Toplumların planlanmış ve organize edilmiş; belirli hedeflere uygunluğu sabit olan tüm insan kaynaklı programlara, uzun bir zaman dilimi içerisinde arzulanan hedefe olumlu sayılabilecek tepkiler vermesi mümkündür. Buna karşılık söz edilen programların tam olarak uygulanabilir olduğunu iddia etmek mümkün değildir; ancak toplumların genel görüntüsü ve etkileyici önderleri hedeflere uygun portreler haline gelebilir/getirilebilir.
Bu gün, Türkiye'de, yüzlerce yıl önce planlanan birçok şey sosyal görüntü üzerinde istenilen pozisyonları çoğunlukla oluşturabilmiş görünmektedir. İnsanlar kendi dinî gerçekleri ile karşıt konumlu/ olumsuz tavırlar almış durumda bulunmaktadırlar. Din'e karşıdan bakanlarla dine içerden bakanlar arasında gerçekte hiçbir fark yokmuş gibi durmaktadır. Karşıdan bakanların, dini ,özgür davranışlarına karşı oluşan büyükçe bir fobi haline getirmiş oldukları açıkça görülürken, dine içeriden bakanların dine bakışı da, cehennem kökenli diğer fobi türünü doğurmuştur.
Dindar gibi görünenlerle, din düşmanı gibi görünenlerin farkında olmadan ya da farkında olarak yaşadıkları ortak şey fobidir, yani korkudur. Korku'nun, davranışsal nedenlerinden daha çok, karşı kimliklerde oluşturduğu karşıtlık ve karşıtı yok etme güdülerini harekete geçirici özelliği önemlidir. İşte yüzlerce yıl önce planlanmış bulunan ve "düşmanlık oluşturma" hedefine uygun olan sonuçlar açıkça/somut bir şekilde fark edilmektedirler. Türkiye bu çerçevede değerlendirilebildiği takdirde, sorunların temelindeki korku hastalıklarının etkisi görülecek ve söz edilen korku türlerine dair akılcı yaklaşımlar sergilenebilecektir.
17.yüzyılda Fransa Kralı 14. Lui ve dönemin papası arasındaki işbirliğiyle, küresel anlamda başlayan "korku hedefli çatışma koşulları oluşturma çalışmaları", kendisinden önceki tüm bu tür tanrı-insan modellerinden daha kapsamlı ve daha içsel yapıdadır. İnsanların ve toplumların ruhlarına nüfuz etmeyi hedefleyen gelecek öngörülü tüm çalışmalar, yaklaşık olarak küresel hedeflerinin bir çoğuna ulaşmış durumdadır. Tarihsel olayların bir çoğuna, ülkelerdeki yönetim türlerinden yöneticilerin seçilmesine, ekonomik sistemlerin oluşturulması, yaygınlaştırılması ve karşıtlarının oluşturulmasına kadar birçok şey var edilmiştir. Fransızlardan sonra, farklı kategorilerde İngilizlerin, ikinci dünya savaşından sonra Amerikalıların ve Rusların egemenlik araçları olarak kullanılması, gerçekte hep aynı amacı gütmüştür; bu amaç insanın tanrılaştırılmasından başka bir şey değildir.
İslâm Dini' nin insanın tanrılaşmasına karşı çıkan merkezil yapısı, inanan insanların Osmanlı Devleti sayesinde gerçek bir mücadele gücü elde etmesine fırsat veriyordu; insanların İslâm dininden uzaklaşmadan Osmanlı Devleti'nin gücünü kaybetmesi imkansızdı. İnsanın tanrılaşmasına karşı oluşan tek dünyevi güç Osmanlı Devleti'ydi ve 17.yy da bu gücün yok edilmesi hedeflendi. Osmanlı yıkılmadan da insanın tanrılaştırılması hedefi gerçekleşmeyecekti. Osmanlı ve İslâm birbirini destekleyen temel gerçekler iken, hedefin önce İslâm'dan koparılma sonra Osmanlı'yı yıkma şekline dönüşmesi tüm sebeplerin ana kaynağı haline o zaman geldi...
Misyonerler eliyle sapkınlaştırılmış Hıristiyanlık yayılmaya çalışıldı. Genellikle kültürel yapıları ilkel bağlar üzerine kurulmuş İslâm toplumları ilk hedefler olarak seçildiler. Müslüman din adamı niteliklerine sahip özel olarak yetiştirilmiş kişiler sayesinde, cahil toplumların kültürlerine İslam Dini'ne aykırı, başlangıçta küçük ayrıntılar sokuldu; bu ayrıntılar sabırla genişletildiler.
İnsanların Yaratıcı'nın "oku!" emrine uymadıklarını bilen sapkınlar, ayırılıkların sebeplerini oluşturdular; bu sebepleri büyüttüler ve insanları kışkırttılar; kışkırttıkları insanları ve diğerlerini finanse ettiler. Osmanlı birleşik bir devlet iken çözülmeler başladı. Önce gayri müslim unsurlar ayaklandılar; müslüman unsurlar, varolan mezhep farklılıklarına yeni mezhepler eklenerek kışkırtıldı ve en son insanların ırkları temel hareket alanı haline getirildi. Temel Osmanlı Devlet İlkeleri yine yetiştirilmiş yöneticiler tarafından bozuldu; Osmanlı, hasta devlet haline getirildi ve yıkıldı...
Osmanlı Devleti'ni yıkan unsurların tamamına yakını Fransız ve İngiliz kaynaklarından beslendiler. İngilizlerin Osmanlı paşalarına dair "besleme" statüleri ile Fransızların jöntürkleri ve ittihat-terakki mensupları Osmanlı'yı yıktılar...
İslâm Dini'nin müslümanların kafasındaki yeri sağlamdı; ancak kafaların içinde bulunan İslâm, gerçek İslâm'dan tamamen farklıydı; tanrılaştırılmış insanlarla dopdoluydu. Tekkeler ve tarikatlar bu tesbiti doğrulamaktadır. Osmanlı padişahlarının tamamı ,söz edilen herşeyin farkında olmalarına rağmen, yeterince güçlü değillerdi.. Padişahların son hamlesi işgal edilen ülkeyi kurtarırken görüldü; ancak her şey için artık çok geçti; İslâm sanılan din vardı ve bunun doğal sonucu olarak Osmanlı artık ayakta kalamazdı; temel iki hedefe ulaşılmıştı...
Kurtuluş mücadelesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu yine din adına yapıldı; temel ve değişmez hareket felsefesi gerçek İslâm'dı; ancak zaman bunun böyle olmadığını gösterdi.
Planlansa bile gerçekleşemeyen toplumsal dönüşüm, planlayıcıların istediği gibi değildi; sadece görüntüde var olan şeyler de onları tatmin etmedi...Ve Kurtuluş Savaşı sonrasında oluşturulan 2. ve 3. meclisle birlikte İslâm Dini tamamen yok edilmek istendi; lakin yok edilemeyeceği belliyken yeni yerel hedefler belirlendi; İslâm yok edilemeyecekse İslâm karşıtı nesiller yetiştirilmeliydi ve müslüman kalmak isteyenlerin savunduğu din İslam Dini'nden farklı ve insanı tanrılaştıran bir din olmalıydı. Ve o din, aklı, bilimi reddetmeliydi; bunu başardılar...
Ancak başaramadıkları tek şey vardı; toplumlar köklerinin temel özelliklerini taşıyan genetik kodları nesillerine aktarırlar...ve bu kodlar toplumların yeniden dirilmesini sağlarlar...
İşte bu gün Türkiye'de görülen iki tür insanın öyküsü budur. Korkular üzerine yaşatılmak istenen her şey gerçekte bizim değil, insanı tanrılaştırmak isteyenlerin ürünüdür...İslam'ın "herkesin dini kendisine" prensibi ile "sevgi" temelli yapısı İslâm karşıtlarını rahatlatacak, cehennem korkusuyla yaşayan müslüman nitelikli insanları teselli edecek iki temel özellik iken, bugün üretilmiş karşıtlar bu iki hayati gerçeğin uzağındadırlar...
Seçkin Deniz