55. Analiz: Prangalar Sökülürken -04.03.2008-


Türkiye'nin genel ve esas iki probleminden birincisi; kalitesiz meşhurlarının bolluğu ve bu meşhurların hak etmedikleri, ancak -bazen fevrî, bazen insiyâkî, bazen de farkında olarak- kullanmaktan çekinmedikleri gücüdür. İkincisi; meşhur olmayan, fakat verdikleri kararlar ve yaptıkları "öznel/subjektif tercihlerle" sebep oldukları olayların geometrik etkisine göre, meşhurlardan daha fazla derin etki bırakan kalitesiz kişilikler ve onların gizli gücüdür. Bu problemler almaşığı şu şekilde de görünür bir târif aralığına tesbit edilerek, iki büyük problem tek probleme indirgenebilir; "Türkiye'de herhangi bir kaydadeğer -nesnel/objektif ölçekli- emeğe isnâd edilmemiş kişilikler, asla olmamaları gereken yerlerdedirler."

Türkiye'deki bu esas problem dolayısıyla, olguları ve olayları algılama, yorumlama ve bu yorumları paylaşma sistematiği nitelikli bir yapıya bürünebilmiş değildir. Gelişmiş batılı ülkelerle aramızdaki en önemli fark da budur.(Son on yılda batılılar da bu hususta görülen büyük erozyon, gündemimiz dışındadır.) Türkiye'ye dışarıdan bakma fırsatı bulabilenlerin, gündem konularının hızla akıp gitmesini yadırgamaları da bu yüzdendir. Ne yazık ki; ülkemizde, önemli-önemsiz ayrımı yapılmadan her bir ayrıntı bile temel problem olarak ortaya konmakta; temel problemler birer ayrıntı gibi ölçülerek ayrıntılarla aynı süre ve kalitede işlenerek çözümsüz bırakılmaktadır.


Türkiye, en büyük probleminin yüklediği nasırlaşmış negatif etkiyle her şeyi ilginç bir "şeffâflık" konseptiyle değerlendiriyor. Normalde düşünen ve üreten kimliklerin bu şeffâflık anaforuna kapılmaları beklenmezken, ortaya çıkan ürünlerden, onların -bir kaç istisnâ dışında- eleştirilen bu genel tutum ve davranışlardan kendilerini uzakta tutamadıklarını -üzülerek- görüyoruz. (Hafızası olan bir birey veya devlet, hangi konularda şeffâf veya hangi konularda ketum olması gerektiğini çok kolay ayırdeder.) Hak ettikleri yerde duruyor olmaları, onların durdukları yerlerin farkında olmalarını da gerektiriyor. Hak etmedikleri yerde duranların, bulundukları yerlerin daha çok farkında olduklarını görünce, esas problemin ne olduğunu daha net bir şekilde fark edebiliyoruz.

Sürekli/çarçabuk değişen gündemi, Türkiye'nin ne jeolojik konumu, ne ekonomik durumu, ne siyâsî yapısı, ne dinî kompozisyonu, ne tarihî mirâsı, ne sosyolojik dokusu, ne de hukukî nosyonları gerekçe gösterilerek mâzeretli sayılamaz. Çünkü; O’nun devamsızlık gibi bir problemi var. Gündemi devamsız olan bir ülkenin hafızası olmaz. Kurumlarıyla istikrarlı olan bir ülkenin hafızası, yalnızca istihbârî bilgilerden de müteşekkil değildir. Bu hafıza herkesin durduğu yerdeki sorumluğunun içindedir. O sorumluluk kendisini taşıyabilecek olanları da orda görmek ister. Onurlu meslek erbâbı, mesleğinin hafızasına sahip olabilen ve bu hafızayı ülkesinin menfaatlerine uygun bir şekilde işleyen, değerlendiren ve fonksiyonel hâle getiren kişidir. Onurlu devlet de, her alanda hafızası olan bir devlettir.

Türkiye neden bu haldedir? Bağımsız düşünebilenlerin açıkça fark ettikleri ve bildikleri gibi, Türkiye'nin bu "acınılacak durumu" bir sürecin sonucudur. Bu süreç, öncesi Osmanlı dönemine dayanan, ancak Cumhuriyet'in kuruluşu sonrasında kontrolü "milli" ellerden kaçırılan bir süreçtir.

Cumhuriyet, devlet olma onurunu "kendi vasıfsız idarecileri eliyle" yitirmiş bulunan Osmanlı Devleti'nden "külliyen kopma" tercihidir. "Sırf bu sebeple" Osmanlı'dan kalma devlet adamları aşama aşama Cumhuriyet'in kurumlarından "terhis" edilmiştir. Cumhuriyet tercihini yapanların, yeni hedefi, fertleri ve kurumlarıyla batı standartlarında bir devlet sistemi kurmaktı. "Yeri'nin adamı" da biçilen hedefe uygun bir yaklaşımdı. Belirli tercihlerle bu yapılanma oluşturuldu. Buna karşılık tarih, Cumhuriyet'in hiçbir döneminde istenen düzeyde "Yeri'nin Adamı" kriterlerine uygun ideal bir yapılanmayı başardığını kaydedemedi. İlk Cumhurbaşkanı Atatürk'ün bu hususta ne kadar büyük sıkıntılar çektiği, sık sık değiştirdiği başbakanlar, bakanlar, vekiller ve bürokratlar listesinden ve diğer tarihî belgelerden anlaşılabilir. Cumhuriyet, Osmanlı'dan devraldığı olumsuzluklardan arınamadı. Tam aksine, 1930'lu yıllardan sonra Osmanlı'nın yıkılmasını sağlayan unsurlar Cumhuriyet'in tüm kontrol noktalarını ele geçirdiler. Ve bu unsurların oluşturduğu yapılanma, devlet sisteminin her alanında etkili oldu. Devlet'e adam yetiştiren üniversiteler ve diğer "okul formlu kurumlar" Cumhuriyet'in vizyoner yapısına aykırı kriterlerle yönetilir oldular. Osmanlı'dan bu yana süren "kişiliksizlik sıkıntısı" itinayla beslendi ve devlet sistemindeki daralma artan bir hızla sürdü. Gerçekte söz konusu yapılanmanın mimarlarının asıl hedefi de buydu. (Bu mimarların varlığını fark edenler uzun bir süre "komplo teorisyenleri" olarak suçlanıp etkisizleştirildiler; ama bu gün herkes gerçeğin farkında).

Üniversitelerin ve diğer kurumların batı standartlarından uzak bir tedrisat mantığıyla yetiştirdiği yeni insanlar, bilimsel/nesnel ölçülerden uzak, akraba/ahbap ilişkileri ile "yer edinmiş" bir halde cemaat ve aidiyet zincirleriye "algısal kısırdöngü"ye mahkum olarak devlet sisteminin tüm ana damarlarını(hukuk, eğitim, iktisat, askeriye, mülkiye) özel kurgularla donatıp gayr-î meşrû yollarla kontrol altına alarak devleti vatandaştan uzakta "tahkim" ettiler. Osmanlı'dan beri gazete ve dergilerin gücünün de farkında olan bu gayr-î meşrû yapılanma, hemen her alanda ürettiği az sayıda kişiyi iki ana gruba ayırarak sisteme hâkim oldu. Yazımıza konu olan gruplardan birincisi daima toplumun gözü önünde kalmayı başaran kalitesiz meşhurlar; ikincisi ise, hukuk, eğitim, iktisat, askeriye, mülkiye gibi alanlarda mevzilenen asıl güçlerdir. Halkın çoğunluğu arasından sıyrılıp yükselen ve bilhassa "güçlüler" tarafından seçilen az sayıda "truva atları" da kişiliksizdi. Onlar da aynı yapılanmaya dahil edilerek kullanıldılar.(İstisnâ kişilikler daima olmuşsa da onlar da etkisizdirler)

Bağımsız düşünebilme ahlâkına sahip olabilen halkın diğer unsurları ise, sürekli engellendiler; devlet sisteminden uzakta tutuldular. Bu gün yaşanan sıkıntıların kökeninde geçmişte yaşanan "devletten uzakta tutulma" nın yaşattığı travmalar vardır. Bu travmalar, ülke menfaatlerini her şeyin üstünde tutan kişilikli insanları, sistemin kurallarına uyarak sisteme tutunmak ya da sistemin kurallarını reddederek sistemin dışında kalmak arasında tercihe zorladılar. Her iki halde de o güzide insanlar öğütülmekten kurtulamadılar. Ancak; onların geride bıraktıkları/onlardan artakalanlar, sonradan gelenlerin "özel dersleri" oldular. Şu anda, olguları ve olayları algılama, yorumlama ve bu yorumları paylaşma becerisini geliştirmiş az sayıda insanın varlığı da bu özel derslerle mümkün olabilmiştir.

Türkiye'nin "geri" niteliklerle süslenmesinin sorumluları bugün, sahip oldukları güçleri sayesinde diledikleri şeyleri "şeffâflık" maskesiyle yerlerde süründürerek, bazen de "devlet sırrı" adı altında saklayarak devletin "onur" unu ayaklar altına almaktan çekinmemektedirler. Şiddeti artan tepkilerle de halkın seçtiği temsilcileri, dolayısıyla halkı ve devleti "küçük düşürmeye" devam etmekte, Anayasa'yı hiçe saydıklarını çekinmeden söyleyebilmektedirler. Onlar, kendilerini sınırlayacak ve yargılayacak olanları kendileri seçtikleri için bu kadar özgürdürler. Alışkın oldukları "müktesep iktidar",onları pervasız yapmakta, fevrî, insiyâkî ve ihtiyârî davranma kodlarını özgürce kullanmalarını sağlamaktadır. Kendilerini "seçkin" bulan onların, kendi ölçülerine uymayan herkesi -genelkurmay başkanları dahil- alenen yıprattıklarını sadece Türkiye değil bütün dünya izliyor. Bu döngü, ilelebet sürecek değil; şu anda ki pervâsız halleri, onların son demlerini yaşadığının da ilânıdır.

Türkiye, "seçkinler" in vurduğu prangaları birer birer sökerek değişiyor, serpiliyor, büyüyor. Daha önce işleyemediği yeraltı zenginliklerini işlemeye, nesillerini bilimsel kriterlerle yetiştirmeye, komşularıyla ilişkilerini dengelemeye çalışıyor; araştırma ve geliştirmeye aç insanları yönlendiriyor, finanse ediyor; vatandaşlarını tatmin ediyor, yitirdikleri "onurları" nı buldurup tamir ediyor, vatandaş merkezli kanunlar ihdas ediyor. Özetle;"Türkiye, kendi beşerî ve tabiî zenginliklerini keşfederek zenginleşiyor; kronikleşen en büyük problemini çözüyor."(İnsanlar "yerlerinin gerektirdiği vasıfları" taşıdıkları için seçilip görevlendiriliyorlar) Artık Türkiye de sır olacak olan ile şeffâf olacak olanlar "makul ve onurlu" bir karakterle ayırdedilir hâle geliyor. Muasır devletlerden daha öte, sahiden hedefleniyor.


Seçkin Deniz