18 mart 1915, Çanakkale Savunma Savaşı'nda sadece bir gündür. Maddî umutsuzluğun manevî umutlara bağlandığı bir savaşta o herhangi bir gün de, savaş sanatıyla tarihe yön veren bir imparatorluğun son ordusu sayılacak olan ordusunun komutanı bir alman generalidir. Savaşı bilen ve tarihi seyrin yönünü o günden az önce değiştiren ise özünü ve maneviyatını korumuş olan Osmanlı Subayı'dır; savaşanlar osmanlı'nın tüm tebaasıdır. Her dinden Osmanlı, orada, Çanakkale Savunma Savaşı'nın birer vatan "müdafii"dir.
O gün zaferle anılıyorsa, ölenlerin, ölümü şehadet bellemelerinden dolayıdır. Saldıran devletlerin anlaştıkları mayın temizleyiciler gibi "ölümü anlaşma dışı bulmuş olmayanların" zaferi, savaşın Osmanlı subaylarından (önemli taktik zekasıyla parlayanlardan) biri olan Mustafa Kemal'in kayıtlarında görüleceği gibi açıkça şehadete ve maneviyata bağlıdır...
Şehitlerin, şehadete ulaştıkları o günlerde, torunlarının kendilerini bu kadar aşağılayacaklarını düşünmediklerini biliyoruz. Hayatlarını ülkelerine, inançlarına ve namuslarına tereddütsüz feda edenlerin torunları, bugün hayatlarını bunlardan birine feda etmek yerine, bunların tümünü reddetmekle meşguller. Şehit atalarının her şeylerini feda etmeye değer bulduğu o değerler, bugün eğer aşağılanıyorsa, aslında aşağılanan o güzel şehitlerdir...
Maneviyatın reddine mahkum olan kör torunların Çanakkale'nin ruhuna saygı göstermeye hakları yoktur. Eğer, saygı gösterdiklerini iddia ediyorlarsa iki yüzlü olduklarının belgeleri tarafsız tarih kayıtlarında hâlâ mevcuttur. Ve o şehitlerin yerleri bile belli olmayan mezarları, o mendebur torunların "saygı" anlayışından dolayı 1915'ten bu yana terk edilmiştir. Ve kendi vatanlarından çok uzakta ve başkalarının çıkarları için ölmüş olan anzakların torunlarının atalarına verdiği değerin zorlamasıyla 2000'li yıllardan sonra o mübarek topraklar için kaydadeğer çalışmalar yapılmaya başlanmıştır...
Çöken imparatorluğun savunma savaşında komutan bir almandır; Osmanlı'nın tüm değerlerine yabancı olan bir alman. Şehitlerin torunları o alman kadar bile saygı duymadılar atalarına. Saldıranların bile saygıyla titredikleri bir ruh, torunlarının tarifi mümkün olmayan saldırılarıyla kirletilmeye çalışıldı; Çanakkale'nin şehitlerin kanlarıyla sulanmış toprakları, bugün atalarının değerlerine küfrederek ortalıkta gezinen torunların varlığına ağlıyor...
Bugün Çanakkale Ruhu'nun şehitlerin tüm torunlarına sirayet ettiğini görme günüyken, şehitlerin kanları üzerinde siyaset yapan vatan hainlerinin, maneviyat düşmanlarının kışkırtmaları din düşmanlığı üzerinden "hurafe" üretilmesine dönüyor; çanakkale gazileri birer birer ölüyorlar.
Maneviyat şahitleridir onlar. Onlar azaldıkça müfterilerin sayısı artıyor. Bu ülkeye saldıran Haçlı zihniyeti, bu ülkeyi onların parçaladığı kadar parçalayamadı; haçlı hâlâ bir bütünken, şehitlerin torunları birbirini aşağılamaya devam ediyorlar...
Atalarının maneviyatlarına sahip çıkan ve onlara saygı duyanlar "gerici", onlara hakaret edenler ise "aydın" oluyorlar; tersine dönüyor dünya ve nihayet alaşağı olan ülke sadece Türkiye oluyor; Osmanlı'nın varisi olan Türkiye...
Her gün Çanakkale, her gün zafer olmalıdır. Her subay aynı ruhla büyümeli, aynı ruhun gücünü derme çatma savaş araçlarına monte etmeli ve zafer kazanmalıdır...
Seçkin Deniz