Eski diplomatların ve üniversitelerdeki öğretim üyelerinin sıklıkla yaptıkları "jeopolitik ve jeostratejik analizleri", Türkiye'nin, konum olarak artık bir doğa kanunu haline gelmiş gerçeğini konu edinirler; Türkiye, dünya'nın merkezidir.
Kuşkusuz; dünya'nın merkezi olan bir ülke için belasız hiç bir sosyal, siyasi ve ekonomik gerçek olmayacaktır. İnsanlığa medeniyetleri ve o medeniyetlerden kalan tüm zenginlikleri sunan bir coğrafya'nın, enerji kaynakları için çok önemli bir geçiş/dağıtım terminali olması ve bu özellikleriyle yeni yüzyılların uluslararası temel düşünce dinamikleri için vazgeçilmez olması, normal kabul edilmelidir. Daha önceleri, kutsal ve ekonomik nedenlere dayandırılan Türkiye'nin merkezî özelliği Osmanlı Devleti döneminde Osmanlı padişahlarını gerektiği kadar yormuştu. Petrol ve diğer ekonomik nedenler Osmanlı Devleti'nin Batı ve Rusya tarafından yıkılışını sağladı; yerine kurulan cumhuriyet ise, sahip olduğu merkezî özellikler dolayısıyla sosyalizmin ve kapitalizmin sürtüştüğü uç nokta olmaktan kurtulamadı.
Kapitalizmin kontol edebilme kaygısıyla yarı diri bir canlılıkta tutmakta ısrar ettiği Türkiye'de, ekonomi ve toplumsal gerçekler zihinleri negatif grafiklerle meşgul ettiler. Siyasî hareketlilik ise tamamen NATO güdümlüydü ve bu karşıkonulamaz bir uluslararası gerçekti. Aynı derinlikte incelendiğinde, bu dönemde ortadoğu ile beraber tüm hareket kabiliyeti yüksek ülkelerin kontrol altında tutuldukları görülecektir. SSCB'nin Batı'nın hareket alanı olarak bırakmak zorunda kaldığı enerji kaynaklarına sahip olan ülkeler, yarı avutulmuş seçkinleri ve o seçkinlerin sevgili petrodolarları batı ülkelerinin bankalarıyla ve şirketleriyle aile ilişkileri yaşamaktaydılar. Arap ülkelerinin SSCB'nin ayakoyunlarıyla batıya meydan okumaları petrolun arap milliyetçiliği sınırları içine girmeye başlamasına sebep oldu. İran, Batı'nın kontrolünden çıktı, Irak da aynı kategoriye girene kadar İranla savaştı. Tüm bunlara karşılık Batı, petrol üzerindeki hâkimiyetini yitirmemenin yollarını buldu.
20.yüzyılın çarkları SSCB'nin Rusya Federasyonu ve Bağımsız Devletler Topluluğu olarak dönüşmesinden sonra kontrolden çıktılar. İnsanlık tarihinde temel dönüşümlerin yaşanmasına neden olan ortadoğu yeniden yeni dönüşümlerde başrol oynayacaktı. Küresel çıkar mekanizmalarının dengesini yitirmesine kapitalist yaklaşımların tüm ülkelerin yönetimlerine hakim olması sebep olmuştu. Rusya'nın desteği ve Amerika'nın muğlak kışkırtmalarıyla Irak, Kuveyt'e saldırdı; amaç petroldü. Tüm geniş ölçekli stratejik çatışmalar bir anda alevlendi; Amerika kendi geleceğinden korkuyordu. Uluslararası değişim aracı dolar iken, Çin, Rusya ve başta İran, Irak ve Venezüella olmak üzere petrol üreten ülkelerin lokomotif ülkeleri Euro'ya geçiş sinyalleri verdiler. Bu gerçek tehlike, Amerika'nın değerli kağıt parasının değersizleşmesi anlamına geliyordu. Batı, kendi içindeki ayrılıkları maksimum düzeyde yaşıyordu artık...
Türkiye'nin 1980 lerden sonra serbest piyasa deneyimlerinde yaşadığı en büyük sıkıntı, ekonomisinin sıkısıkıya bağlandığı amerikan dolarının azlığıydı. Değişen Türkiye'nin en büyük ilacı olan dolar Türkiye'nin başına yine bela oldu. Ve bu bela Batı kaynaklı tüm krizler için sürekli truva atı oldu. Yarı diri canlılık halinden kurtulmaya çalışan türkiye, uluslararası çatışmaların "meydanı"ydı. Yine o dönemde Arapların petrodolarlarını çekebilecek düzenlemeler yapıldı; ancak Türkiye'nin körfez savaşında Amerika'ya verdiği destek tüm Aarap petrodolarlarının yeniden batı bankalarına ve şirketlerine yönelmesine sebep oldu; Türkiye ilacını yitirmişti. Bu kez İMKB desteğine bağlandı Türkiye. Uluslarası sıcak paranın vur-kazan-kaç taktiklerine açık halde tapınak şövalyelerinin küresel sacayaklarının at oynattığı alan oldu; sürekli krizler yaşadı; hükümetleri yıkıldı ve halk varsıllığı tadamadan yeniden yoksullaştı.
Sorun kıt dolar sorunuydu. Ve Türkiye dolar giriş çıkışlarıyla yaşadığı krizleri son Ecevit hükümetiyle doruk noktaya vardırdı. Yine sorun, merkezî konumdan kaynaklanıyordu. Amerika'nın kendi geleceğiyle ilgili kaygılarla oluşturduğu 11 Eylül kaosu, Amerika'nın Afganistan'dan sonra Irak'ı vurmasını gerektiriyordu ve doların uluslarası geleceği buna bağlıydı. Afganistan vurulurken sorun yoktu; ancak Irak'ın vurulmasına karşı çıkan Ecevit Hükümeti Amerika ve tapınak şövalyeleri tarafından ani dolar çıkışıyla terbiye edildi ve ırak vuruldu.
Irak'ın ikinci kez vurulmasında aktif rol almayı istemediği halde Türkiye, Amerika tarafından aşırı bir baskı ve alay edici bir tavırla işbirliğine zorlandı. Son anda yapılan hamleyle Türkiye Irak'ın işgalinden uzak kalabildi. Bu uzak kalış Amerika'nın Kuzey Irak Kürt kartını dilediği şekilde kullanmasını da kolaylaştırdı. 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesi müslüman ve arap olan ülkelerin sempatisini kazandırdı Türkiye'ye. Irak ikinci kez Türkiye'nin kaderini etkiliyordu. Araplar batı bankalarında ve şirketlerinde her an bloke edilmeyi bekleyen paralarını korumaya çalıştılar ve Türkiye onların yeni korunma alanı oldu.
Doların bollaşmasının Arap sebebi bu iken, ikinci sebep Türkiye'nin merkezîliğinin kazandırdığı teknolojik üs olma konumu ve tıkanan dünya ekonomisinin hareket alanlarının artık daralması sonucu batılı şirketlerin uzun süreli yatırımlarla gönderdiği paralar oldu. Ortadoğu ve orta asya yine gelecek yüzyılların planlarının merkezi idi ve öyle de olacak.
Artık dünya zayıf Türkiye istemiyor; dolar bu sebeple bol ve vur-kazan-kaç taktiği artık işlemeyecek. Türkiye yüzlerce yılın yoksulluklarına artık uzak kalacaktır.
Seçkin Deniz