98. Analiz: Yaz Kur'an Kursları Mantığı Elitist Dayatmanın Ürünüdür -14.07.2009-

Din eğitimi ve öğretimi gibi yüzlerce yıllık büyük bir sorunu mevcut eski durum-çerçeve üzerinden düşünmek yeni Türkiye için gerçekten sıkıntı vericidir. Türkiye, tüm kurum ve kuruluşlarına yeni durumuna uygun bir mantıkla bakmalı ve bu mantığa uygun yeni kurumlar ihdas etmelidir; iç ve dış kompozisyonlarda egemenlik oranı hızla artan bir ülke olarak kendi çocuklarına gerçek bir din eğitimi verebiliyor olmanın modellerini geliştirmek zorundadır.
...
Yeni Türkiye'nın derinlikli vizyon sahibi idarecileri eski egemen elitlerin yönerge ve yönlendirmelerine dayanarak geliştirdikleri ve yerleştirdikleri sağlıksız eğitim-öğretim metodlarını ve yarı kurumsal eğitim süreçlerini tamamen ortadan kaldırmakla mükelleftirler, onları aynı dar çerçevede modernleştirmekle değil. Hemen şimdi yapmaları gereken bu değişiklikler sonraki nesillere insan olarak duyulması gereken saygının gereğidir. Yaz Kuran Kursları uygulanan yöntem ve teknikler ne kadar modernize edilirse edilsin pedagojik olarak daha etkin ve iyi sonuçlar veremeyecek kadar ilkeldirler. Pedagojik eğitim süreçlerinden geçmemiş, geleneksel dinî eğitim-öğretim yöntemlerine dair birikimi bulunmayan cami görevlilerinin -ne kadar iyi niyetli olsalar da- bu işten beklenen verim için yeterli olamayacaklardır. Yürürlükte yasa ve yönetmelikler doğrultusunda yapılan Din eğitimi ve öğretimi şu andaki yetersizliklerinden kurtulamayacaktır.

...
Diyanet İşleri Başkanlığı, Din Eğitimi Dairesi Başkanlığı, Program Geliştirme Şube Müdürlüğü'nün 2005 yılında, 'Başkanlığın ve İlahiyat fakültelerinin birikimlerini biraraya getirdik' diyerek akademisyenlerde ve uzmanlardan oluşan bir komisyona hazırlattığı 'Yaz Kur'an Kursları Öğretim Programı'* nın önsöz bölümünde ' Çok iyi bir eğitim programı'na ihtiyaç duyulduğu vurgulanarak 'Kur'an Kurslarımızdaki eğitim faaliyetlerinin çağdaş eğitim bilimleri ve din eğitimi biliminin önerileri doğrultusunda gerçekleştirilmesi için bütün önlemler alınmaktadır' şeklinde progam başlığı ile uyumsuz, eğitim ve öğretimin sınırlarının birbirine karıştırıldığı ve neredeyse bilimsel bir kavram yoksunluğu ile oluşturulmuş ifadedeki sakatlık 'Bu programın etkin bir şekilde uygulanması büyük ölçüde öğreticilerimizin çabalarına bağlıdır' gerek şartıyla da zirveye çıkmıştır. Eğitim veya öğretim programı olup olmadığı belirsiz bir programın başarılı birşekilde uygulanması için 'bütün' önlemleri alan ancak icrâî ehemmiyeti büyük ölçüde yeterli oldukları şüpheli 'öğreticilerinin çabalarına' bağlayan bir program'ın ne kadar bilimsel, çağdaş ve modern olduğu açıktır.Evet hazırlanan program örgün eğitim kurumlarında hazırlanan diğer programlar gibi modern ve pedagojik ilkelere uyulmaya özen gösterilerek hazırlanmıştır;hedeflenen kazanımlar ideal gibi görünmektedir. Ancak Kur'an Kursları örgün eğitim kurumları değildirler, özellikle Yaz Kur'an Kursları bu anlamda hazırlanan programların uygulanmasının imkansız olduğu kurslardır. Gerçekleşmesi imkansız olan bir programın nasıl ve neler dikkate alınarak kimler tarafından hazırlandığı çok da önemli değildir.
...
Aynı programın giriş-gerekçe bölümünde ' Toplumu Din konusunda aydınlatmakla yükümlü olan Diyanet İşleri Başkanlığı din eğitimi faaliyetlerini Camiler ve Kur'an Kursları aracılığıyla yürütmektedir.' denmekte ve Kur'an Kursları üç tipte tanıtılmaktadır: İlköğretimi bitiren öğrencilere yüzünden Kur'an okuma usullerinin öğretildiği Kur'an Kursları, ilk kursu başarıyla tamamlayan öğrencilere Hazıflık eğitimi veren Kur'an Kursları ve ilköğretim 5. sınıfı tamamlayan öğrencilere Kur'an okumayı öğreten ve temel dini bilgileri veren Yaz Kur'an Kursları. Diyanet İşleri Başkanlığı kurumsallaştırmaya çalıştığı Kur'an Kursları'nda yetişen(!) bireylerin dini eğitim ve öğretim açısından yeterli olabileceğini öngörmektedir. Bu programın eski programlardan farklı tek yönü kullanılacak yöntem ve tekniklerin geçmişe oranla daha yumuşak ve sevgi temelli olmasıdır. Ne yazık ki; Camiilerin ve Kur'an Kurslarının Din eğitimi ve öğretimi ile ilgili uygulamalarda ne kadar başarısız olduğu saklanamamaktadır. Öngörülen 'eğitimli birey' tipinin sözkonusu 'aydınlanmadan' ne kadar uzakta olduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının 'Din Bilincindeki' kemiksizlikle daha net görülmektedir. Camiiler cemaat için aydınlanma yeri olmadıkları gibi, çocuklar için de Arap harflerini tanımaktan daha fazla kekeleyerek Kur'an okuma becerisi kazandırmaktan başka bir işe yarayan yerler olmaktan kurtulamamaktadırlar. Hala öğretici (imam-müezzin) her türlü programı özünde eriten ve anlamsızlaştıran güce sahip durumdadır.
...
Aynı Programın 'Öğretim Programına Temel Yaklaşım' bölümünde 'Eğitim programı'nın öğrenme alanları Kur'an, İtikad, İbadet, Ahlâk ve siyeri kapsamaktadır' denmektedir. Uygulamada hepimiz biliyoruz ki; Kur'an Kursları'nın birinci ve üçüncü türü(aynıdırlar) çocuklara 'yüzünden Kur'an okuma' becerisi kazandırmaktan uzaktır. Kur'lar halinde düzenlenen program,12-18 yaş arası sürekliliği gerektirdiği halde hiçbir yaz kursu sonraki yaz kursuyla ilişkilendirilerek aynı bireyi bütüncül bir programa adapte edememektedir. Yaş gruplarına göre belirlenen kur'lar, bireyi değil, grupları hedef almaktadır; geçen yaz öğrencinin hangi aşamada olduğu ve yeni dönemde hangi eksikliklerinin bulunduğuyla ilgili düzenlemeler ve uygulamalar bulunmamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı 'aydınlatma' görevini görevlilerin kulaktan dolma becerilerine emanet ederek onların hafıza arşivine itimat etmekte, din eğitimi-öğretiminin bu şekilde verileceğini sanmaktadır.
...
'Öğrenme ve Öğretme Sürecinde Uyulması Gereken İlkeler' bölümü 1.maddede ' Anayasa'nın laiklik ilkesi daima gözönünde bulundurulacak din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü ile çelişen etkinliklere yer verilmeyecektir' şeklinde baştan anlamsız ve eğitim programı sürecinin hangi bölümüne adapte edileceği belli olmayan bir ilke ile aslında temel çerçeve çizilmektedir. Yani; program kendi içinde çelişkili bir çerçeve ile ortaya konurken programın başarısızlığı da peşinen sağlanmış olunmaktadır. Dinî eğitim ve öğretimin 'kraldan çok kralcı davrananlar tarafından' kendi kuralları ve sınırları içerisinde yapılmasının engelleneceği artık bellidir.
...
Anayasa'nın laiklik ilkesi kendisinin bir Dinî eğitim-öğretim programının temel ilkelerinden ilki olmayı şart koşmaz. Tam tersine bağımsız bırakır. Devlet, risklere karşı örgün eğitim kurumlarında Laiklik bilincini yerleştirmeye çalışır. Din ve ilgili eğitim-öğretim kurumlarını da verilen bu laiklik bilinci çerçevesinde serbest bırakır. Kalkıp ilköğretim sürecinin 5. sınıfına kadar veremediğini vehmettiği laiklik bilincine bağlı kısıtlamaları herhangi bir Kur'an Kursu'nun temel ilkeleri arasına sokmaz. Bu ilkenin bu programda varolması, egemen elitlerin ellerinin nerelere kadar uzandığını ve bu ellerin etkisinin halen sürdüğünü göstermektedir. Akademisyen ve uzmanların birikimlerindeki esas kaygı işte budur. Ve bu durum Anayasa'nın 17.Maddesi'ne ve Başlangıç bölümüne aykırıdır. Bu program da sırf bu ilke gereği anayasaya aykırıdır. Ve bu program uygulama amaçlı değil gösteri amaçlıdır; başarısız olmaya hedeflenmiştir.
...
TC Anayasası Kişinin Hakları ve Ödevleri bölümü Madde 17'de: 'Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.' diyerek kişilerin Dini'ni koruma ve geliştirme hakkına dikkat çeker. Bu hakların içinde din eğitimi ve öğretimi de vardır. Din eğitimi ve öğretimi her din için hemen hemen aynıdır ve bunun nasıl yapılacağına ancak bu hususta geleneksel ve modern eğitim almış bağımsız düşünebilen meslek erbâbı karar verebilir; elit grupların müdahale ettiği zihinlerle yetişirilmiş akademisyenler, uzmanlar ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet memuru personeli veremez.
...
Diyanet İşleri Başkanlığı'nı, ilgili daire başkanlıklarını tutarsız davramaya iten esas güç elitler ve o elitlerin hazırladıkları kendi içerisinde çelişkili hükümler bulunduran anayasadır. Anayasa 17. Madde'de verdiği özgürlüğe 24. Madde 'de devlet olarak el koyar ve:"Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. " der. Bu ifade ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kendi yükümlülüklerine yaptığı vurguyu anlamsız ve temelsiz kılmaktadır:'Toplumu Din konusunda aydınlatmakla yükümlü olan Diyanet İşleri Başkanlığı' görev alanını Milli Eğitim Bakanlığı ile paylaşmak zorunda kalır. 'Diyanet İşleri Başkanlığı din eğitimi faaliyetlerini Camiler ve Kur'an Kursları aracılığıyla yürütmektedir.' ifadesi de hükmünü ' ilk ve ortaöğretim kurumlarında verilen Din ve ahlak eğitimi' ile yitirir.
...
Anayasa evrensel hukuk normlarına karşı çelişkili konumunu elist baskıdan uzakta ve demokratik hukuk devleti kisvesi altında göstermekte ısrarlıdır. Din ve Vicdan Hürriyeti bölümü Madde 24 'de ,"Kimse ...dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz." şeklinde kesin bir ifade ile herkesi bağlarken aynı madde'de "Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz" diyerek dinî inanç ve kanaatlerin devlet ve kurumlarıyla ilgili hükümler barındıran özelliklerine müdahale eder ve onları bu özelliklerden soyutlayarak bir anlamda bu inanç ve kanaatlerini 'sterilize etmeyen' herkesi kınanma ve suçlanma potansiyeline sahip hale getirir. İstismar ve kötüye kullanma gibi göreceli kavramların anayasa gibi bir hukuk metninde büyük boşlukların üzerinde yüksek sesle belirtilmeleri de aynı elitist çelişkinin ürünüdür. Herkes bilir ki; hiçbir din istismar ve kötüye kullanma gibi çirkin eylemleri önermez ;aksine yasaklar. Her din kendi değerlerinin özenle korunmasını ve kişi ve grupların çıkarlarına alet edilmemesini samimiyet ilkesi gereği zorunlu tutar ve belirtilen amaç doğrultusunda kullanılmasını kendi varlığına vurulmuş bir darbe olarak algılar. Her din, kişiye yaşadığı hayatını nasıl düzenleyeceğini önerir. Zaten laiklik de bu önerme hakkına saygı duyulmasını gerektiren bir sistemdir. İnsanlara nasıl inanacaklarını dayatmaz, dayatmaların karşılıklı saygı ilkesi gereği ortadan kaldırılmasını önerir.
...
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın laiklik algılaması ve ilkeler uyarısının bu teori ve uygulamalarla hiçbir ilgisi yoktur. Anayasa'nın başlangıç kısmında aynen şu ifade vardır: "...lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı". Bu ifade veya laiklikle ilgili başka ifadeler Diyanet İşleri Başkanlığı'nın herhangi bir faaliyetinin bu programda belirtildiği gibi ' Anayasa'nın laiklik ilkesi daima gözönünde bulundurulacak din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü ile çelişen etkinliklere yer verilmeyecektir' şeklinde ilkesel olma zorunluluğu getirmemektedir. -Ayrıca bu uyarı Din eğitiminin ruhuna aykırıdır; zaten din-İslâm sözkonusu uyarıda vurgulanan 'vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü ile çelişen' özelliklere sahip değildir ki; bu etkinliklere yer verilme olasılığı ortaya çıkabilsin. Bu uyarı elist düzenleyicilerin irtica korkusundan beslenmektedir-.Yine anayasa'nın başlangıç bölümünde: ' Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu ' vurgulanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu ilkeyi uygulayıcılara başlangıçta hatırlatarak elitler eliyle Laik devletin Din üzerindeki baskı aracı olarak kullanılan bir kuruma dönüştürülmüş olduğunu itiraf etmektedir. Dolayısıyla bu kurum tüm teori ve uygulamalarında Din eğitim ve öğretiminin sınırlarını, sahici sınırlarla ve programlarla belirlemekte yetersiz ve yetkisiz olduğunu deklare etmekte ve iddia ettiği üzere 'çok iyi bir eğitim programı ' üretemeyeceğini kanıtlamaktadır.
...
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sırtında taşıdığı bu koca yetersizlik yırtığı, onu din eğitiminin kalitesi hususunda kuşkulara sarmakta ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hangi kaynaklardan beslendiği kolayca ayırdedilemeyen cemaat ve tarikâtler ile diğer misyoner ekiplerin kurdukları 'Din Eğitimi tuzağına' kolayca kapılmaktadırlar. Bu kurumun varlığı, güven verici bulunsaydı diğer etki gruplarının bugün bu ülkede geniş bir taban bulması mümkün olmayacaktı. Din eğitiminin yeraltına indiğini iddia ederek irtica paranoyasını sık sık gündeme taşıyanlar, aslında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın güvenirliğini bilinçli bir şekilde azaltarak Din Eğitimini yeraltına sürmüş ve ne idüğü belirsiz grubların kontrolüne vermeyi hedeflemişlerdir. O elitist tabaka kendi varlığını bu tarz yeraltı dinlerinin varlığına borçlu olduğu için Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mevcut kanuni konumunu korumaya devam etmektedirler.
...
Her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığı 2002'den beri yenilenen bir idâri anlayışa sahip olsa da, değişmemesi gereken bazı tutum ve tepkilerinin baskı gruplarının etkisiyle değişebildiği, özünden ayrıldığı gözlenmektedir. 'Allah indinde Din İslam'dır' ayetinin diğer dinlerle diyalog konusunda zaaf oluşturduğu düşünülerek Cuma Hutbelerinde okunmasından imtina edilip yüzlerce yıllık geleneğin kolayca terkedilmesi gibi örnekler dikkat çekicidir. Avrupa Birliğine dahil olan ülkelerin hiçbirinde Rahipler veya Rabbiler İnsan Hakları eğitimi seminerlerine tabi tutulmadıkları halde, İmam ve müezzinlerin Avrupa Birliği uyum yönergeleri doğrultusunda İnsan Hakları eğitimi seminerlerinde 'eğitilmesi' Din Görevlisi sınıfındaki insanlar için ve o Din'in mensupları için ciddi bir yüzkarasıdır. Bu seminerlerin verilmesini kabul ve organize edenlerin ne kadar vizyon yoksunu oldukları yadsınamaz. Yerküreye ve evrene İnsanla ilgili iyi ve güzel herşeyi veren ve vadeden bir Din'in camilerinde görevli imamların ve müezzinlerinin, insanlığın yüzkarası sömürü ve katliamlarla tarihe geçen Avrupalıların düzenledikleri teori ve kurallarla 'İnsanlık eğitimi' almaları kadar utanç verici birşey yoktur. Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumu olduğu için devletin emirnâmelerine uymak zorunda olduğu sürece güven zaafı yaşamaya devam edecektir.
...
Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasa'nın 136. Maddesinde belirtilen elitist," Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." hükmü dışına çıkamaz.633 Nolu Özel Kanun'un 1. Maddesi: 'İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.' kaidesiyle de yeri netleştirilmiştir. Aydınlatmaktan sözedebilmek için bir karartmanın yapılmış olması gerekmektedir. Yeraltına inmiş din eğitimiyle karartılan insan ruhu Diyanet İşleri başkanlığının Kur'lara bölünmüş modern Kurs mumlarıyla aydınlanamaz.Kur'an okumayı öğretmek de Din eğitimi ve öğretimi yapmış olmak demek değildir.
...
Din eğitimi ve öğretimi elitist güçlerin kaotik düzenlemeleriyle İmam-Hatip Liseleri ve Kur'an Kursları ile İlk ve Ortaöğretim Kurumlarında resmi kurumlar eliyle yapılamaya çalışıldığı(!) gibi, cemaatler ve tarikatler ile misyoner ekipler tarafından da yapılmaktadır(!). Dağılmış, parçalanmış ve her dileyen tarafından müdahale edilebilir hâle getirilmiş olan Din eğitimi ve öğretimi hiçbir sıkıntı içermeyecek şekilde gerçekleştirilebilir. Bağımsız düşünebilen samimi insanların oluşturabileceği tek bir model üretmek çok kolaydır. Laik Batılı ülkelerin herhangi birinden kopyalanıp alınan basit bir eğitim-öğretim yapısı ile de bu iş çözülebilir. Kopyalama yöntemini başarılı birşekilde uygulayabildiğimiz iki yüz yıllık deneyimlerle sabittir.
...
Reddiyelerle geldiğimiz noktada önerebileceğimiz basit bir sistem var. Bir devlet kurumu olmaktan çıkarılmış, tamamen gönüllülük esasına dair vergilendirmelerle finanse edilen yeni bir Din Eğitimi ve Öğretimi Teşkilatı kurulabilir. Yöneticilerinin seçimle belirlendikleri bu kuruluşun hazırlayacağı programlar dileyenlerin basit bir başvuruyla elde edebilecekleri eğitim-öğretim hakkı çerçevesinde uygulanabilir. Din Eğitimi ve öğretimi her türlü örgün ve yaygın eğitim kurumları ile yeraltı teşkilatlanmalarının elinden alınabilir. Her fert kendi çocuğuna dilediği yaşta din eğitimi ve öğretimi alabileceği programa başvurabilir; bu yeni teşkilat hazırlayacağı yeni kurumlarda okullarla işbirliği halinde İlahiyat fakültelerinden mezun yeterliliği denetlenmiş eğitimciler tarafından bu hizmeti sunabilir. Uygulanan program sonrasında her bir eğitim-öğretim alanı için sertifikalar verilebilir. Herhalde yeni sistem mevcut sitemden daha çok laiklik ilkesine uygun olacak ve ilgili tüm tartışmalar sona erecektir. Türkiye buna hazırdır.

Seçkin Deniz