"Cumhuriyetle idare edilen, demokratik ve laik bir hukuk devleti'nde Cumhurbaşkanı, anayasal kriterlere uygun bir şekilde seçilmelidir...Ve cumhurbaşkanı anayasa ile sınırlanan alanı mümkün olduğu kadar geniş tutmalıdır; anayasa dışı gizil ve sözel (yazılı olmayan) yasalar üretip insan hak ve özgürüklerini yeniden sınırlamamalı,dayatmacı bir faşizme sebep olmamalıdır.", şeklindeki bir gerektirmeler zinciri, önceki cumhurbaşkanları için bir çok eksiklikten söz etmektedir. Yeni Cumhurbaşkanı'ndan istenenler, önceki cumhurbaşkanlarının yap(a)madıklarını da içermekte gibidir...yani;her beklenti,kendisiyle ilgili gerçekleşmelerin mevcut olmadığını kanıtlamaktadır...
Tarihsel süreç içerisinde siyasî mekanizmaların siyaset dışı argümanlarla deforme edildiğini, siyâsetin, fayda/çıkar ilişkilerindeki subjektif yerini ve görevini tamamlamasından sonra rafa kaldırıldığını biliyoruz. Bu orta çağdan önceki medeniyetlerin tümünde olduğu gibi, orta çağda ve nihayetinde 21.yy da yaşanılan bir vakıâdır. Bununla birlikte objektif nitelikleri olan siyâsetin, siyâset dışı argümanların işleyişine kolaylıkla yol vermediğini de biliyoruz.
Roma generalleri ile Romalı elitler arasındaki iktidar mücadelesinde bu açıkça görülebilir. Ancak roma siyâsetinin objektif kriterlerle yapıldığını söylemek mümkün değilse de, elitlerin sık sık hatırlattığı yasalar, generalleri hukuk kriterlerine uygun davranmaya zorlamıştır. Burada temel ayıraç, sınırları daraltılmış siyâset ile siyâset dışı argümanlar arasındaki ilişkidir. Geçmiş zamanlarda olduğu gibi, fayda/çıkar ilişkileri baskınsa, siyâsetin insan temel hak ve özgürlükleri yararına çok etkisiz kaldığını, hükmetmekte kukla olurken daha fazla zarar verici olduğunu da söyleyebiliriz...
Bir Cumhurbaşkanı'nın siyâsî bir kurumsal kimlik olarak, siyâsetin algılanış şekillerinden hiçbiriyle ilgili olmayan ve anayasal çerçeveler dışında sulta prensiplerine uygun tavırlar geliştirmiş olması, kanun koyucu tarafından hiçbir şekilde vazedilmemiştir; kişisel kanaatler ve dayatmalarla ülke idâresinde proaktif rol oynaması, anayasal ilkelerin tamamen devredışı bırakıldığı anlamına gelir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı'nın görevini ve görevinin gereklerini kötüye kullanma suçu işlemiş olmasından da söz edilebilir. Daha da ileri gidilerek, ülke menfaatlerine aykırı tutumların, ülkedeki farklılıkların birer bölücü unsura dönüşmesindeki katkısından söz edilirse Cumhurbaşkanı'nın bu tavırlarıyla vatana ihanet suçunu işlediği de tartışılabilir...Cumhurbaşkanı, anayasa ile sınırlanmış olan haklar ve özgürlükler aralığını daralttığı zaman vatana ihanet etmiştir, diyebiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti, temel hak ve özgürlükler yararına demokratik bir özgeçmişe sahip değildir. Siyâsî mekanizmaların esas değeri, hükmedene yaptıkları hizmetin hükmeden lehine işlemesinden ibarettir. Cunhurbaşkanlığı kurumsal kimliği de aynı vahim çarkın işleyen bir dişlisi olmaktan kurtulamamıştır. Bu kimlik ülkedeki demokratik formlara olumlu katkılarda bulunmaktan daima uzak kalmıştır. Ki; yeni Cumhurbaşkanına yüklenen özellik ve beklentiler daha önce olmamışların varlığını bu şekilde kanıtlıyor. Aynı çerçevede değerlenebilecek diğer bir açı da," keyfi bir cumhurbaşkanlığı mekanizmasına alışkın olanların, anayasada belirlenen tanımlara uygun, kusursuz bir Cumhurbaşkanı " dayatması da büyük bir itiraf içermektedir...
Türkiye Cumhuriyeti ilk kez normal akış şemalarında bir Cumhurbaşkanı seçecek olduğuna, üstelik ilk kez sosyal katmanlardaki siyasî olgu ve olayların akış yönüyle aynı baz vektörlere sahip vekiller eliyle seçim yapılacağına göre, cumhuriyetin anayasadaki temel niteliklerine uygun ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu olacaktır. Bu zeminde fark edilmesi gereken en önemli şey, yeni Cumhurbaşkanı'nın kimliği değil, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk kez anayasal hükümlere uygun olarak yapılmasıdır. Buradaki uygunluk kriterleri görsel uygunluk değil, bizatihi reel değeri yüksek görsel ve eylemsel uygunluk kriterleridir. Bu seçim farkı, siyasi partiler arasında ince hesapların yapıldığı, kayda değer ittifakların oluşageldiği, görsel uyum egzersizlerinin hakim olduğu bir seçim değildir. Seçilecek olan Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, seçilme şekliyle de demokrasiye katkı sağlayacaktır...
Demokratik usullerle seçilmiş olan bir Cumhurbaşkanı'nın daha güçlü olacağı gerçeği, onun demokratik yapıları daha da geliştireceği kanaatini doğurmaktadır. Bu seçimde eleştiri getirilebilecek en önemli husus seçim sisteminin sonuca etkisi olacaktır; ancak bu durum daha önceki seçimlerin de aynı şekilde yapıldığı gerçeğiyle kategorize edildiğinde eleştirilerin değersiz kaldığı da görülecektir...
Seçkin Deniz