2. Analiz: Recep Tayyip Erdoğan -23.01.2003-

Kişilik analizlerinin en az yapıldığı alanlardan biri siyasettir. Ne yazık ki siyasetçiler için herhangi bir şekilde "kapsamlı kişilik analizleri" yapılamamıştır. Bu eksiklik, toplumları etkileme ve yönlendirme araçlarının tanınmasında da zorluklar oluşturmaktadır. Siyasi aktörlerin güçlerinden kaynaklanan psikolojik baskıları "kişi analizleri"nin yapılmasını engellemekte veya zorlaştırmaktadır. Sadece topluma yansıyan alışılmış şeyler, istenildiği-tasarlandığı kadar röportaj veya anı, biyografik araştırma vardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk Siyaset Hayatı' nın en önemli unsurlarından biridir. Günlük siyasi analizlerin dışında Osmanlı'ının uzun, karmaşık ve Genç Cumhuriyet'in kısa, keskin tarihinde bu tasvirde hiçbir siyasi kişi olmamıştır. O, ölçeklerin "seçkin" ya da "halktan biri" diye nitelemekte zorlandığı bir şahsiyettir. Ondan önce aynı doğrultuda siyaset yapan benzerleri, belirli bir sosyal katmanda seçkin profiline uymaktadırlar.

Recep Tayyip Erdoğan, seçkinci ölçeklere uygun tavırlar sergilememektedir. Halktan biri olamaması da onun bu çerçevede yeterlilikten daha fazla özellikler taşımasından kaynaklanmaktadır. Alışılmış sıradanlıkların dışındadır.

Recep Tayyip Erdoğan'ın toplumu etkilemesindeki en önemli etkenlerden biri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yaptığı çalışmaların tatmin edici ve yenilikçi olmasıdır. Erdoğan, Yerel Kamu Hizmetleri'nin modernleşmesinde ileri adımlar atılmasını sağlamıştır. İstanbul gibi bir megapol'un kronikleşen sorunlarını iyi bir koordinasyon ve hizmet anlayışıyla çözmeye başlaması, onun yöneticilik uygulamalarında güven verici olmasını sağlamıştır.

İstanbul'a, İstanbul'un alışkın olmadığı düzeyde hizmet sunması, onun halk ve seçkinler arasında olumlu bir intiba bırakmasını sağlamıştır.Recep Tayyip Erdoğan, klasik seçmen profili standartlarını değiştirmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan'ın, altyapısından yetiştiği siyasî faaliyet, Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerindeki "İslam" motifli devlet tartışmalarında taraf olma mücadelesini sürdüren bir zihniyetin devamıdır. Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turgut Özal, onun -kendi ifadesiyle- izlediği siyasi kişiliklerdir.

20 yüzyılın tamamında Dünya'daki siyasi değişimlerle birlikte ülke siyasetlerinde farklılaşmalar oluşmuştur. Örneğin; Sovyet Rusya'da yapılan sosyal planlama, Türkiye'de daha farklı şekillerde, ancak aynı hedefe uygun yöntemlerle yapılmıştır. İthal edilen ve yerel kültürü dışlayan bir kültür formu yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte başlayan şeriat taraftarlığı ve şeriat düşmanlığı, Demokrat Parti dönemine kadar hükümetlerin baskısıyla gündem dışına itilmiş, insanlar tek tip-tek zihniyet ile tek hedefe uygun hale getirilmeye çalışılmıştır.

Halkın değiştirmeyi kabul etmediği dini figürler Demokrat Parti İktidarı'nın ülkeyi yönetmesini sağlamıştır. On yıllık yıpratma politikalarından sonra Adnan Menderes tasfiye edilmiştir. Bir seçkin olan Adnan Menderes'ten sonra halkın süren din ilgisini, halktan biri olan Süleyman Demirel siyasi arenada sürdürmüştür.

Siyasi dalgalanmalardan sonra, Dünya'daki sol akımların güçlenmesi ve Türkiye'de oluşan "68 kuşağı" ve askeri uyarılar, Süleyman Demirel'in daha pasif bir kimliğe bürünmesine neden olmuştur. Sonuçta Süleyman Demirel de bir seçkin değildir.

Halkın din ilgisi Demirel tarafından yeterince tatmin edilemediğinden 60'lı yılların sonundan itibaren Necmettin Erbakan bu alanda tek başına bir siyasi otorite olmaya başlamıştır.

12 Eylül 1980 askeri darbesi'ne kadar, Dünya'daki sol ve sağ çatışmaları dolayısıyla Türkiye'de laik-antilaik çatışmaları yüksek düzeyde olmamıştır. Darbeden sonra okullarda "Din dersleri"nin zorunlu hale getirilmesi ve Devlet Başkanı Kenan Evren'in "Yeni İslam" tasviriyle ülkede laik-antilaik çatışmaları alevlenmiştir. Turgut Özal'ın siyasi bir kişilik olarak cuma namazlarına gitmesi, devlet katlarında yeni bir bakış açısı oluşturmuştur.

Yarı seçkin nitelikli Turgut Özal ile birlikte, Türkiye'deki eski sol düşünceli güçler ile statüko temsilcileri "İslam'ı ve onun için uğraş verenleri ortak hedef seçmişlerdir.

Sovyet Rusya'nın dağılmasıyla birlikte tabanını ve tavanını kaybeden tüm sol hareketler Atatürk ve laiklik perspektifine sarılmışlar ve bu konuları varlık gerçekleri saymışlardır. Amerika ve Batı'ının yeni dünya düzeni'ne uygun yeni stratejisinde 'yeni düşman' İslam olarak beyan edilirken bunun Türkiye 'deki yansıması laiklik düzleminde anlamlanmıştır.

Uzak ülkelerin çocukları 1990 yılından itibaren sistemli olarak Türkiye kamuoyunu etkilemeye çalışmışlar ve sonuçta 28 Şubat 1997 'de postmodern etiketli bir darbeyle laik-antilaik çatışması devletin zirvesinde somut olarak ortaya çıkmıştır.

Tarafların hiçbiri ülkeye ne yaptıklarının farkında olmadıklarından yeni bir süreç başlamıştır. Yine seçkinler, halkın temsilcilerini yok saymışlardır. Necmettin Erbakan kendi düzleminde bir seçkindir ve halk onu da Recep Tayyip Erdoğan ile tasfiye etmekte gecikmemiştir.

Toplum planlamacıları, Recep Tayyip Erdoğan'ın ülke siyasetinde etkili bir konuma gelmesini engellemek amacıyla onun "seçkin olmamanın ve kısmen halktan biri olmanın getirdiği zaaflarını ve hatalarını" gözlemeye devam etmişler ve bu gözlemde en uygun yasanın çiğnenmesini bekleyerek onu "yasaları zorlayarak" mahkum ettirmişlerdir.




Seçkin Deniz,  23.01.2003