9. Analiz: İnsanların Üremeleri Planlanabilir mi? -15.01.2005-

İnsan yaratıldığı ilk zamandan bu yana, kendi hayatını planlamayı sevmiştir... İlk planlama açlığın giderilmesi ile ilgili olsun ya da olmasın planlamadaki gerekliliklerin boyutları fark etmeyecektir... İnsan zihinsel işletim sisteminin iişleyişi ile doğrudan ilgili olan planlama gerçeğini hayatın her alanında yaşamayı tercih etmiştir; etmeye devam edecektir; bu karşı konulamaz bir realitedir... İnsanın varlık özelliklerinden en önemlisi budur...

İnsanın evrenle ilgili gelecek planlamaları, kendileriyle ilgili planlamalardan kaynaklanan endişelerden beslenir; ancak planlamanın doğası gereği öncelikle tespitler gerekmektedir... Tespitler yapabilmek için de içinde araştırma... Günümüze kadar gelen ve günümüzden sonra da devam edecek olan araştırmaların tek sebebi vardır; tespitler yapmak ve geleceği planlamak... Bu da olağan bir serüvendir...
İnsanların araştırma sistemleri kurmalarında -dikkate alınmadıkları için- fazla etkili olamayan gerçekler vardır ki; bunlardan en önemlileri evreni yaratan Allah'ın insan için belirlediği yapabilirlik sınırları ve yapabilirlik alanlarıdır... İnsan, araştırmalarını koordine ederken, kendi yetki alanları ve sınırlarına dair araştırmalar yapmaz.... Oysa ilahi bildiriler, bu sınırları kademeli kavranılabilirlik özellikleriyle haber vermiştir... Kıyamete kadar da bu durum sürecektir...

Bilimsel deyişle; evren tekrar büzüşüp kapanana dek, ilahi bildirilerin ilahi irade tarafından konulan sınırlarına ulaşılacaktır... Diğer konu, alanlardı... İnsan hayatıyla ilgili en önemli planlamaların yapıldığı alanlarda, araştırmacıların zorladığı en önemli alan, yeni hayatların, insan planlaması ve insan yönetimiyle var olması veya yok olmasıdır... İşte bu planlama gayreti, ilahi irade'nin sınır ve alanlarına müdahale demektir ve insan bu konuda asla başarılı olamayacaktır... Aynı değerlendirme mevcut hayatların "ömür" kısmı içinde geçerlidir...

İnsanlar, insanların üremeleri konusunda kendi yetki ve planlama alanlarının dışına çıkmayı tercih ettikleri için başarılı olamayacaklardır...Bu sabit realite ilahi bildirilerde apaçık mevcuttur... Sürdürülen araştırmaların temel hedefi, bu sebeple hayati değil, tamamen maddi çıkarlara dayalıdır... Ve araştırmacılar ile onları koordine edenlerin bu durumun farkında olduklarını reddedemeyiz...

Bugün, iyi eğitilmiş insanlar için, insanların üremesini planlamak garip bir gerçekdışılıkla olağan gibi görünmektedir... Bu korkunç bir yanılsamadır... Ve bu yanılsamanın küçük hayatlarda oluşturduğu travmalar, sosyolojik ve psikolojik birçok rahatsızlığa kaynaklık ederken, gerçekte araştırmacıların ve araştırmaları koordine edenlerin planlamalarına uygun kişisel ve toplumsal portreler oluşturmaktadır... İnsanlar, çocuklarının doğumlarını planlayabilecekleri sanısıyla kullanılmakta ve söz edilen planlamaya uygun ekonomik sistemlerin kurbanı olmaktadırlar...

Bir tek insanın doğumu, sonraki bir çok insanın hayatını etkileyeceğinden ,insanlar tarafından planlanamayacak kadar büyük bir vak'adır...Aynı şekilde bir tek insanın ölümünü ve ölüm zamanını da insanlar planlayamaz... Bilim adamları, uygun şartlar oluştuğunda, kelebek etkisinin varlığını kabul ederken, bir insanın doğumu ve ölümünün neleri etkileyebileceği gerçeğini gözardı ederlerse bilimsel etiğe aykırı davranırlar... Evren maksimal sistemlerle birlikte, minimal sistemleri de içerir ve hiç bir sistem diğer sistemden bağımsız değildir...

Bugün cinsel ilişkilerde oluşturulan sunî engellemelerin veya diğer bebek üretim modellerinin tamamının karşılaştığı en önemli sorun "döllenmenin gerçekleşme olasılığının çok düşük olduğu, dolayısıyla döllenmenin tamamen açıklanamayan tesadüfi bir yapıda olduğu ve gerçekleşme garantisinin asla olmadığı" bilimsel gerçeğidir... Bu tespitle insanın yapabilirlik alanları ve sınırları rahatlıkla görülebilir...

Yeterli gerekçelerle söylenebilir ki; insan öncelikle yapabilirlik sınırları ve alanlarıyla ilgili araştırmalar yapmadan, asla saf niyetli olduğunu iddia edemez ve araştırma enerjisini rasyonel kullanamaz...

Seçkin Deniz, 15.1.2005