41. Analiz: Eleştiri Ve Siyâsî İktidar -30.11.2007-


Eleştiri, bir katkıdır; onun olumlu ya da olumsuz olması katkı olması gerçeğini değiştirmez. Olumsuz,yıkıcı/dışlayıcı eleştirinin akla getirdiği hususların tümü karşı değerlendirme ve yeni yorumlarla usta ellerde olumlu bir eleştiri olarak dönüştürülebilir.

Akıllı bir düşmanın eleştirilerinin açıkça "olumsuz" olmaması ile niyetinin olumsuz olması arasında bu tarz bir katkıda bulunmamak ilişkisi vardır. Yine bu tür eleştirilerin de ters determinist yaklaşımlarla olumlu katkıya dönüştürülmesi mümkün olabilir. "Düşmanının övdüğüne dikkat et,yerdiğini yap" anlayışı ile "düşmanın seni övse de-övmese de,yerse de-yermese de onun sözlerini duy;inanma, ama sakladıklarını anlamaya gayret et, hamleler yap" anlayışı arasında çok büyük derinlik farklılıkları vardır. İlki sıradan ve kolayca yönlendirilebilen bir anlayıştır, ikincisi ise her türlü manevra ve niyeti "fayda"ya eviren, yönlendiren bir anlayıştır. Buna göre bilgi ve algı donanımı yüksek dostun acı hatırlatmalarına/uyarılarına eleştiri dense bile,cehâletle mücehhez bir dostun eleştirilerinin içeriği acı değil, zarar vericidir. Dostun niteliği bu hususta önemlidir. Söyledikleri de katkıda bulunmak amacını taşımak zorundadır. Zira; düşmanın eleştirilerinde bile katkı numuneleri aramak mümkünken cahil dostun eleştirilerinde katkı zerreleri bulmak neredeyse imkansızdır.

Yorum için ana malzemelerini yönlendirilmiş/kasıtlı iletişim kanallarından, dedikodu merkezlerinden tedârik edenlerin unuttukları en önemli husus, onlar iyi niyetli olsalar bile yapacakları yorumlar dolayısıyla verecekleri zararın boyutlarını hesaplayamamalarından doğan sorumluklarının büyüklüğüdür. (Elbette yönlendirilmemiş iletişim kanallarının varlığından bahsetmek safdillik olacaktır,ancak sezgilerin, zekâ'nın ve aklın insana verdiği güç,ayrıştırmayı ve doğruyu tesbit edebilmeyi kolaylaştıracaktır.)

İktidarları eleştirmek, iktidarların etki alanındaki herkes için en doğal haktır. Hatta çok uzak ülkelerin insanları bile eğer üretilen dış politika unsurlarından zarar görmüşlerse veya umdukları faydayı bulamamışlarsa eleştirme haklarına sahiptirler. Zira burada esas mesele bireylerin fayda beklentileridir; bireylerin niyeti ve beklentileri -niyetlerin ve beklentilerin içeriği veya türü ne olursa olsun- gerçekleşmediği takdirde etkilenenin eleştiri yapması doğaldır.

İktidarlar toplum tarafından eleştirilirler ve bu eleştiriler seçimli sistemlerde seçim dönemlerinde "oy/rey/tercih "olarak somut tepkilere dönüştür. Diğer sistemlerde ise eleştiriler uzun bir süreçte daha farklı ve şiddetli tepkiler halinde ortaya çıkabilir.

Bireylerin veya bireylerin farklı amaçlarla oluşturdukları gurupların, siyâsî iktidarlar üzerinde kurdukları baskılar analiz edildiğinde de temel eleştirel kıvrımların bireylerin veya ait oldukları gurupların hayat anlayışlarına hizmet eden teşekküller/haklar ve eylemler doğrultusunda oluştuğu görülür.

Türkiye, iktidarlar, beklentiler ve iktidarlara yöneltilen eleştiriler açısından çok renkli bir öz geçmişe sahiptir. Ne yazık ki; bu özgeçmiş bireyler ve guruplar açısından olumsuz gerçekleşmelerle doludur. Bireyleri ve toplumu farklı ideolojik kaygılarla dönüştürmeye çalışan azınlıkların önde tuttukları ve iktidar eliyle dayattıkları bireysel ve gurupsal beklentiler, ülkenin büyük çoğunluğunun değerlerini ve beklentilerini "çöpe" atmayı gerektirmiştir. Çoğunluk, "çöpe" atılan değerlerini ve bu değerlerle ilgili beklentilerini asla unutmamış ve her fırsatta açıkça ifade etmiştir. Ancak seçilen iktidarların çoğunluğun beklentilerine uygun politikalar üretmesi mümkün olamamıştır. Siyâseti egemenlik aracı olarak görenlerin, kendilerini seçenlerin seçme gerekçelerini sadece seçilme dönemlerinde önemsemeleri halkın siyâsî iktidarlara güvenini zedelemiş, dolaylı olarak da iktidarlar bireylerin ve gurupların beklentilerine kısa-orta-uzun vâdelerde cevap verecek politikalar üretmiş olsalar bile kendilerini anlatmakta âciz kalmışlardır (Menderes, Özal örneklerinde olduğu gibi).

Türkiye'deki "siyâsî iktidar" gerçeği, iktidârın farklı-legal yada illegal-erkler arasında paylaşıldığını göstermektedir. Halkın bu gerçeği farketmesi de çok uzun zaman almıştır. İktidâr'ın seçtikleri siyasetçilerin elinde olmadığını anlama ferasetine sahip olan halk, beklentilerini sınırlamayı öğrenmiş ve daha uzun vâdeli bir "derin hedef" belirlemiştir. Bireyleri,kişisel beklentilerinin gerçekleşmemesi isyana sürüklememektedir. Çünkü; nelerin gerçekleşmeyeceğini acı tecrübelerle öğrenmişlerdir. Ve beklentilerini daha güzel bir geleceğe (veya hayale) ötemeleye karar vermişlerdir. Bu sebeple geçim kaygılarıyla ve sefâletle süren bir "çalışma dönemi" sonrasında hakedilen "emeklilik" döneminde yaşadıkları/yaşayacakları sefâlete çâresiz boyun eğmelerini,uluslararası anlaşmalarda ve anayasada "sağlam"a alınan kişisel hak ve özgürlüklerinin ellerinden alınmasına tepkisiz kalmalarını açıklamak mümkün olmayacaktır.

Türkiye, her bireyin kolayca anlayabileceği politikaların sahnelendiği bir ülke değildir. Her birey iktidarları eleştirme hakkına sahip olduğu halde, bilgi sahibi olmadığı ancak sadece sonuçlarından haberdar olabildiği durumlar ve eylemler hakkında "haksız " eleştiriler yapma hakkına da sahip değildir.Şüphesiz "eleştiri hakkı" sınırlanamaz,ancak söz edildiği gibi cehaletle mücehhez bireylerin niyetleri ne olursa olsun yapacakları eleştiriler hadlerini aşabilir ve istemedikleri zararlar vermelerine neden olabilir. Eleştiri yapma hakkı,doğru bilgi sahibi olma, sezgilerini, zekasını ve aklını kullanabilme özellikleriyle beraberken anlam kazanabilir ve fayda sağlayabilir.

Türkiye'de siyâsî iktidar sahiplerinin "niyetleri" esastır. Karşılaşılan olumsuzlukların tümü haklı gerekçelere sahip olabilir; iktidarlar tarafından ötelenmiş birey beklentileri aşırı baskı oluşturmuş olabilir; ancak "idâre etme" bir sanattır. Ve hiçbir sanat kısa vâdelerde icrâ edilemez.

Seçkin DENİZ