Uluslararası bilinirlilik düzeyi yüksek bazı batılı yayın unsurları(dergiler ve gazeteler),Türkiye'de muhafazkârlığın arttığına dair art arda anketler yayınlıyor ve bu anketlere bağlı olarak yorumlar yapıyor, Türkiye'nin geleceğine dair kehânet varyasyonları üretiyorlar. Aynı koşu yolunun yerli müdavimleri veya uzantıları da benzer sonuçlara ulaşmak için özel olarak üretilmiş sorularla dolu anketler yapılmasını sağlıyor ve bu anketlerin yönlendirilerek elde edilmiş sonuçlarına herkesten saklı bir yerde bakıyor, değerlendiriyor; bu verilere dayanarak diledikleri formatlarda yazılar ve yorumlar tezgâhlıyorlar. Bu tür çalışmalarla zihinlere 'Türkiye hızla muhafazakârlaşmaktadır' önermesi hızla enjekte ediliyor. Kuşkusuz bu önermenin inanılırlık katsayısı yükseltildikçe sonraki adımlar hesaplandığı üzere uygulamaya konmaktadır. Sonraki adım da,'Türkiye'nin muhafazakârlaşma hızının kontrol edilmesi ve muhtemel olumsuz gelişmelerin yönetilmesi adına bu hızın sıfırın altına düşürülmesi gerekliliği' şeklinde yönlendirmeler yapılacağı öngörüldüğü için de asparagas haber üretmek ve yayınlamakla 'görevli gazete ve televizyonlar' gündem oluşturma ve yönetme telaşıyla -üstelik bu telaşı saklamaya bile çalışmadan- profesyonel "habercilik" maskesi altında bu büyük manipülasyonu adım adım realize ediyorlar.
...
Saklanan gerçeklere dair ipuçlarına ulaşanların 'Komplo Teorisyeni' olarak etiketlendiği ve bu yöntemle etkilerinin sınırlandırıldığı bu "komplocu manipülasyon" sürecinde, gerçeği ayırdetmek ve anlaşılır, bilinir hâle getirmek daha da önem kazanmaktadır. Bu manipülasyon etkileri bazen, manipülasyonu fark edenleri de etkisine almakta, onların algısal kompozisyonlarının koşullanmalarla oluşmasına neden olmaktadır. Anketler ve haberlerle belirginleştirilerek daha çok fark edilir hale getirilen kurgusal vak'alara dair bu tür manipülasyonlar, varsayılan/varkabulettirilen olayın gerçekleşmesine taraftar olanları sevindirerek pasifize etmektedir. Manipülasyon iki yönlü çalışmaktadır; kendi işlerlik yolunda ilerlerken kurgusal gerçeğin karşıtlarını agresifleştirmekte, taraftarlarını ise gelişmelerden kuşkulanmayacak düzeyde rahatlatarak hata yapmaya sürüklemektedir.
...
Peki, Türkiye pompalanan saçmalığa göre 'sahiden' muhafazakârlaşıyor mu? Başlangıçta bu soruya bu ülkede yaşayan herkes rahatlıkla "evet" diye cevap verecektir. Muhafazakârlığı dindârlık olarak algılayan -ki; bu algılama da planlanmış bir başka eski manipülasyonun kalıcı etkisidir, çünkü; muhafazakârlık(*) dindarlık demek değildir, izâfî olarak din düşmanlığı anlamına da gelebilmektedir- ve dine dair ayrıntıları "nefretle" karşılayan insanlar büyük bir endişe ve korkuyla, dinî hassâsiyetleri olan insanlar ise büyük bir sevinçle "evet" diyeceklerdir. İlk grubun "evet" demesi onların başka korkularını harekete geçirecek, içlerinde barındırdıkları nefreti daha da arttıracaktır; hatta onların 'bir şeyler yapmak adına' romantik nedenler üretmelerine yol açacaktır. Bu ise klasik ayrışmaların ve çatışmaların mayalanma/olgunlaşma/katılaşma dönemi anlamına gelmektedir. Nitekim romantik figürlerle süslenmiş sivil toplum kuruluşları, yasal dayanakların ardına saklanma gereği duymadan büyük bir heyecanla bu büyük manipülasyonu abartarak yaymaya çalışmış,"ya bizdensin ya da düşmanımızsın" sloganıyla önüne geleni kategorize ederek, yüksek yargı organlarında, basın-yayın kuruluşlarında ve nihayetinde devletin en sağlam ve siyasetten uzak tutulması gereken kurumlarında büyük bir 'ayaklanma' başlatmaya muvaffak olmuşlardır. Muhafazakârlaşmak suçlamasıyla başlayan ve'Ilımlı İslam Modeli' etiketiyle çirkinleşen saldırılar derinden ve farklı kisveler altında sürdürülen mücadeleyi alenî hâle getirmiştir.
...
Manipüle edilmek istenen nedir? Aslında bu 'komplo' suçlamasına mâruz kalmış 'açık seçik bir gerçektir';şu anda dünden daha fazla Müslüman olmayan, ancak dünden daha fazla bilgili olan Türkiye toplumu, mevcut siyâsî tercihleri ve farklı hayat görüşleri nispetince, hedef olan ülke'nin toplumu olarak haddinden fazla sosyal ve ekonomik hak elde etmeye başlamasının bedelini ödemek üzere aldatılmaktadır. Daha özel bir deyişle; yüzlerce yıldır aşağılanan ve sömürülen bir toplumun dirilişinin ve kimliğini hiçbir komplekse kapılmadan ifâde edişinin engellenmesi sürecinde onu 'pişman etme' girişimidir. Azalan uluslararası rantın tekrar eski 'high' düzeyine ulaştırılması sürecinin bir parçasıdır.
...
Türkiye toplumu tarihsel geçmişinde sürekli İkiye ayrılmaya(sadece ikiye,zira her dönemde birbirine zıt iki şey daima üretilegelmiştir, üç beş şey değil) zorlandığının farkında olmakla birlikte, önceki deneyimlerin getirip zihinlerde bıraktığı iz ve geçmişe oranla daha kolay öğrenilen bilgi sayesinde olaylara, kurgulara ve tepkilere daha duru bir akıl ve sakin bir ruh hâliyle bakabilmektedir. Bu özelliği dolayısıyla da, kırk yıldır yaşadığı siyâsî kısırdöngüyü aşabilmiş, eski kalıp siyasetçileri ve kanaat önderlerini siyâsî tarih mezarlığına acımaksızın ve bir daha dirilmemek üzere gömmüştür (Gömmediklerini de acımasızca sorgulamaya devam etmektedir). Otuz yıldır yaşadığı son yapay iç çatışmaları (Türk-Kürt, Lâik-Antilaik ve daha sarmal diğer zıtlıklar)da sona erdirmeye kararlı görünmektedir. Daha önce planlanan ve uygulanamaya konulan ırk içerikli çatışmalara fırsat vermeyen toplum, kışkırtıcıların daha çok sinirlenmesine ve dolayısıyla daha pervâsızca ve saklanmaksızın saldırmalarına neden olmuştur. İşin ilginç tarafı, saldırganların tavır değişikliği /pervâsızlığı onların inanılırlık/güvenilirlik düzeylerini düşürmüş, toplum bu görünür değişikliği sürekli değerlendirmiş; enjekte edilmeye çalışılan saçmalığın bir manipülasyondan başka bir şey olmadığını anlamakta gecikmemiştir.( Söz edilen toplum, kararlı duruşunu ülkenin istiklâli için muhafaza eden çoğunluktur)
...
Mufazakârlaşmak ve sonra ılımlı İslamlaşmak, kurgusal bir uzak batı manipülasyonu iken, uzak batının perdegâhlığını, tezgâhtarlığını ve ayakçılığını yapan yerel unsurların, uzak batı düşmanlığı temelinde 'ulusal' yaygaralar koparmasının nasıl bir akıl tutulması olduğunu görmemek mümkün değildir. En basit anlamıyla anayasa ve yasalara göre';vatan hainliği' olarak damgalanacak olan bu tür eylemler, kışkırtmalar inanılmaz bir cüretkârlıkla 'vatanseverlik' olarak lanse edilmektedir. Mevcut yönetimin ülke aleyhine olumsuz kararlar aldığını ileri sürerek, sivil toplum kuruluşları olarak kendilerinin bunlara tepki gösterdiklerini beyan eden ve;"Laik-antilaik, Alevi-Sünni, Kürt-Türk bölüşümü; bunlar devamlı ve özellikle ehliyetsiz yönetim döneminde büyümekte. Ciddi önlemler alınmamakta, yeni bir sorun gündeme getirilmektedir" diyebilenlerin bir şekilde söz ettikleri bölünmeyi başlattıkları ve kurumsallaştırmaya çalıştıkları kanıtlarıyla ortadadır. Ancak hiç çekinmeden kendi işledikleri anayasal suçlarla mevcut yönetimi suçlamaktan vazgeçmemektedirler. Mevcut hükümetin hedef olarak seçtiği 'etnik/bölgesel, dine, mezhebe ve ırka dayalı milliyetçiliğe karşı duruş' yapılan uygulamalarla hızla taraftar bulmaya devam ederken ve bu uygulamalar sonucunda ırka dayalı terörün beslendiği kaynaklar kurutulurken, yıllardır kaşınan, bazıları kangrene dönüştürülen toplumsal yaralar tedavi edilirken, tam tersi suçlamalarla karşılaşması gerçekten mizah dergilerine konu olabilecek türdendir. Her iki seçmenden birinin oyunu almış olan ve icraatlarıyla takdir toplayan, her Türk vatandaşını dünya sahnesindeki onurlu yerine taşmayı başaran bir hükümete bu tarzda saldırılarda bulunulması ulaşılan irrasyonalitenin/saldırgan romantizmin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
...
Gerçekte asıl tehlike mizâhî içeriklerle değerlendirilecek kadar basit değildir. Olagelen diğer manipülasyonlarda olduğu gibi bu yeni tür 'kazıklamanın' da hedefi, Türkiye Cumhuriyeti müntesiplerinin yaşayabileceği her türlü refaha ve küresel anlamda elde edilmesi gereken insan hakları kompozisyonuna ulaşmasını engellemektir. Yerli unsurların vatan hainliği de bu türden gerçekleşmelere engel olmakla tespit edilebilmektedir. Zira; Zengin batılı ülkelerin tıkanan ekonomileri, gelişmekte olan ve her yıl daha da gelişen ekonomisiyle büyük, güçlü ve müreffeh bir Türkiye'yi açık bir şekilde rakip görmektedirler.
...
Muhafazakârlaşmak veya ılımlı İslam’ın yükselişine dair manipülasyonun, üç yüz yıldır zayıf düşürülerek sömürülen bir ülkenin gelişmesini ; bölgesel ve küresel anlamda büyük bir güce dönüşmesini engellemekten başka bir amacı da yoktur. Bu manipülasyondan beslenecek olan yerel unsurlar da uzunca bir süredir keyifle sürdürdükleri ve nimetlerinden bolca faydalandıkları egemenliklerinin ellerinden alınacağını fark ettikleri için onlara destek vermektedirler.
...
Ancak bu manipülasyon, görevli kişiler ve kurumların illegal gücüyle mevcut siyasi yapılanmayı etkilese de amacına ulaşmış olmayacaktır. Çünkü; bu gün batılı işgalcilerin, ılımlı İslam'la suçladıkları Türkiye'ye karşı, şeriâtle idare edildiğini öne sürdükleri petrol zengini ülkelerle yaptığı sıkı işbirliklerini bu ülkenin insanları görüyorlar. Kendilerinin düne göre değişen din algıları olmadığının da farkındalar, muhafaza edecekleri kadar dinî /kültürel altyapıları olmadığını da biliyorlar. Başkalarının inanmalarını istedikleri hiçbir tehlikeye inanmıyorlar; ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını bundan önceki hiç bir manipülasyon sürecinde olmadığı/karşılaşılmadığı kadar ciddî kişisel stratejilerle hesaplamış durumdalar. Türkiye insanı, yaşadığı her türlü kavgayı bire bir herkesi birer strateji dehâsı yapma adına fırsatlara dönüştürmektedir.
Seçkin Deniz
(*)Muhafazakârlık, var olan durumu koruma amacını güden düşünce tarzı. Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanat siyasi ideoloji.
Muhafazakârlığın değişime karşı direniş olarak tanımlanması, özellikle değişim isteyen sol ideolojiler tarafından eleştirilir. Muhafazakârlık bir sağ ideolojidir. Muhafazakârlığın var olan kazanımları ve değerleri korumak şeklinde bir yanı da vardır. Bu açıdan bakıldığında, herkes, solcular dahil, istedikleri toplumsal düzen gerçekleştiğinde muhafazakârlaşabilirler. Nitekim Sovyetler Birliği'ndeki solcu rejime karşı olanlar (örneğin Troçkistler) bu rejimi muhafazakârlaşmakla suçladılar.
Muhafazakârlık taraftarları, toplumların zamanla geçirdikleri evrim sonucu bir tür "bilgelik" biriktirdiğini, bu bilgeliğin toplum düzeninde, kültürde kendisini açığa vurduğunu, özenle korunması gerektiğini savunurlar. Bu nedenle, muhafazakârlık, bir anda büyük değişiklikler yapmayı hedefleyen devrimciliğin karşıtıdır.
Muhafazakârlık değişime tümüyle karşı değildir. Sadece devrimsel değişimlere, topyekün toplum planlarına karşıdır. Radikal, "seçkin" bir grup entellektüelin bir araya gelerek toplum düzenini bir anda değiştirecek devasa planlarını uygulamaya koymaları, muhafazakârlığa aykırıdır. Bu açıdan, muhafazakârlık çoğunluk yanlısıdır ve demokratik bir toplumun temel ideolojilerinden biri olduğu savunulur.
Muhafazakârlık, akla şüpheyle yaklaşır. Kendi aklının sesini dinleyerek başka insanların hayatları üzerinde kalıcı bir etki yaratmaya çalışan düşünürleri eleştirir. Muhafazakârlara göre akıl farklı sonuçlara varabilmektedir ve bir bireyin toplum üzerinde keyfi değişiklikler yaratma isteklerine araç olmamalıdır. Toplum düzeni asırların deneyimlerinin süzülerek gelen bir evrimleşme sonucu oluşmalıdır. Muhafazakârlık aklın siyasi sorunlar karşısında kullanımına karşı değildir, fakat toplumun tümünü etkileyecek planların, çoğunluğun isteğine aykırı olmalarına karşın akılcılık (rasyonalizm) kullanılarak meşrulaştırılmasına karşıdır.
Muhafazakârlığı sistemli bir düşünce olarak ilk savunan kişi, İngiliz filozof Edmund Burke olmuştur. Burke, Fransız Devrimi zamanında yaşamış, devrime karşıt bir düşünürdü. O sırada İngiliz devlet adamları arasında Fransız Devrimi'nin İngiltere'ye yayılacağı endişesi yaygındı. Burke, devrimsel mücadeleye karşı sistemli bir ideoloji oluşturarak, fikirsel alanda Fransız Devrimi'ne karşı bir mücadele başlattı.
Muhafazakârlık İngiltere ve ABD gibi sanayileşmiş demokratik toplumlarda yayıldığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu gibi içine kapalı gelenekçi ülkelerde de siyasi iktidarları etkiledi
Kaynak: Vikipedi