın dinî hassasiyetleri yüksek olan kesimlerce geçiştirildiği ve gündeme getirilmediği şikayeti de var. Kitabı henüz okumadım,ama kısmetse okuyacağım. Aşağıda aynı yazarın “The Selfish Gene-Gen Bencildir-“(Tübitak Yayınları, 1976) adlı kitabını okuduğumda kaleme aldığım bazı düşüncelerim var. Belki de fikir özgürlüğü ve laikliğin bu ülkede “mevcut” olduğunu, test edilmesine gerek kalmayacağını “düşündürtürüm” o birilerine.
...
"Rastlantılarla öğrenmemiz mümkünken neden o bize öğretmeye çalışıyordu ki?"
...
Bilimsel bir analiz-sentezin halk diline dönüşüne tanık oldunuz mu?. Olmadıysanız olun. Bilim adamlarının uğurlarına tüm enerjileriyle tüm zamanlarını harcadıkları işlerini ne kadar çok sevdiklerini görün ve onların o sizce muğlak ve anlamsız görünen bilimsel kavram ve terimlerini nasıl büyük uğraşlar vererek anlayabileceğiniz hale dönüştürdüklerini saygıyla izleyin. Kendi karmaşık çalışmalarını sizin anlayabileceğiniz seviyeye dönüştürürken en çok kullandıkları yöntem felsefenin başlangıçtaki sorularının oluşum aşamalarına tersine dönüş gibidir. Çevrenizde bulunabilme olasılığı yüksek olayları örneklerle ve beş yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi açıklarlar. Bu yönleriyle yaşlı bir bilge olmak onlara çok yakışır, ama evet ama diğer yönleriyle bu yaşlı bilgelerin aptal olmadıkları halde ne kadar aptalca davrandıklarını onlar analiz-sentezlerini size açıklarken izleyebilirsiniz. Kuşkusuz hepsi öyle değiller. Öyle olmayanlar, bilhassa ellerinden öpülecek olanlar bir aptal gibi davranmayanlardır.
...
Bir yaşlı bilge sevimliliğindeki bilim adamı neden aptalca davranır sizce? Veya biz ona bu saygısızca bakışı edinirken gerçekten saygısız mı oluruz?. Kesinlikle hayır, saygısızlık bizden değil, ondan kaynaklanır; o kendi bilimsel tutarlılığına aykırı davrandığı için böyle bakarız. Biz, onun bilimsel tutarlılığını ölçebilecek olanlardan değiliz muhakkak, ancak hepimiz aynı mantıksal bütünlüğe sahip olduğumuza göre mantıksal determinizm bize o bilim adamının neden tutarsız olduğunu açıklar. Biz de kuşkusuz inanırız.
...
Mesela hayatın köklerini anlatan bir bilim adamının size anlattıklarını dinleyin. Evrenin oluşumundan dünyanın oluşumuna kadar geçen süreyi kesinlik içermeyen ifadelerle anlatırlar; kabul edersiniz. Hayatın başlamasına dair çıkarımlarına da saygı duyarsınız. Önce bitkiler var olur, sonra hayvanlar. Karbondioksiti emen bitkiler oksijen üreterek atmosferde hayvanlar için yaşanabilecek ortam hazırlarlar. Hayvanlar da var olur. Bitki-enerji-hayvan dönüşümünü ve hücrenin yapısını dinlersiniz ondan büyülenerek. Muhteşem bir tablonun keşfedilen yönleri sizi hayran bırakır ve hücredeki organlara bakarken DNA meselesine bakarsınız şaşkınca hele bir de aminoasit zincirlerini okurken hayranlıktan neredeyse bayılacak gibi olursunuz.
...
Fakat birden o yaşlı bilge görüntülü bilim adamımız rastlantıdan bahseder. Rastlantı, der oluşum nedenlerinin hepsi için ve o kadar sık kullanır ki rastlantıyı, mideniz ayaklanmaya, kulaklarınız uğuldamaya başlar. Öfkeyle dolan bakışlarınızı o cümlelerdeki bozulmuş içtenlikten çekersiniz önce. Büyük bir şaşkınlıkla bilim adamına bakarsınız. O size izlettiği muhteşem tablonun minik ve kusursuz ayrıntılarının rastlantıyla oluştuğunu söylemektedir. Eğer o ayrıntılar rastlantıysa tablonun kendisi de rastlantıydı. Yani her şey, var olan her şey rastlantılarla oluşmuştu ve insan, kendisi bile kendisinin rastlantılar sonucu oluştuğunu söylüyordu. İşte bu mantıksal determinizme aykırıydı ve bilim adamı yalan söylüyor veya hedef saptırıyordu. Siz o vakit şaşkınlığınızla değişen duygularınıza bakar, öfkeyi görür ve o yaşlı bilge görünümlü adamın aptal olmadığı halde neden aptalca davrandığını sorarsınız kendinize. O bin bir emekle kendi analiz-sentezlerini bize anlatmaya çalışırken bizim onun anlatmaya çalıştıklarını rastlantısal olarak anlamadığımızı sormaz kendisine, anlamamız için bir sürü şey geveler, zorlar kendisini. Sırf evet sırf biz anlayalım diye yırtınır.
...
Siz hala şaşkınlıkla sorarsınız kendinize; "Rastlantılarla öğrenmemiz mümkünken neden o bize öğretmeye çalışıyordu ki?" veya "Neden herhangi biri bunu yapsın ki? Nasıl olsa raslantılarla olacak her şey".
Seçkin Deniz