87. Analiz: Türkiye'de "Sol" Bir İslâm Tasavvuru Gerekli mi? -28.04.2009-


İslâm'ın sağ veya sol tasavvuru'nu gereksiz bulan bir anlayışın daha doğru olduğunu düşünüyorum. İslâm kendisini tarif ve realize etmek için birbirinin tezi-antitezi olan ince komplo ürünü izmleri gerekli bulmaz. Evet, şu anda Dünya'da yaşanan bir realite var; Kapitalizm ve Komünizm(Sosyalizm) dualistiğine bağlı düşünceler alternatif alt kanallar oluşturmuş durumdalar. Ve bu alt kanallardan beslenen tâli düşünce yollarının olması da normaldir. Ancak geldiğimiz yüzyıl her iki temel izm'in yetersizliğini kanıtlayan sosyolojik, psikolojik, siyasi ve iktisadi gerçekleşmelerle doludur. Yani Kapitalizm ve Komünizm kuramsal anlamda önemli temellere sahip olsalar bile, artık çok fazla gerekli değiller.

Vatikan'ın ve Fransız ekonomistlerin İslam'i bankacılığın artık incelenmesi ve kabullenilmesi şart olan bir ekonomik gereklilik olduğundan bahsetmeleri, tek başına faizsiz bir bankacılıktan bahsediyor oldukları anlamına gelmez. İslâm'ı bir bütün olarak algıladıkları anlamına da gelebilir. Zaten izmlerden edindiğimiz tecrübe izmlerin bir bütün oldukları sonucuna götürmüştü insanlığı. Parça-bütün ilişkisi İslâm için de geçerlidir. Ticaret ahlâkı olmadan kâr payı zemininde bir bankacılıktan bahsedemezsiniz. Ticaret Ahlâkı'nı, bağlı olduğu ahlâk sisteminden bağımsız düşünmeniz de mümkün değildir. Bu zincirleme, gereklilikler ilişkisine bağlı olarak bütünü gerekli kılar. Batı zaten çâresiz kaldığı için bu alternatifi gündeme taşımıştır. Psikoloji, sosyoloji, siyaset ve iktisat yeni dönemde kullanacağı parametreleri önerdiği yeni sistemden almak zorundadır. Eski'yi olduğu gibi dışlamadan da yeni bir bütünü hayatın tüm alanlarına teşmil ettiremez.


Kuşkusuz 19. yüzyılda hâkim olan ’izmler kareografisi’, düşüncelerin yayıldığı alanların tümünü baskı altına almıştı. Fransa, İngiltere ve Almanya, İtalya'nın tarihsel devlet ve sistem mirasını karma bir sisteme dönüştürmeyi hedefleyen birçok Hıristiyan ve Yahudi düşünürün doğduğu ülkeler oldular. İmparatorlukların Dünya'da bıraktığı izleri çıkarcı bir bakış açısıyla irdeleyen düşünürlerin, Osmanlı İmparatorluğu'nun bıraktığı bu tür mirası gözden ırak tutmalarının temel sebebi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kimliğinin temelinde İslâm'ın oluşudur. Tarihçilerin özellikle belirttiği bu tarihsel gerçek, Osmanlı İmparatorluğu'nun, üzerinde yerleştiği kültürlerin tümünden yararlandığını gösteriyor olmasına rağmen; Batı'da Osmanlı İmparatorluğu ne sosyolojik, ne psikolojik, ne siyasî ne de iktisâdî analizlere konu edildi (ABD istisna çalışmalar yapmıştır). Çünkü; arayışların temelinde, yani izmlerin ortaya çıkışında insan için gerçek bir dünyevî saadet hedeflenmemişti. Bunun yerine tüm izmlerin temelinde pragmatist özelliklerle bezenmiş ve güdülenmiş bir bakış açısı vardı.

Sanayi devrimi Kapitalizm'i doğurmamıştı; aksine sanayi devrimi kapitalizmin ihtiyaçlarından doğmuştu; Kapitalizm adı aynı olmasa da tarih boyunca hep vardı. Doğal olarak sanayii'nin gelişmesiyle ortaya çıkan işçi sınıfının haklarından bahseden alternatif sistemden bahsetmek mümkün olabildi. Mamafih işçi sınıfı sanayii devrimiyle ortaya çıkmış bir sınıf da değildi. Sosyalizm, Komunizm tarih boyunca var olan işçiler için Kapitalizm'in çizdiği sınırların dışında ama yeni bir kapitalizm döngüsü için yeni şeyler öneriyordu. Gerçekte amaç yine işçi sınıfının refahı ve mutluluğu değildi. 1989'da SSCB'nin-Sosyalizm'in ve 2008'de Kapitalizm'in çöküşü- ki; bu çöküşü reddeden hiçbir realist ekonomistin olmayışı ilginçtir- bu iki sistemin görünür, somut örnekleriyle birlikte Sosyalizm, Komünizm- Marksizm- ve Kapitalizm'in tüm parametreleriyle insanların düşüncelerinden tamamen çıkarılması gerektiğini bize öğretti. Marks'in talihsiz izleyicileri komünizmin henüz denenmediğini ve ulaşılmamış bir aşama olduğunu iddia etseler bile, ilk basamağı çöken bir merdivenin sonraki basamağının olmasının imkânsız olduğunu anlamakta gecikmeyeceklerdir.

Denenmiş ve elenmiş sistemlerin yeni arayışlarda kullanılmaması da olağandır. Batı'nın söz ettiğimiz sistem algoritmalarının oluşturulması aşamalarında Osmanlı İmparatorluğu’nu yeterince önemsememiş olmaları, İslâmî kökenle birlikte ikinci bir nedene de bağlıydı. Bu ikinci neden Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı siyâsî ve iktisadî dalgalanmalardı. Ekonomik ve sosyal beklentileri baz alan sivil toplum kuruluşları, Batı'dan çok önce kurumsal olarak Osmanlı'da varlardı. Yine çevre ve hayvanlarla ilgili hassasiyetler de vardı. Batı, çöktüğü için Osmanlı'ya ait hemen hemen hiç bir şeyi kullanmadı. Doğal olarak da, insan unsuru'nu önemseyen detaylar batılı izmler için kullanılabilir değerler olarak görülmediler.
...
Sendikalar ve haklarla ilgili gelişmeler incelendiğinde de Osmanlı'nın böyle bir ihtiyacı hissetmesi batılılaşma hedeflerinden sonra ortaya çıkmıştır. Sürekli unutulan birşey vardır. Biz geriden izlemişiz. Hayır; yanlış bakılıyor. Eğer bir hakkın zâyii’nden bahsediliyorsa o hakkın savunulmasından da bahsedebilirsiniz. Ama eğer o hak zâyii yoksa o hakkın savunulması da gereksizleşir. Osmanlı işçisine, çalışanına hak zâyii yaşatmamak üzere kurgulanmış bir sistem anlayışına sahipti. Ancak işçi kavramını batılı anlama indirger ve sanayi devrimiyle başlatırsanız, o zaman Kapitalizm'in acımasızlığından da bahsetmek zorundasınız. Kapitalizm sanayi devrimiyle başlamadığı ve işçiler sınıf olarak tarih içinde sadece bu dönemde ortaya çıkmadığı için başlangıcın yeri konusunda müddei olamazsınız. Bu yaklaşımla şunu söyleyebiliriz; yıkılmış olan bir anlayışın, düşüncelerimizce, içerdiği tüm parametreler dâhil önemsenmesi gerçekten abestir.

Sol kendisine yer bulmak için mevcut zenginleri itip kakan bir münasebetsiz zengin adayıdır, demek mümkün. Fransa, İngiltere ve İtalya'da kapitalist argümanlarla güya modernize edilmiş bir Sosyalizm'i, sol'u dramatize ettiler. Ne var ki batı'da sol bu çalışmalarıyla sadece kapitalizm'in sürmesini sağladı. Evet, bu ve benzeri ülkeler işçilerinin hayat standartlarını sol'un baskısıyla yükselttiler; ama nihayetinde sol, kapitalizm'e hizmet etti. O'nu besledi.

Eski zamanda bıraktığımız düşünürlerimiz şu anda bildiklerimizi - sol'un kapitalizmle bütünleşen bir mekanizmanın kurbanı olacağını ve çökeceğini- bilmiyorlardı. Onlar için sol egemen izmlerden birinin eliydi ve o ele tutunmak bize yarar sağlayacaktı. Kendi dönemlerine göre haklı olabilirlerdi. Ama 2009'da haklı olmadıklarına artık eminiz; sol hiçbir şey vaadetmiyor. Bugün İslam ülkelerinin birçoğunda ve Türkiye'de kökenleri çökmüş bir yığın solcu eskisi gezinip duruyor. Onların talihsizliği izmlerin çöküşüne şahit olmalarıdır. Yeni yüzyılda eski düşüncelerinin ciddiye alınmayışı onları yıkıyor ve farklı arayışlara sürüklüyor. Yine ilginç bir şekilde dönüp İslam'ı Sol'cu bir mizanpajla kendi düşünce kalıplarına payanda yapmaya çalışıyorlar. Bazılarımız ise yaşayan yanılmışların bu pespâye hâlini görmezden gelmeyi tercih ediyor ve ölü düşünürlerimizin bu hayati konuda düşüncelerimize yön vermelerini bekliyoruz. Yetmiyor; muhteşem bir sistemi, İslâm'ı Sol'un kokmuş kavramlarıyla solumaya çalışıyoruz.

Birilerinin yüksek bir tonda seslenmesi gerekir:"Artık onlar ölü!" Türkiye'de "sol" bir İslam tasavvuru'na gerek yok. Türkiye'de ve Dünya'da gerçek bir sistem bildirgesi olan Kur'an'a uygun taptaze dönüşümlere ihtiyaç var. Ölmüş izmlerin ölmüş kavramlarına banmış bir İslâm anlayışına değil.

Kur’an ayrıştırarak bütünleştirmez; ayrıntıları özel yöntemler ve yönergelerle kusursuzlaştırır ve her bir ayrıntıyı bütünün genel kaidelerine bağlı olarak inşa eder. İnsan tarafından bilinen ve bilinmeyen yöntemlerin tümünü kullanır.Kusursuzluğu insan eseri olmamasındandır; insanın dünyevî saadeti ile birlikte psikolojik ve sosyolojik gerekçelerini hazırladığı ‘ahiret saadeti’ne atıflar yaparak soyut ve somut ihtiyaçlar hiyerarşisini yepyeni ve değişmez bir dualistikle harmanlar. Buna karşılık izmlerin tümü tamamen tümdengelim aşamalarına tâbiidirler; kullandıkları yöntemler ve yönergeler insan üretimi oldukları için sınırlı ve sürelidirler; İslâm’ın sahip olduğu ayrıştırılamaz dualistiğe sahip değildirler.

Kur’an, insanı, insanın yaşadığı coğrafi koşulları ve meâanları gözeterek koordine etmez. Bu diğer izmlerle arasındaki önemli bir farktır. Kentleşme ve kentleşme ile gelen sorunların hiçbiri Kur’an koordinasyonuna aykırı gerçekleşmeler ihtiva etmez. Bugün Türkiye’de yaşanan bu tür sorunların temelinde yatan en önemli sebep, batılılaşma ile birlikte yaşanan kaostur. Yaklaşık üç yüzyıllık bu kaosu besleyenler de izmlerin yakıp kavurduğu ve kendisi adına beslediği düşünür ve eylemcilerdir. İslâm’ı yüzlerce yıl gerilemenin asıl suçlusu olarak lanse edenler ve bunun yerine Hıristiyanlığı seçmeyi önerip seçenler ile din’i toptan reddedenlerin getirip ortaya koyduğu şeyler Türkiye’de kentleşme ve ilgili sorunların, diğer aslî sorunlara bağlı olarak geliştirdikleri şeylerle ilgilidir. Beslendiği kaynaktan koparılan bir topluluğun kentte ya da kırda, köyde yaşıyor olmasının hiçbir önemi yoktur. Beslendiği kaynaklara ulaşması engellenen toplulukların da herhangi bir çıkar grubuna adapte olmaları, o çıkar grubunun İslâm’la ilgili geçerli niteliklere sahip olduğu anlamına da gelmez.

Cemaatler, birer çıkar grubudurlar. Bu çıkarların nasıl betimlendiği de önemli değildir. Her cemaat sosyolojik, psikolojik, siyasî ve iktisadî ilişkilerin yaşanabildiği karma bir devlet prototipidir. Bu prototipte insan katkısı yüksek düşünce ürünleri egemen ise mini bir Kapitalizm’den veya Sosyalizm’den bahsedebilirsiniz. Ve bu tür minik sistemler ömürlerini arttırmak için hammadde olarak insanı ve emeğini kullanırlar. Temel kıstas Kur’an olmadığı sürece bu tür insanî katkıların getirdiği yer bu anafordur. Tarih boyunca da bu değişmemiştir.

"Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 267,268)

"Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın.Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur." (Bakara 278,279)

Seçkin Deniz