Erişilebilirlik rastgele bir hedef için mutlak olumlu bir özelliktir. Fakat aynı erişilebilirlik özelliği, beşerin düşünce tarihinde farklı kreasyonlarla oluşturulan soyut hedefler için olumsuz bir niteliğe büründürülmüştür. Su, hava, ateş, toprak gibi somut algılanabilir hedeflere tutturulan algılar ve derin anlamlar, bu dört unsurun gözlenebilir ve kontrol edilebilir özellikleri üzerinden üretildikleri kadar, -gözlenebilir ve kontrol edilebilir özellikler bir hedefi insan için yeterince câzip kılmadığı için- erişilebilirlik özellikleri de üretilen kaotik paradoksların dayandığı ana unsur olmuş; belirsizlik ve belirsizliğe iliştirilen umut, hedefin erişilebilirliği üzerinde bir yanılsama oluşturmak için kullanılmıştır. Hedef, tanımlar, tavsifler ve tasvirlerle kendi anlam boyutlarından koparılmış, soyut kızaklarla ‘erişilemezlik’ ya da ‘erişilebilirlikte istisnâî’ halisünatif sıfat parçacığı ile insanların zihin haritalarına taşınmıştır. ‘Erişilemezlik’ ya da ‘erişilebilirlikte istisnâ’ halisünatif parçacıktır, çünkü; kendi başına anlam ifade etmemekte, sadece ve yalnızca irreel kurgusal bir sistem içerisinde anlam ve önem kazanmaktadır. Aşk ve Kâmil İnsan, bu sınıftan birer hedeftir.
Kâmil İnsan, ne demektir? Tanımlı bir terim midir? Ya da böyle bir insan mümkün müdür? Hiç var olmuş mudur? Var olacak mıdır? Felsefe’nin ‘Üstün İnsan’ klasmanından, dinlerin ‘Allah’a Hâlis Kul’ standardlarına kadar insanı etkileyen bir süreci, başından ve sonundan itibaren birer harman toleransı veya ard niyetiyle agresifleştirip yumuşatan görülerin/öğretilerin, belirsizlik gibi büyük bir şaşkınlaştırıcı etkiyle getirip önümüze koyduğu ‘Kâmil İnsan’ nasıl bir insandır? Bir insan her anlamda yetkin, erişkin, ağırbaşlı, olgun, kültürlü, bilgili, bilgin, bütün/ tam, eksiksiz ve mükemmel kimse olabilir mi? En azından sıradan bir insan için bu sıfatların ayrı ayrı her biri ve hepsi birden gerçekten korkutucudur. Korkutucudur, çünkü; eğer bu sıfatların hepsini birden taşıyan öyle biri varsa, kendisi öyle biri olamayacağı için korkutucudur. Öyle birinin var olma olasılığı, onu sıradan olmaktan çıkaracak ve insanüstü bir varlık olmaya taşıyacaktır. Keskin soru budur: İnsan, insanüstü olabilir mi?
Kâmil İnsan -Adam Kadmon, Cheun-jen, Purusha-, bir tasavvuf terimidir(*). Benzeri her öğreti için birbirine benzeyen ama tamamıyla aynı olmayan bir açıklamaya sahiptir; dolayısıyla, evrensel bir tanım geçerliliği yoktur; benzerleri gibi özel bir terimdir. ‘Erişilemezlik’ ya da ‘erişilebilirlikte istisnâî’ halisünatif sıfat parçacığı olması dolayısıyla, sıradan veya üstün zekâya sahip herhangi bir insanın asla ulaşamayacağını bildiği ‘Kâmil İnsan’ gerçekdışı retoriği neden üretilmiştir? İnsanların büyük çoğunluğu için ‘erişilemez’ olan ‘Kâmil İnsan’ için bazı özel eğitimlerle erişilmezliği ‘erişilebilirlikte istisnâî’ye dönüştürebilen tasavvuf gibi bir sistem ve bu sistem içerisinde çok farklı bilişsel kademeler üretilmiştir.
Beşerî ve İlâhî örgüler kullanılarak temellendirilmeye çalışılan ‘Kâmil İnsan’ üretim sistemleri, bugüne dek ciddî anlamda böyle bir ürün elde edebilmiş değildirler. İnsanların farkındalık düzlemlerine ısrarla sürülen bazı tarihsel isimlerin, örneğin; İbn-i Arabî’nin, Celaleddin Rûmî’nin ve benzerlerinin bile ‘Kâmil İnsan’ tanımı içerisinde yer alabilmesi mümkün değildir. Söz konusu kişilerin/kişiliklerin eksiksiz ve mükemmel olmadıkları, yaşadıkları hayatın eksiksiz ve mükemmel unsurlar taşımamalarından anlaşılmaktadır. Kâmil İnsan’ı anlatanların, kendilerini kendilerinden menkul anlatılarla iddia ettikleri üzere birer Kâmil İnsan olmaları gerektiği hâlde, bu isimler hem yaşadıkları dönemlerde, hem de yazdıkları eserlerle her devirde tartışılmışlardır. Tartışılmış olmaları onların eksiksiz olmadıklarının en büyük kanıtıdır-Burada dikkat çekmekte fayda vardır; Allah eksiksizdir, ama tartışılmaktadır, diye bir itiraz gelebilir. Bu itiraz anlamsızdır; eksiksiz olan Allah’tır ve onu yeterince bilmekten aciz olan insanlar tartışmaktadırlar. Konumuzdaki eksiklik insana aittir ve bu eksikliği tartışanlar da insanı iyi tanıyan insanlardır-. İnsanî zaafların gözle görülebilir derecede olması dolayısıyla tasavvuf sistemi içerisinde İbn-i Arabî tarafından dual algı -zahirî-batınî- mekanizması kurulmuş; insanlar, Kâmil İnsan/Mürşid sıfatına hâiz olan bir insanın zaaflarını sıradan zaaflar olarak telakki edemez hâle getirilerek sistemin sağlığı korunmuştur.
Kâmil İnsan, mümkün olma ihtimali bulunmayan insandır. Kâmil İnsan üretme iddiasında olan beşerî sistemlerin tamamı, insanlar üzerinde bilişsel bir hâkimiyet kurmak ve bu hâkimiyeti yönetmek üzere dönemsel olarak ‘Tanrılaşmış İnsan’ halisünasyonu oluşturmak gibi bir hedef için çalıştırılmışlardır. Kur’an ayetleri, uydurulmuş Kutsi Hadisler ve yine uydurulmuş Peygamber Hadisleri ile –güyâ- güçlendirilmiş halüsinatif anlatılarla, insanlar üzerinde güç ve yetki sahibi ‘Tanrı Ortakları’ icât edilmiştir.
Mesnevî’den ve Mevlevîlikte önemli bir simge olan Ney’den mülhem bir Kâmil İnsan anlatısı(**) ile bu halisünatif sıfat parçacığını analiz edelim ve Kur’an’dan ayetlerle bu parçacığın gerçek dışı bir retoriğin ürünü olduğunu gösterelim -Bu anlatı, artık sıradanlaşan benzer anlatılardan herhangi biri olduğu ve konuyla ilgili iddiaları özetle içerdiği için seçilmiştir-:
“Hazret-i Pîr'in kıyamete kadar değeri düşmeyecek eseri Mesnevi-i Şerif'i "Dinle Neyden" diye başlar. Ney'den murad kâmil insandır. Kâmil insan her yönüyle örnek insan demektir. Ney’de baş pareden sona kadar 9 adet delik mevcuttur ki: bu, insanın yücelmesi (Kamil İnsan olması) için gerekli olan 9 şeyden geçmesi anlamına gelir: 1. Delik (baş Pare) : İnsanın Olgunlaşması, 2. Delik: İnsanın Uyanışı (dünyalık ya da ruhsal gıda arayışı), 3. Delik: İstek ve şüphelerden arınmak, 4. Delik: Dünya zenginliğine ilgisizlik, 5. Delik: İlahi Aşk, 6. Delik: Kendini Feda etmek, 7. Delik: Hayret Makamı, 8. Delik: Her şeyi Allah ile zikretme, 9. Delik: Allah ile bir Olmak.”(**)
Bu yorumun dayandığı tek destek Mesnevî ve ilgililerin anlatılarıdır. Doğal olarak, halüsinatif bu ayrıntılar, çıktığı kaynağın ne kadar yetersiz olduğunu göstermektedir. Birinci delikte olgun insan titri ile serüvene başlamış olan insanı, dokuzuncu delikte Allah ile bütünleşmiş ve Allahlaşmış(hâşâ) bir varlığa dönüştürdüklerinin farkında değildirler. Dokuz basamaklı bu sistem sonunda elde edilen ürün bir insan değildir ve bu ürünün Kâmil İnsan olma olasılığı sıfırdır. Eğer insan, bu silsilede bir şey’e dönüşecekse bu şey Allah olmak zorundadır; Kâmil İnsan değil.-Kabalistik Adam Kadmon, otuz iki basamak gerektirir ve aynı boşlukta dolanır- Oysa Kur’an gayet net bir şekilde insanın sınırlarını belirler ve anlatıların neden birer saçmalık olduğunu, insanın belirsizliklere bulandırdığı Kâmil İnsan’ı sözlük anlamında olsa bile asla kendisine bir sıfat olarak seçemeyeceğini ve bir hedef olarak koyamayacağını anlatır:
“Allah, sizden hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır." Nisâ 28
“…Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisâ 128
Zayıflık, kıskançlık ve bencil tutkular, insanın eksiksiz ve mükemmel olamayacağının en büyük kanıtlarıdırlar. Yarattığı ilk insanın kendisine itaat etmeyerek ‘ölümsüzlüğe tamah ederek zayıf olduğunu gösterdiğini' hatırlatan Allah, yarattığı insan için insanlık özellikleri dolayısıyla ulaşabileceği üst sınırı ‘Halis Kul’ olarak belirlemiştir ve ‘Halis Kul’un ‘Kâmil İnsan’la zerre kadar ilgisi yoktur.
“Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız. Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. Ancak, Allah’ın halis kulları başka. İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir. Onlar Naîm cennetlerindedirler.” Sâffât 38-43
Allah, emir ve yasakları ile koyduğu sınırlar ve ihlâs/samimiyet ile ölçtüğü insan için gerçekleşebilme olasılığı yüksek, kesin ve reel hedefler belirlemiştir:
“Rabbinin lütfundan her birine; onlara da, bunlara da veririz. Rabbinin lütfu yasaklanmış değildir. Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette ahiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür. Allah ile birlikte başka bir tanrı edinme, yoksa kınanmış ve yalnızlığa itilmiş olarak kalırsın. Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” . Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle. Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir. Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz sorumludur. Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin. Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin katında sevimsiz şeylerdir. Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.” İsrâ 20-39
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” derler. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir. Onlar, şöyle diyenlerdir: “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir! Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası. Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır. Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Kim de tövbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiş olarak döner. Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir. Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler. Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir. İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.“ Furkan 63-75
“Andolsun, biz Lokmân’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır. Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. İnsan’a şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.” “Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” (Lokmân, öğütlerine şöyle devam etti:) “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah, en gizli şeyleri bilendir, hakkıyla haberdar olandır. Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir. Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir! Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır. Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı? Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır. Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşleri ancak bizedir. Biz de onlara yaptıklarını haber veririz. Allah, göğüslerin içindekini hakkıyla bilendir." Lokman 12-23
‘Kâmil İnsan’ manipülasyonuna bakmaya devam edelim:
“Hak yolunda yürüyen insanları dört kısma ayırırlar. Birinci kısım; mahcub (perdeli) insanlardır ki bunlar yaratıcının zatını bilemezler. Sıfatlarının zuhuru olan eserlere bakarak Allah (c. c.) hakkında bilgi edinebilirler. İkinci kısım insanlar "arif" tabir edilen insanlardır. Bunlar sıfatı zatıyla kaim ve zatı, sıfatı ile zahir müşahede ederler. Üçüncü kısım insanlar "müstağrak" denilen insanlardır. Bunlar Allah'ın sıfatlarını da, eserlerini de görmezler. Birlik makamında mahvü müstağraktır. Dördüncü kısım insanlar "Kâmil insanlar"dır. Sıfatları zatı ile ve zatı sıfatları ile görürler.”(**)
Yukarıdaki metin dört tür Hak Yolcusu’ndan bahsetmektedir. Buna mukabil Allah, kitabı miras olarak verdiği kulları, kendine zulmedenler, ortada olanlar ve hayırlı işlerde öne geçenler olarak sınıflandırmıştır. Dördüncü tip olan ‘Kâmil İnsan’ Allah’ın tasnifinde yoktur ve ayetlerde bu tip insanların Allah’ı nasıl göreceklerine dair kırıntı türünden de olsa bir bilgi mevcut değildir:
“Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.” Fâtır 32
İrreel anlatı Kur’an ayetleriyle çelişerek sürecektir:
“Ney (Kâmil insan-Veliler-Şeyh) dinin özüdür. Bunlar Peygamber varisleri olup, dinimizle alakalı hakikatleri bu insanların dükkânlarında bulabiliriz. Peygamberlik (Nübüvvet) Efendimiz (s.a.v.) ile sona erdi ve dinî kurallar (şeriat) en mükemmel surette kitap halinde belirlendi. Hak Teala’nın ilmi sadece Kur'an-ı kerim değildir. Çünkü "denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa Allah (c.c.)'ın ilmini yazmakla bitiremez denmektedir. Kur'an-ı Kerim birkaç şişe mürekkeple yazıp bitirilebilir. O halde Hakk'ın ilmini sadece Kur'an ile sınırlandırmak doğru değildir.” (**)
Ney’i, yani Kâmil İnsan’ı, Velileri, Şeyhleri Din’in Özü sayan anlayış, Peygamberlere bile hasredilmeyen ‘Öz’ olma hâlini, abartılı bir retorikle tasavvufî sistem ürünü olan insanlara bahşetmektedir. Ve bu ‘Öz’den üreyen halisünatif sözleri de Allah’ın Kur’an ile anlatılmamış olan sözleri olarak tarif etmektedir. Allah, yarattığı insanın aşırılıklarını bildiği için, Kur’an’ın mesajlarını tazyif edip gündem dışına çıkaran bu türden iddiaları sert bir şekilde tersyüz etmektedir:
“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Enbiyâ 10
İnsanın ulaşabileceği en yüksek şan ve şeref Kur’an’da anlatılanlarla sınırlandığına göre velilerin, şeyhlerin –güyâ- Allah’tan aldıklarını iddia ettikleri ile anlatacaklarının insana kazandıracağı herhangi bir şan veya şeref kesinlikle olmayacaktır.
“Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” Enfâl 22
Aklını kullanamayan Kâmil İnsan anlatıcısı Kur’an ile zıt sanrılarını anlatmaya devam edecek ve Kâmil İnsan’a neden gerek duyulduğunu itiraf edecektir:
“Kâmil insanın varlık nedeni nedir? Yaratıcıyı hakiki manada bilen, onu layıkıyla övebilecek olan, kâmil insandır. Kâmil insanın iki yüzü vardır. Allah'a dönmüş olan yüzü ile insanlara dönmüş olan yüzü. Diğer bir tabirle Hakk ile ve halk ile münasebetleri vardır. Kâmil insan bir elini Hakk'a kaldırır ve yaratıcıdan ister, Hakk'ın kendisine lütfettiği feyzi, bereket, ışık v.s. diğer eli ile halka dağıtır. Kâmil insan mum gibidir. Etrafı aydınlatırken kendini bitirir.”(**)
İddia edildiği gibi ise, Allah, Peygamberleri neden göndermiştir? Peygamberler’e neden gerek duyulmuştur? Beşer tarihinde tasavvufî sistemler vardı, İslâm öncesi‘Kâmil İnsan’ tezgâhları da hâlen işlevlerini sürdürüyorlar, buna rağmen Hz.Muhammed neden gönderildi? Hak ile halk arasında aracılık eden veliler, şeyhler, rabbîler, ruhbanlar yetmiyor muydu? Fakat Allah durumdan hâberdârdır, kendisi ile kulları arasında, Hak ile Halk arasında herhangi bir aracı kabul etmeyecek şekilde kullarına yakın olduğunu açıkça, anlaşılabilecek basitlikte anlatır:
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, gerçekten ben yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” Bakara 186
Allah, kullarını ‘Kâmil İnsan’a yöneltmemiştir, öyle bir görevli tayin etmemiştir. Fakat, “Allah’ın, kendisine Kitab’ı, hükmü ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler olun.” Âl-i İmrân 79
buyurarak, her insanı Kur’an’ı okumaya ve incelemeye davet etmiş, diğer insanları aradan çıkarmıştır:
“De ki: “Bana ancak, bu beldenin onu mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine kulluk yapmam emredildi. Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi.” Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa, de ki: “Ben ancak uyarıcılardanım.” Neml 91-92
Ne yazık ki; manipülasyon sürecektir ve insanın rant söylevleri mantıklı/mantıksız olup olmadıkları tahlil edilmeden insanların zihinlerine sürülecektir. Ayetler uyaracaktır:
“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman; onları hiç işitmemiş gibi, kulağında bir ağırlık var da büyüklenerek arkasını döner. Ona, elem dolu bir azabı müjdele.” Lokman 7
Fakat söylev kesilmeyecektir:
“Kâmil insan, insandaki manevi hastalıkları gideren bir tabibdir. Manevi hastalıklar kalbîdir. (Hırs, şöhret, şehvet, hased, kin, garaz, hiddet, cimrilik v.s.) gibi menfi duygular gerçekte beden şehrimize hâkim olabilecek duygulardır. Bu hastalıklar kalbimizde olduğu müddetçe bizim hakikati görmemiz mümkün değildir. Perde olan bu engellerin, yakılması veya yırtılması gerekir. Bu noktada kâmil insan yardıma yetişir. Hakk'ın kendisine verdiği manevi imkânla (sohbet, nazar, gönlüne girme, v.s.) bu hastalıklar tedavi edilir. "Nefs-i emmareyi" de pîr'in mürşidin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. Ey Hakk talibi; o nefsi öldürenin eteğini sıkı tut. Mürşidin eteğini sıkı tutmak, ondan ayrılmamak, Allah'ın sana manevi bir lûtfu, bir yardımıdır. Sana ne güç, ne kuvvet gelirse onun çekişinden gelir. Kendine velilerin kalbinde yer edin ki; sırları belirtmek için onlar sana Utarit yıldızı gibi gönül defterini açsınlar.”(**)
Rant pazarının sahiplerini kendi suflî sınırlarına geri gönderen Allah, insanı doğrudan kendisine dua etmeye davet ediyor:
“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” Mü’min 60
Onlara söylenecek olanları da şöyle bildiriyor:
“Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.” Âl-i İmrân 20
Ve uyarıyor zayıf insanı boyunu aşan anlatılara kalkışmaması için tekrar tekrar:
“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.” Meryem 59
Allah’ın ayetlerine sağır ve dilsiz olanlar dinlemezler ve anlamazlar:
“Nerede manen çıplak bir yoksul görürsen bil ki; o zavallı kâmil insandan kaçmış, ondan uzak düşmüştür. Şunu iyi bil ki; bu kirli dünyada iken kim kendisine yol gösterecek kâmil insandan kaçarsa o; devletten, mutluluktan kaçmış demektir.”(**)
Korku psikolojisi, rant elde etme basamaklarının ilkidir, ama Allah ayetleriyle, diğer insanları aradan çıkarır ve inanan insanı büyük belirsizlikten kurtarır, Allah’ın saptırdığını doğru yola eriştirecek bir ‘Kâmil insan’ın olamayacağını itiraz kabul etmez bir netlikte anlatır:
“Allah, kuluna yetmez mi? Seni O’ndan başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.” Zümer 36
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” Nûr 55
“Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve ibret vermek içindir.” Kâf 8
“Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” Hûd 1-2
“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” Bakara 255
Allah, insan’ı ayetlerden uzaklaştırıp ‘Kâmil İnsan’ Mürşid’e teslim olmaya zorlayan büyük korku üreticisi ağızları tıkamaktadır:
“Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur.” Lokman 22
“Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” Hûd 26
“Onlar, Allah’ı bırakıp, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, kendilerinin de hakkında hiçbir bilgilerinin bulunmadığı şeylere kulluk ederler. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” Hac 71
“Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Hûd 123
İnsan’ın korkularını tetikleyenlere karşı, hangi sıfatlara sahip kullar istediğini anlatmaya devam eder:
“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.” Furkân 68
“De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. Çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah’ın haram kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.” En’âm 151
Korkularına yenilip söylev sahiplerine teslim olanlara şöyle hitap eder Allah:
“Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler” A’râf 194
Günahları sebebiyle korkuyla dolan insanın, sadece ve yalnızca kendisine tövbe ederek kurtulabileceğini söylediğinde Allah, şeyhleri, velileri, rabbîleri ve ruhbanları büyük bir hüsrana uğratır; erişilebilir bir hedef için gerçek tek yolu gösterir:
“Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?” Tevbe 104
“O, kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir” Şûrâ 25
Tanımlar, tavsifler ve tasvirlerle kendi anlam boyutlarından koparılmış, soyut kızaklarla ‘erişilemezlik’ ya da ‘erişilebilirlikte istisnâî’ halisünatif sıfat parçacığı ile insanların zihin haritalarına taşınan her türlü manipülasyonu reddeden bir tavsiye ile analizimizi sona erdirelim:
“Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem.” Kâfirûn 2
Seçkin Deniz
Bağlantılar:
(*) Adam Kadmon, Okültizm’de, Tasavvuf’ta, Mistisizm’de, Teozofi’de, kimi Doğu dinlerinde ve çeşitli tradisyonlarda İnsan-ı Kamil, Cheun-jen, Purusha gibi çeşitli adlarla sözü edilen, belirli bir ruhsal tekâmül hedefine varmış mükemmel insanı, ideal insanı ya da müteal insanı ifade eder. Adam Kadmon kabalistlere göre, soyut anlamıyla, insanın, spiritüel gelişim sonunda ulaşabileceği en mükemmel, en bilge halidir. Kabala’ya göre insan, Adam Kadmon düzeyine otuz iki aşamalık bir sürecin sonunda varır ve o zaman yüce ya da kutsal âleme dâhil olur. Bu mükemmel insandan Taoizm’de cheun-jen, Hint’te purusha, tasavvufta ise insan-ı kâmil adıyla söz edilir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Adam_Kadmon
(**)Kamil İnsan - Şemsettin KESER
http://www.mevlanavakfi.com/Content3.asp?m1=1&m2=12&m3=27